PROLOG
Gelmeden önce içtiği iki bira, alışık olmayan bünyesini çarpmıştı. Öyle gergindi ki... Yanından rüzgâr gibi geçip giden uzun boylu adamın hafifçe kendisine çarptıktan sonra dönüp baktığını sonradan fark etti. Çatık kaşların altındaki asaletli bakışlara kilitlendi. Sadece iki saniyeliğine... Çakırkeyifti. Sonra içinde bulunduğu durumun ciddiyetine vardı. Adam da kısa bir bakış attıktan sonra özür bile dilemeden gitmişti zaten. Kollarını kavuşturmuş cesaretini toplamaya çalışırken neyi beklediğini bilmiyordu Lilya. Bildiği tek şey, kardeşini bu imkânsız durumdan kurtarmak zorunda olduğuydu. Kardeşi Tolga o hapishanede 1 hafta daha kalamazdı. Ne yapıp edip onu oradan çıkarmalıydı. Ama nasıl? Bilmiyordu. İşte bunu bir türlü bilmiyordu. Bir çözüm üretemiyordu o an. Aptal kafası bir türlü çalışmıyordu. Öldürülen gencin babasıyla konuşmak için buraya kadar gelmişti ama o adamla görüşüp meramını anlatabileceğini de sanmıyordu doğrusu. İçeri girmek için bile cesareti yokken bu durumu nasıl çözebilirdi ki? En kötüsü de, ne söylerse söylesin oğlunu kaybetmiş bir babadan merhamet dilemek imkânsızdı. Tolga'nın o genci öldürmediğine, suçun onun üzerine kaldığına emindi ama karşı tarafı bu gerçeğe nasıl inandırabilirdi? Bu mümkün değildi. Bir imkânsızlığın peşinde koşsa da durmadı. O an deli cesaretiyle kapıdan içeri girdi. Resepsiyona doğru yürüdü ve görevli adamın soğuk bakışlarla "Hoş geldiniz, buyurun." sözüyle içindeki son özgüven kırıntısını da yitirdi. "Ben... Ben Kasım Ülgen'le görüşecektim. Acaba onu holde beklediğimi söyler misiniz?"
Resepsiyon görevlisi soğuk ve ilgisiz bakışlarla kızı baştan aşağı süzdü ve "Kim diyeyim?" diye sordu.
Görevli adam ona bir böcek gibi aşağılarcasına bakıyordu. Üstüne başına bakılırsa buraya pek de uygun sayılmazdı. Elbette "Tolga Demir'in ablası." diyemezdi. Savaşı baştan kaybetmek istemiyordu. "Lilya... Lilya Demir." Umutsuz bakışları kendisini aşağılayan bakışlardan bile medet uman cinstendi.
Adamsa bir süre karşısındaki kıza baktıktan sonra telefona yönelip Kasım Beyi aradı ve durumu anlattı. Kısa süren konuşmadan sonra "Peki efendim." diyerek telefonu kapattı. "Kasım Bey sizinle görüşmek istemiyor."
Normalde "Meşgul." veya "Şuan uygun değil." gibi kibar ret cümleleriyle karşılaşırdı ama bu defa gayet net bir cevapla karşı karşıyaydı. Bu defa ne düşüneceği veya hissedeceği bile umursanmıyordu anlaşılan. Olsun, dedi kendi kendine. Kardeşi yüzünden aşağılanmaya, yüzünü karartıp birilerine yalvarmaya alışmıştı. Hatta bıkmıştı, yılmıştı bile. Ancak Lilya'nın şuan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Bu defa olmazdı. Sabrı taşmış bir edayla gözlerini kapadı ve "Oda numarası kaç?" sorusunu yöneltti.
"Maalesef bu bilgiyi sizinle paylaşamam."
"Lütfen! Biraz yardımcı olun bana. Kasım Beyle kesinlikle görüşmeliyim. Hayat memat meselesi!" Tüm dil dökmelerine rağmen adam başını iki yana salladı, Nuh diyor peygamber demiyordu. "Müşterilerimizi gereksiz konularda rahatsız edemeyiz. Üstelik siz de duydunuz, Kasım Bey sizinle görüşmek istemiyor."
Genç kız, çaresizce başını sallarken bile aklında dönüp duran tilkilere söz geçiremiyordu. Kapıdan çıkar gibi yaptı ve dış kapının köşesinde resepsiyon görevlisinin bir iş için yerinden ayrılmasını bekledi. Aradığı fırsat çok bekletmeden ayağına kadar geldi ve parlak siyah saçları yana taranmış görevli çağrıldığı için bulunduğu yerden ayrıldı. Onun yerine gelen görevli ise Lilya'yı tanımıyordu. Şimdi işi çok daha kolaydı. Tek yapması gereken dikkat çekmeden bir müşteri gibi yavaşça yukarı süzülmekti. Ve bunu başardı. Görevlinin görüş açısından çıktığı an merdivenleri üçer beşer çıkmaya başladı. Hiç vakti yoktu. Her şey bir anda olup bitmeliydi. O adamı ikna etmesi gerekiyordu. Ne yapıp edip o adamı ikna etmeli, kardeşini kurtarmalıydı. Her şey, bu adamın tek bir sözüne bağlıydı. "Tek sorun, şimdi onu nasıl bulacağım?" Çaresizce katları gezerken bir odanın önünde Kasım Ülgen'i görmenin mutluluğunu yaşadı. O an "Serap mı görüyorum, Allah'ım?" diyerek gözlerini ovuşturdu. Hatta sevinç çığlıkları atmamak için kendini çok zor tuttu. Ama oradaydı işte, karşısındaydı. Odasından çıkmaya hazırlanıyordu. Bundan daha iyi bir fırsat bulamazdı herhalde. "Kasım Bey!" diye seslendiği sırada hem hızlı adımlarla adama doğru yürüyor, hem de konuşacağı konu için cesaretini toplamaya çalışıyordu. Zira cesur olmaktan başka çaresi de yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lilium Kokusu | Taşıyıcı Anne Serisi 2 ღASKIDAღ
General FictionBu, onun bebeği. Ama bunu ne o, ne de karısı biliyor. Bu da yetmezmiş gibi kader öyle bir ördü ki ağlarını, karısı bana akıl almaz bir teklifte bulundu. Şimdiyse kocasıyla ondan bir parça taşıdığımı sanıyor. Onların bebeğine taşıyıcı annelik yaptı...