☆ 1

512 21 50
                                    

     

                         
  Ben Barnes, Şubat'ın ortalarında olmalarına rağmen, arabasının camını hafifçe aralayıp soğuk havayı içine çekti. Yaklaşık koca bir saattir birini bekliyordu ve görünüşe göre bir süre daha aynı şekilde bekleyecekti. Fazlasıyla bunalmış olabilirdi fakat o lanet olası kalabalığın arasına dalmaktansa tüm gecesini arabada geçirmeyi yeğlerdi.

  Derin bir iç çekip kafasını camdan çıkardı. Bıkkın bakışlarla etrafı taradı ve kimseyi göremeyince umutsuz bir şekilde içeri çekti kendini. Sıkılmıştı, aslına bakılırsa gece için bir planı yoktu. Ancak son birkaç haftadır sıkı çalıştığı düşünülürse sakin ve "evinde" geçmesi işine gelirdi elbette. Dolby Tiyatrosu'nun yerine.

Elini sigara paketine attı, tek eliyle çakmağını ararken karanlık ve sakin sokaktan sesler gelmeye başladı. Patlayan flaşlar ve adım sesleri etrafı sardı. Camını aralayıp dışarıya göz attı. Önden koşan kumral, ince bir adamın arkasına koca bir muhabir ordusu takılmıştı.

"Bay Garfield! Efendim, cevap verin."

"Kasıtlı bir şey miydi Bay Garfield?"

"Bay Reynolds'ın nerede olduğunu biliyor musunuz?"

"Cevap vermeyecek misiniz?"

Topluluğun başındaki adam, dağılmış saçları ve elinde ince bir ceketle Andrew Garfield, flaşlardan korunmak amacıyla tek elini yüzüne siper edip gözleriyle etrafı taradı. Sokağın köşesindeki arabaya doğru hızlı birkaç adım atıp içeri girdi. Arkasından gelen bir iki takipçisi camı tıklatmaya başlamışlardı.

"Bay Garfield! Cevap verin"

"O öpücüğün anlamı neydi?"

Andrew, muhabirleri umursamadığını belli eden bir edayla kafasını sağa çevirince, kendisine şaşkın şaşkın bakan bir çift koyu renk göz ile karşı karşıya geldi. Adamın şoförü olmadığını anladığı an, artık çok geçti. Kaldırıma yeniden adım attığı an akbaba misali çevrelenmiş muhabir ordusuyla burun buruna gelecekti. Eh, şu an istediği son şey buydu. Hiçbir açıklama yapmadan evli bir adamı Akademi Ödülleri'nin ortasında öpüşü, elbette ses getirecekti.

"Lanet olsun sana Reynolds!"

"Bir şey mi dedin?"

Andrew, dalgın bakışlarla adamı süzdü. Kafasında toparlayamadığı
cümlelerin dudaklarından dökülmesine çoktan izin vermişti bile.

"Beni evime bırakabilir misin?"

Bir yandan tek eliyle camın ötesini işaret etti. Çaresiz bakışları direk Ben'i hedef almıştı.

"Ne haltlar yediğini cidden merak ediyorum." Ben, yuvasına yerleştirdiği anahtarı döndürürken bir yandan gaza basıyordu.

Kumral adam, kafasını düşünceli bir biçimde iki yana salladı.

"İnan ben de bilmiyorum."

                               ☆

Sessiz geçen yarım saatin ardından, siyah araç Bay Garfield'ın evini görecek şekilde konuşlanmıştı. Andrew, arabadan indi. Beş dakika kadar sonra koşarak geldiğinde bir yandan da soluklarını düzene sokmaya çalışıyordu.

"Evimin önünü dahi kaplamışlar."

Ben, elindeki telefondan kafasını kaldırdı.

"Görüntülere bakılırsa fazlasıyla normal." Sırıtarak Andrew'a baktı.

"Kapa çeneni! Nasıl gireceğim peki şimdi."

"Çok kolay, girmeyeceksin. En azından bu gece yerlerinden kıpırdayacaklarını sanmıyorum."

"Lanet olsun! Tanrı aşkına, kapana kısıldım." Andrew, yumruğunu kapıya geçirdi.

"Şşş, sakin ol. Herhangi bir otel olmaz mı?"

"Eminim ki her otelde bir istihbaratları vardır. Cidden, yapabilecek bir şeyim yok."

"Atla." Ben, bir eliyle anahtarı çevirirken diğeriyle yanında koltuğu patpatlıyordu.

Andrew soran gözlerle baktı.

"Misafirim olacaksın."

"Ah."

"İki gün. Sadece iki kısa gün."

"Peki ya sonra?"

"Seni temin ederim ki, bitmiş olacak." Evin önündeki minibüs ve muhabirleri işaret etti.

"Gerçekten çok teşekkür ederim. İki gün sonra her ne olursa olsun döneceğime emin olabilirsin." Andrew arabaya bindi.

"Tek ihtiyacım olan yatacak bir yer ve hiç soru sormaman."

"İstediğin odayı alırsın. Ancak soru sormamak konusunda söz veremem. Sahi, amacın neydi?" Andrew'u sırıtarak süzdü.

"TANRI'M!"

Coincidence || Boy×BoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin