PENCERELİ HAYATIMIZ
Hiç sonu gelmeyecek gibi akan gözyaşlarının, bir çaresizliği mi yoksa bir teslimiyeti mi simgelediğini bilmeyerek pencere kenarında ağlıyordu. Pencerenin önündeki beyaz mermerin üstünde bir saksı duruyordu. Korktuğunda bir şeylerden sığındığı, sulayıp can verdiği papatyaları vardı bu saksıda. Dışarıda gürültülü bir yağmur vardı; sanki birikmiş bir yağmur, şehre kafa tutuyordu. Şemsiyenin altından tam da göremediği bir adam geçiyordu evinin önündeki sokaktan. Daha öncede bu sokakta görüp, hemen hemen her gün geçtiğini düşündüğü bu adam, öylece geçip giderken, hiç de ev camlarını süzmezken, bir an utandı ve geri çekildi. Böyle ağlayıp sokağı seyrettiği çok olmuştu, bu pencere önünde. Aklının bir yerlerinde kendine dahi inandıramadığı kabuller barındırıyordu.
Cesaretini toplayıp pencereyi açmaya karar verdi. Elini uzatırken nasıl korktuğu anlaşılıyordu; ya yeni hayaller alırsam içeriye? Ya gözyaşlarımda ki masumiyet karışırsa yağan yağmura? Ya şehrin gürültüsüne dayanamazsa kulaklarım? Korkarak geri çekti yine elini. Ağlayıp rahatlamak istiyordu hepsi bu; neden pencereyi açsın ki. Adamı takip etti gözleri; elinde yağmurdan koruduğu bir kaç kitap ve diğer elinde de iki somun ekmeği taşıyan bir poşet vardı. Poşeti tuttuğu eliyle taşıdığı şemsiyesi, oldukça güzeldi. Ona bakınca uzun süre söyle düşünmekten alamadı kendini; bir elinde göz taşıyor, bir elinde masumları. Dirseğini pencerenin önündeki mermere dayayıp, başının ağırlığını, sağ eliyle çenesinden mesnetleyerek, izlemeye devam etti; yaşamın ve hayatın kargaşasının üstüne, nasıl yağdığını; yağmurun. Öyle derin dalmıştı ki; yere inişine yağmur damlalarının; bu duyduğundan hariç beş kez daha çalan kapı zilini duymamıştı. Birden toparlanıp; gizleyip papatyalarını perdeyle,
Aceleci bir tavırla yanağında ki yaşları silerek, kapıya doğru ilerledi. Kimseyi beklemiyordu; kapının dürbününden meraklı gözlerle süzdüğü kişi; -inanması güç olsa da- o şemsiyeli adamdı. Gözlerini bir an için dürbünden ayırıp pencereye çevirdi ve şaşkınlık içinde karar vermeye çalışıyordu. Açmalı mıyım kapıyı yoksa papatyaları mı kontrol etmeliyim? Biraz duraksadıktan sonra, ilk defa, korkmadan, hayatın akışına yön verir bir tavırla kapıyı açmaya karar verdi ve kapının kilidini çevirerek, meraklı gözlerle adama baktı. Adam 1.80 boylarında, zayıf sayılmayacak incelikte, uzun paltolu ve gri atkılı, sert görünüşlü biriydi. Daha konuşmasına izin vermeden; Kapıdaki Adam:
-Papatyalar da korku barındırır. Diyerek kapının önüne elinde ki kitaplardan birini bırakıp gitti. Ne olmuştu? Ne demişti? Kimdi bu adam? Hem papatyaları nerden bilebilirdi? Bu bir rastlantı olmalı; sorularıyla ayakta öylece boş kalan koridora bakakalmıştı. Kendine gelince eğilip kitaba uzandı. 'Koca Bir Tiyatrodur Yaşamak' kitabın ismi buydu. Şaşkınlığını üstünden atamadan tekrar pencerenin önüne gidip sokağa baktı; adam arkası dönük, elinde şemsiyesiyle uzaklaşıyordu. Kitabı incelemeye başladı; içinde her hangi bir not, bir cümle yahut bir iz arar gibi sayfalara bakıyordu. Bir süre incelikten sonra; aradığı gibi bir şey olmadığına inanıp, kitabı saksının kenarına bıraktı. Yağmur biraz dinmişti, saat akşamüzeri 5 e doğru gelirken, martıların sesleri duyulmaya başlamıştı. Sokak lambaları kendilerini geceye hazırlarken, dükkânlarda günün son hareketleri başlamıştı. Kafasını toplamak için kendine bir bardak kahve alıp tekrar pencerenin önüne geldi ve düşünmeye başladı. Yine o sorular dönüp duruyordu zihninde; neden bu kitabı bıraktı? Papatyaları nerden biliyordu? Bu adamla ilk kez yüz yüze geliyordu. Hem "papatyalar da korku barındırır" derken ne demek istemişti? "Cesaretimi toplayıp, yarın o adam bu sokaktan geçerken, gidip onunla konuşmalıyım" diye düşünürken, bir yandan da kahvesini yudumlayarak, kitabı okumaya başladı. İçindeki merak duygusunu bastıramıyordu; o gün, geceye kadar, o pencerenin önünde, kitabı elinden bırakmadı ve bir solukta bitirdi. Daha önce de böyle bitirdiği kitaplar olmuştu ancak, bu başkaydı, kitabı çok sevmişti. Olacakları önceden tahmin edebilen bir genç kızın, yaşam öyküsünün anlatıldı bu kitapta; kızın, buna rağmen, hayatın akışına müdahale edemediği görülüyordu. Kitaptaki kız, olayları önceden tahmin etmesine ve bu tahminlerinde hiç yanılmamış olmasına karşın, hayatındaki boşlukları dolduramıyordu. Kitap bittiğinde; hiç bir sorusuna yanıt alamadığını, ancak bütün bunların bir tesadüf olamayacağı inancıyla, algılaması gereken bir mesaj olduğuna karar kılıp, o mesajı düşünmeye başladı. Bu arada göz kapaklarının ona ilan ettiği savaşla da uğraşıyordu. Gözlerini, bitirdiği kitaptan ayırıp bir an için pencereden dışarıya çevirdiğinde, gördüğü manzara karşısında eli kolu bağlı kalmıştı.
Evin karşısındaki dükkânın hemen sağ tarafında ki sokak başında, lambanın altında duran adam o adam olabilir miydi? Dikkatlice süzdükten sonra o olduğuna kanaat getirdi ve pencereye yanaştı. Adam bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bu kez hiç tereddüt etmeden, uzanıp yavaşça pencereyi açtı. Adam pencereye bakmasını ve orda yazan yazıyı okumasını söylüyordu. O yazıyı okuduğunda, bir süre öylece kalakaldı, bir müddet düşündü ve anladıktan sonra bütün olan biteni. Sokağa çıkıp adamın yanına gitmek için kalkıp sokağa baktığında adam çoktan gözden kaybolmuştu. Pencerenin çerçevesinde yazan yazı ise şuydu: "Açamadığın pencereler, papatyaları öldürür."