"Neden?" diye konuya daldım. Anlamadığım bir biçimde sakindim.
"Nedenini bilmiyorum." Bilmediğin işlere neden kalkışıyorsunki? "Bana kalırsa.." Onu engellemek istiyordum ve bunun nedenini bilmiyordum. "Ah, boşversene."
Yemek için bir şeyler alacaktı ki daha fazla burda kalmak istemediğimi fark ettim. Sonra gözüm yeniden Valeria'ya takıldı. Hiç bir şeyden haberi yoktu. Matt'le aynı okulda olduğundan bile. Ona kızamazdım. Hoş, nasıl ikisininde haberi yoktu anlayamıyordum.
"Hızlı ye, bekliyorum Vall." Dedim yüzüne bakarak, yinede içimden bir parça kırılmıştı ona karşı.
Kısa bir süreden sonra arabaya bindik. Giderken arada bir gözüm Valeria'ya kayıyordu. Dışarıyı izliyordu.
Geldiğimizde bahçedeki pek çok kafa -her zaman olduğu gibi- bize çevrilmişti. Bu bize bakan kişilerin içinde en göze batan kuşkusuz ki Brandon'dı.
"Benim bir işim var Vall." Dediğimde cevap vermesini beklemeden Brandon'un yanına yürümeye başladım.
"Selam Brand." Büyüyen göz bebekleriyle bana bakarken hiç bir şey söylememişti. "Konuşabilir miyiz?" Artık, ağzını açsa fena olmayabilirdi.
"Brandon'un senle konuşmak isteyeceğini sanmıyorum." Ve bu ses? Aslında ses değilde, cümleden bile Clara'nın konuştuğunu anlayabilirsiniz.
"Hadi ya? Brandon konuşamıyor mu?"
Clara gülerek bana bakarken neden güldüğüne anlam veremiyordum. Piskopatların içinde kalmış olmalıyım. "Git burdan Ell." Brandon'un duygusuz sesini duyduğumda kahkaha attım.
"Ne tür manyakların arasında kaldım? Tanrım. Daha geçen gün yanıma gelip.."
"Kapa çeneni Ell." Clara neden her söze karışıyordu ki sanki? Ah, bu kız iyi bir dayağı hak etti. "Siktir Clar."
Arkamı döndüğümde Miranda'yı gördüm. Hadi ama? Burda ne işi olabilirdi ki? "Selam bebek, yoksa buraya mı yazılmaya karar verdin?"
Gülerek başını salladı. "Fena fikir değil ama henüz düşünmüyorum. Matt çağırmıştı, şu romanınız hakkında kullanacağınız bir kaç şey istedi."
"Ben neyim acaba burda?" Derken gözlerimi devirdim. "Sen burda cici prenses oluyorsun ufaklık." Matt bunu yanağımdan makas alırken söylemeseydi daha az utanabilirdim belkide. "İşte orada dur, buranın cicisi Miranda."
İkisi aynı anda kahkaha attı. Miranda'ysa gülerek bana bakıyordu. "Artık değil." Ah, birde benimle eğleniyorlardı, Tanrım!
"Ha-ha." diyerek çok komik olduklarını onlara belli ettiğimi umuyordum. Ardından yaşanan sessizliği yine ben böldüm. "Şuanki amacımız ne?"
"Ben gidiyorum gençler." Sesin sahibi Miranda'ydı. "Görüşürüz Mir.." Matt yine sözümü bölüp konuştu. "Tamam fıstık."
Ve bir kahkaha. Tüm okulun duyabiliceğini düşündüğüm çapta bir kahkaha. Tabi sahibi kim? Tabiki ben.
"Fıstık mı? Aah, ölüyorum sanırım." diyerek yanaklarımı ısırdım.
"Kıskandın mı ufaklık?" Derken sırıtıyordu. "Ah, Romeo bunu bana nasıl yaparsın?" Dedim gülerek.
"Bakıyorum rollere bürünmüşsünüz." Bayan Gleen yanımızdan geçerken duymuş olmalı ki bize bakıp güldü. "İsterseniz romanlarınızı değiştirebilirim?" Göz kırptığında, Matt güldü. "Biz çok memnunuz."
Bayan Gleen yanımızdan ayrıldığında Matt'a yan gözle baktım. "Demek memnunuz ha?"
"Tabiki." diyip gülümsediğinde yüzünü inceledim.
Ne kadar çarpıcı bir gülüşü vardı.
"Ne düşünüyorsun?" diyen sesi böldü sessizliği. Çalan zil sesiyle gözlerimi kırpıştırıp Matt'a baktım tekrar. "Derse geç kalmak istemediğimi."
Ben ona sınıfa doğru ilerlerken, gülümsediğini hissedebiliyordum.
Sıkıcı ve gereksiz bir matematik dersinden sonra, gözüm yüne Matt'a takıldı. Onu seyrederken yanıma oturan Valeria'yı fark etmemiştim. "Ella bölmek istemem ama.." Yüzümü çevirip Vall'ı görünce hafifçe kızardım. "Hah?" Çok kibar birisi olduğumdan bahsetmişmiydim?
"Diyorumki eğer çıkışta Matt ile gitmen gerekmiyorsa.." Durup yüzüme baktı, konuşmakta zorlanıyor gibiydi. "Pijama partisini bugün yapmaya karar verdim. Miranda'ya diğer kızlara filan haber vereceğim. Bugün onla gitmesen olmaz mı?"
Gözlerinde rica kırıntıları parıldıyordu. İstemiyordu onunla gitmemi, gayet açıktı. Belkide Matt'a karşı bir şeyler duyuyordu. Ama eğer öyle olsaydı bana bahsederdi değil mi? Sonuçta her ne kadar son günlerde konuşacak vakit bulamasakta, en yakın arkadaştık.
"Üzgünüm Vall, gitmem gerek. Bensiz bir pijama partisi olacak, ne yazık."
Kendisi söylemiyorsa bir şeyler hissettiğini, anlamazdan gelebilirim öyle değil mi?
Başını sallayıp yanımdan uzaklaşırken arkasından onu izliyordum. Kırılmış olmalıydı, tıpkı benim gibi.
"Beni izle Ell." Sesin geldiği yöne doğru dönerken Brandon'a çarptım. "Ne saçmalıyorsun yine?" Elimi üzerine doğru sallarken, kolumdan yavaşça tutup beni kütüphane'ye soktu. Büyük ve geniş bir kütüphanesi vardı okulumuzun, labirent gibi.
Beni kütüphanenin bir ucuna çekti. "Ne var?" Kaşlarımı çatıp ona baktığımda istediğini almışcasına, yüz hatlarına rahatlık dolu bir gülümseyiş yayıldı. Flimlerdeki gibi yüzümdeki bir tutam saçı kulağımın arkasına nazikçe sıkıştırdı. Şaşkınca yüzüne bakıyordum.
Eli ani bir hareketle belimi sardı, beni kendine doğru yavaşça ama sanki kaçmamdan korkuyormuşcasına temkinli bir şekilde çekerken alnını alnıma yasladı. Güneşten hafif yanmış yüzü ona şirinlik katmıştı. Yanakları gel beni ısır diyordu sanki. Ve ben şaşkın gözlerle ona bakıyordum. Fakat anlamadığım bir nedenle kıpırdayamıyordum. Brandon nazikti, belkide ilk defa. Elinin titrediğini hissediyordum sanki, tabi bana da öyle gelmiş olabilirdi. Yinede, ilk defa böyle hissettirmişti.
Gülümseyerek alnını alnımdan ayırdıktan sonra, belime sarılı olan elleriyle beni hafifçe kendine doğru çekti ve dudaklarını dudaklarımla buluşturdu.
Multimedia: Brandon
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Umursamaz
Teen FictionEn mutlu olduğun gün, hayatının bir yalandan ibaret olduğunu öğrenirsen ne yaparsın?