#Ella Blower#
Onun gözlerine bakarak istemsizce yutkundum. Endişeli miydi, meraklı mı, yoksa korkmuş bir şekilde mi bakıyordu bilemiyorum. Ne düşündüğünü gerçekten merak ediyordum ama hiçbir fikrim yoktu.
Kahkaha attım. "Ellerini bir daha bana sürersen seni buna pişman ederim." yerimden kalkıp bunları ona söylediğimde şaşırmış gözlerle bana bakmayı sürdürdü ve ardından kaşlarını çattı.
Ama hayır, tek kelime etmiyordu. Sınıftakiler bize dönmüştü. Birimizden bir laf bekliyorlardı. Matt'e küçümseyici bir şekilde bakıp kapıya doğru ilerledim. Ve ona dönüp "Ufaklık." diye cümlemi tamamlıyıp, sınıftan çıktım.
Arabama atlayıp biraz kafamı dağıtmaya karar verdim. Biraz dağılmak iyi gelebilirdi. Arabada giderken bağırarak Arctic Monkeys söylüyordum, sesim güzeldi. Belkide bu yüzden şarkı söylemeyi seviyordum.
"ARE YOU MINEEE?" diğe bağırırken yanımda bir araba belirdi. "Yarış ister misin güzelim?" Bağırışını duyduğumda istemsizce gülümsedim. "EVEEET!"
Eğlenmeyi hep sevmiştim. Sonucu ne doğurursa doğursun.
Mesela şimdi hastanelik olsam ne değişecekti sanki? Canımın acıyacağını mı sanıyorlardı yani?
Sevinç çığlığı atarak gaza bastım, yarış yapmayı severdim. Daha önce iki kez yarış yaparken kaza bile geçirmiştim ama bu yarış yapmaktan vazgeçeceğim anlamına gelmiyordu. Aksine daha çekici yapıyordu. İçimde heyecanla birlikte korku da oluyordu ve evet, duygularım sadece eğlenirken ortaya çıkıyordu.
Bağırarak şarkı söylemeye devam ettim. Tabii araya daha önce gördüğümü düşündüğüm bir arabanın girmesiyle şaşırıp yavaşladım ve bu sırada araba hızlanıp önüme geçti. Onu sollamama izin vermiyordu. Virajda yolumu kapattı. Harika, bir de bununla uğraşacaktım.
Arabadan inip arabasının yanına gittiğimde yarıştığım araba çoktan gözden kaybolmuştu bile. "Hey, sen kendini ne zanned.."
Arabadan inenin Matt olduğunu görünce küçümseyici bir ifadeyle yüzüne baktım. "Yoluma çıkmayı acilen kesmelisin."
Saçlarını geriye alıp yüzüme baktı, yüzümü ellerinin arasına aldı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında bense mal gibi onun gözlerine bakıyordum. Donduğumu hissettim bir an için. Ama gözlerimi gözlerinden ayırınca kendime geldim.
"Çek ellerini üzerimden, bela mı arıyorsun Matthew?" kaşlarımı çattığıma mutlu olmuş gibi gülümsedi, gerçekten deli olmalıydı.
Yüzünü -yada dudaklarını mı demeliyim- bana yaklaştırıp gözlerime baktı. "Amacın ne gerçekten anlamıyorum ama artık daha fazla karşıma çıkma!" dedim sinirle.
Onu ittirdiğimde belimi kavrayıp hızlıca beni kendine çekti, ve arabaya yasladı. Tıpkı barda Valeria'yı duvara yasladığı gibi. "Defol hayatımdan Matthew Ocean! Senin yüzünden hayatım mahvoluyor."
"Benimde." diye fısıldarken dudaklarını tekrar dudaklarıma doğru yakışlaştırdı ve bir kaç saniye bekledi. Gözlerini üzerimden çekerek beni itti. "Ne tür bir manyaksın?" dedim sinirle. "Sen kim olduğunu sanıyorsun ki beni öpmeye çalışıyor, sonrada itiyorsun?"
Kahkaha attı. "Seni öpmek isteseydim çoktan öperdim Ella, kendini fazla önemli görüyorsun."
Bu çocuk ciddi miydi gerçekten? Ne yapmaya çalışıyordu o zaman? Hayatımı daha fazla mahfetmeye mi?
Arabama doğru yürürken birden durdum ve Matthew'a bağırdım.
"Sen ve dediklerin umrumda değilsiniz. Neden biliyor musun? Çünkü seni önemsemiyorum. Diğerlerinden hiç bir farkın yok. O yüzden yerinde olsam bir daha karşıma çıkmam!"
Arabayı önüme çıkan yollardan birine rasgele sürüyordum. Nereye gittiğim önemsizdi. Telefonumun melodisi kulağıma dolarken açmamaya karar verdim, telefonu kapatıp yanımdaki koltuğa koydum. Her kim aramışsa şuan gerçekten onunla uğraşamazdım. Şuan, hiçbir şey her zaman olduğu gibi umrumda değildi.
Görüş alanımda yemyeşil çimenler ve rengarek papatyalar vardı. Evet, rengarek. Muhtemelen papatya değillerdi, ama benziyorlardı işte.
Arabadan inip çimenlerin üzerinde yürümeye başladım. Ve yine evet, ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Yürüdükçe uzaklaşıyordum sanki, çocukluğuma geri dönüyordum.
Herkes çimlerinlerin üzerinde oynuyordu. Bir çocuğun ayağı taşa takıldı. Düştüğünde ağlamaya başladı. Annesi yanına gidip sarıldı çocuğa, dizine baktı. Öptü dizini. Çocuksa halâ ağlıyordu.
Gözlerimi çevirdim. Bir kaç çocuk el ele tutuşmuş oyun oynuyordu. Başka çocuklar bir birlerini gıdıklıyorlardı.
Yürümeye devam ettim aralarından, hepsi mutluydu.
İnsanların mutlu olmalarından nefret ediyordum. Belkide insanlardan nefret ediyorum.
Çimenlerin bittiği yerde bir akarsu vardı. Mükemmeldi.
Yeşilliğe bulanmış maviliği sanki bana bir şey anımsatıyordu, zayıf noktamı. Kendimi zorluyordum o mavilikte kaybolmamak için yinede eninde sonunda kaybolacağımı hissediyordum. Kaybolmak istemiyordum, yaşamadığım duygular yaşamak istemiyordum ve daha da önemlisi hissetmek istemiyordum.
Oysa belkide yapmam gereken tek şey kendimi sonsuz maviliğe bırakmaktır.
Ayağımı suya değdirdiğimde gereğinden fazla soğuk olduğunu fark ettim. Hadi ama, yaz ayındayız? İki ayağımı da aniden suya sokunca, hafifçe titredim. Daha fazla titremem gerekiyordu. Yani, en azından ben öyle istiyordum.
Tişörtümü çıkarıp çimenlerin üstüne attım, pantolonumu da öyle. Hava sıcaktı. Yazı seviyordum. Şimdi suya girdiğimde daha fazla titriyordum. Belli belirsiz bir gülümseme geçti yüzümden. Biraz daha ileri gittiğimde tüm bedenimi kuvvetli bir titrelti ele geçirmişti bile.
Sonsuz mavilik sonsuzluğum olacaktı ve ben sonsuza kadar sonsuz maviliğin olacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umursamaz
Teen FictionEn mutlu olduğun gün, hayatının bir yalandan ibaret olduğunu öğrenirsen ne yaparsın?