Gözlerimi yavaşça araladım. Deri koltuklu bir arabanın içindeydim. Üzerimde anlam veremediğim bir ağırlık vardı. Rahat hareket edemiyordum. Sanki günlerdir burada böyle yatıyor gibiydim zira her yerim tutulmuştu... Yavaş yavaş doğrulurken tek bir şey düşündüm. ''Ben kimim?''
Adımı, bilmiyordum. Neredeyim? Bilmiyordum. En son ne yaptığımı hatırlamıyordum. Arabayı birkaç kez çalıştırmak için uğraştım ama olmuyordu. Yavaşça arabadan indim. Issız, bir ormanın tam ortasındaydım. Öyle karanlıktı ki, hiçbir şey göremiyor, seçemiyordum. Hayvan sesleri ve dal çıtırtıları içimde korkunç bir his uyandırıyordu. Yardım aramalı, birine sesimi duyurmalıydım. Her an bir yerden bir şeyler çıkacakmış gibiydi ve nabzım çok hızlı atıyordu. Arkamda anlam veremediğim bir nefes hissettiğimde aniden koşmaya başladım, korktum, arkama bakmıyordum bile. Birinden veya bir yaratıktan kaçıyordum... Ama ne olduğunu hala hatırlamıyordum.
Biraz koştuktan sonra durdum ve bir ağacın altına oturdum. Bozulmaya yüz tutmuş kalp ritmimi durdurmaya çalışıyordum ama içimdeki o koşup uzaklaşma arzusu hafiflemedi. Gözlerim karanlığa alışmıştı, artık daha iyi görüyordum. Aniden bir ses duydum... Sanki tam arkamdaydı. Birisi yürüyor gibiydi. Nefes alışverişimi durduramıyordum... Hemen elimle ağzımı kapattım. Rüzgârın sesiyle beraber bana doğru yaklaşan garip sesler... Bana o kadar yakındı ki ses beynimin içinde gibiydi, orada yankılanmaya devam etti. Daha fazla orada duramayacaktım. Bir şekilde oradan uzaklaşmam gerektiğini düşündüm. Gizlice buradaki şeyin ne olduğunu kontrol etmeliydim. Bir süre daha dinledikten sonra, usulca olduğum yerden yana doğru eğildim, sesin geldiği yere doğru baktım. Kimse yoktu. Sağa sola da bakınmıştım oysa, Kimseyi göremedim. Kafayı yediğimi düşünüyordum artık. Bu karanlık, ıssız ormanın ortasında yapayalnız hissettim, boğuluyordum. Ne tarafa gideceğimi bilemiyordum. Neredeydim ben? Ağaçlar ne kadar fazlaysa, karanlık o kadar fazlaydı. Her şey simsiyah... Bir siyahtan daha karanlık... Tanrıya bir yardım yollaması için dua ediyordum. Çünkü başka kimsem yoktu.
Çok yürümüş, yorulmuştum. Nereden gideceğimi bilmiyordum ama ayaklarımın bir bildiği vardı elbet... Kafamı toplamaya çalışırken bir kulübe gördüm. O kadar sevindim ki bu barakayı gördüğüm an... Hızlıca koşmaya başladım. Kurtulacağımı sanıyordum. Kulübenin bir ışığı yanıyordu. Hemen yaklaşıp kapıyı tıkladım, beklemeye başladım. Açılmıyordu... ''Kimse yok mu?'' diye bağırdım. Hala ses yoktu. Hala duyduğum tek ses kalbimin ritmiydi. Yavaşça içeri girmeye karar verdim. İçeride sanki çürümüş et kokusu gibi tuhaf bir koku vardı. Bir akvaryum gördüm, büyük bir akvaryum. İçerisinde iki balık vardı. Sanki... Bunu daha önce görmüştüm. Bir şeyler hatırlar gibi olmuştum. Ve... Bu sefer arkamdaydı. Nefesini ensemde hissediyordum. Arkamı nasıl dönecektim bilmiyorum. Döndüğümde karşılaşacağım manzarayı kafamda tasvir etmeye çalıştım. Bir katil? Doğaüstü bir varlık? Kendimi hazırladım...
Cesaretimi toplayıp, arkamı hızla dönmüştüm ama kimse yoktu... Tanrım dedim, kafayı yemiş olmalıydım çünkü başka hiçbir açıklaması yoktu olanların. Beynimin içindeki bir ses bana aşağıya inmem gerektiğini söylüyordu, onu dinleyecektim. Yavaşça, aşağı doğru ilerledim. Gıcırtılı, maun rengi merdivenlerden aşağı indim. İnerken hala nasıl yaşıyor olduğumu düşündüm. Koku daha da ağırlaşmıştı. Çok karanlıktı ve bir ışık olmalıydı, ortalığı aydınlatmak için bir düğme aradım. Açtığımda ise unutamayacağım bir manzara ile karşı karşıya idim. Burası ceset doluydu. Boğazları kesilmiş, kolları ve bacakları vücutlarından ayrılmış ve artık kokmaya başlamış cesetler. Deşilmiş karınlar, yuvalarından çıkmış zavallı gözler ve soyulmuş deriler... Belli ki uzun zamandır burada idi ruhsuz bedenler. Birilerine haber vermek için yukarı çıktım, masanın üstüne baktım. Bir telefon vardı ama kabloları kesilmişti. Nedenini bilmiyordum doğrusu. Kendime başka bir ipucu bulmak için masaya bakmaya devam ettim. İlaçlar... Masanın üstünde ilaç kutuları vardı. Bunlar şizofreni ilaçlarıydı. Biliyordum. Aman Tanrım... Hepsi içilmiş. ''Bunları kim içiyor hakikaten?'' diye düşündüm. Kafamdaki o ses daha da belirgin olmaya başladı. Sanki bana bir şeyler söylüyordu. Sanki yapmam gereken bir iş varmış onu bitirmek zorundaymışım gibi hissetmeye başladım. Buradan çıkmalıydım. Burayı terk edip arabaya dönmeliydim. Kim olduğum, nerede olduğum meçhuldü.
Koştum. Yaşadığım şokun etkisiyle hızlıca koştum. Uzuvlarım benden bağımsız çalışıyordu. Arabayı uzun bir uğraş sonunda buldum, bindim ve gazlamak için uğraştım. Ama olmadı. Koltuk aralarına, torpido gözüne her yere baktım bir şey bulma umuduyla. En son bagajı açtım, gözlerime inanamadım. Genç bir kız cesedi vardı. Belki 25 belki biraz daha fazla gibi duruyordu yaşı. Mosmordu bedeni, yaşama dair hiçbir iz yoktu üzerinde. Küçük beyaz avuçlarının arasında bir not buldum.
''Merhaba Kevin.'' diye başlıyordu. Acaba ben miyim? Diye düşündüm ve okumaya devam ettim.
''Biliyorum. Aklın fazlasıyla karışık ve eminim birçok şeyi hatırlamakta güçlük çekiyorsun. Bu olanlar yüksek doz aldığın şizofreni ilaçları yüzünden. Endişe etme, iyileşeceksin. İyileşmek için çok uzun zamanın olacak çünkü gördüğün insanların hepsini sen öldürdüğün için geriye kalan hayatını bir hapishanede geçireceksin. Polis çağırdım. Birazdan orada olur.''
Kanım donmuştu. Ben... Ben bunu yapamazdım. O an uzaktan gelen siren seslerini duydum. Arabanın yanına oturup, sırtımı tekerleğe dayadım. Işıklar yaklaştı. Yüzüme vuran kırmızı-mavi ışıklar gözlerimi almıştı. Megafondan ''Ellerini kaldır ve başının üzerine koy'' çağrısı yapılıyordu. Öyle yaptım. Tutuklandım.
Bu insanların hepsini ben öldürmüşüm. Defalarca hatırlamadığımı söyledim. Boşunaydı. Günlerce sorgudan sonra ve deliller itibari ile suçlu bulundum. Bundan sonra ki hayatımı dört duvar arasında geçireceğim. Ama kafa karıştıran onca şeyden sonra bana en tuhaf gelen şey şu oldu; polisin söylediğine göre, o not benim el yazımla yazılmıştı.