Ben sekiz yaşımdayken evimize bir hırsız girmişti. Tek istediği para olan ürkek bir hırsız değildi. Annemi yaralamış ve beni komaya sokmuştu. Babam o sıralar bir iş gezisindeydi ancak haberi alır almaz Kore'ye dönmüştü. Geçen on sekiz yıl on sekiz dakika gibiydi, yaklaşık iki haftalık koma sürecimden çıktığım günü çok net hatırlıyordum. Uyanır uyanmaz annemi görmüştüm. Ağlamaktan gözleri şişmiş ve kızarma evresinden geçip morarmaya başlamışlardı. Babam da oradaydı. Normalde her hafta en az bir kere tıraş olan babamın sakalları uzamıştı. O zamana dair beni en çok etkileyen şey o pisliğin anneme vurduğunu görmem olmuştu. Cehennem gibi bir dönem geçirmiştim. Her şeyden korkar olmuştum ve annemin yanımdan ayrılmasını hiç istemiyordum. İşe gitmemesi için yalvardığımı bile hatırlıyorum. Ona bir şey olursa yaşayamazdım.
Şimdi mi? Şimdi babamın ölümünün üzerinden altı yıl geçmişti ve annem yeni kocasıyla birlikte Amerika'da yaşıyordu. Ben üniversiteye başladığımda Kore'den gitmişti, o zamandan beri de birbirimizi hiç canlı olarak görmemiştik. Ona hala ihtiyaç duyuyordum. Tam şu anda ona ihtiyacım vardı. Karşımdaki insanı daha önce görmüştüm. Önceki görüşümde de daha önce gördüğümü düşünmüştüm. Belki de şimdi karşımda olmasaydı gelecekte ona dair hatırlayacağım tek şey onun yanındayken başlayan baş ağrım olacaktı. Kim bilir, karşımda duran bu adam korkulacak birisi olmayabilirdi. Bu önemli değildi. Karşımda böyle bir pozisyonda duran kişi olmayan kardeşim bile olsa korkardım. Çünkü şu an ona bakmıyordum, on sekiz yıl önce bana ve anneme zarar veren adama bakıyordum.
Durduğum yerde nefes nefese kalmıştım ve adımlarım ilk kez bana itaat etmeyerek oldukları yerde duruyorlardı. Tek çarem kendimi savunmaktı ancak böyle bir şey yapabileceğimi de söyleyemezdim. Kendime karşımdakinin o adam olmadığını söylüyordum. Hayır, o değildi. Bana zarar vermeyecekti.
"Hey?" İkinci kez gördüğümü sandığım çocuk tereddütle birkaç adım yaklaştı. Az önce yüzüne hakim olan kurnazlık yerini paniğe bırakmıştı. "İyi misin?"
Çocuğun sesiyle birlikte nefesimi burnumdan verdim ve öne doğru bir adım atmayı becerebildim. "Sen..." Kafamın içindeki görüntü yavaş yavaş soluyordu. "Burada ne işin var?"
"Ah..." Çocuk hala panik halindeydi ve ben de arka cebimdeki telefonuma uzanmaya çalışıyordum. "Ben...Spor bölümünün yeni stajyerlerindenim."
Duraksadım. Sapık veya hırsız değildi demek. Onu baştan aşağı süzerek "Stajyer olmak için biraz fazla büyük değil misin?" diye sordum. Yanılmıyorsam yirmi beşin üzerindeydi.
"Yirmi altı yaşındayım." dedi hafifçe kafa sallayarak. "Büyük olabilirim ancak daha önce spor bölümünde genç bir stajyere hiç rastlamadım."
Zekiydi.
"Peki neden buradasın? Hem de gecenin bu saatinde."
Yanaklarını şişirip etrafa bakınırken omuz silkti. "Koridoru takip edince buraya ulaştım ve içerisi çok hoşuma gitti."
"Ya sana güvenmiyorsam?"
Düşünceli bir şekilde iç çekti ve gözlerini irileştirip ellerini yanaklarına koydu. "Bu güven sorunun var demektir. Benim gibi tatlı bir insana kim güvenmez?"
"Pekala, artık sana güveniyorum." Ve artık tamamen rahattım. Yanından geçip Yoon Gi'nin masasına doğru ilerledim. "Tam da spor bölümündekiler gibisin."
"Tam da spor bölümündekiler gibi mi?" diyerek peşimden geldi. "O nasıl oluyor?"
Tekerlekli sandalyeyi çekip otururken mırıldandım. "Ukala..." MacBook'un kapağını aralarken devam ettim. "Egoist..." Çekmecelerden birinden kameranın bağlantı kablosunu bulduktan sonra bilgisayara bağladım ve yanımdaki sandalyeye oturan çocuğa döndüm. "Ve zeki olduğunu sanan bir salak gibisin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Enchanted | ChanBaek
FanfictionYaşam dediğimiz şey günümüzdeki çoğu insanın yaptığı gibi hoş çocukluklar geçirip daha sonra öğrenim hayatına başlamak ve yıllarımızı alan eğitim hayatlarımız bittiğinde öleceğimiz zamana kadar para kazanmak için hayatlarımızı ortaya koymaktan ibare...