Bir rüyanın nasıl olduğunu bilirsiniz.
Oraya nasıl geldiğinizi asla bilmezsiniz. Sadece her şey gayet normalmiş gibi öylece durur ve etrafı izlersiniz. Ne olacağı varsa tamamen kontrolünüz dışında oluverir işte, beyniniz size ihtiyaç duymaz.
Ama şimdi farklıydı. Nasıl bir farklılık olduğunu bilmiyordum, sadece farklıydı işte. Normalde sinemadaki filmi seyreden bir seyirci gibiyken şimdi perdeye yansıyan oyuncuydum. Hissediyordum ve görüyordum. Sadece ne yaptığımdan ve ne yapacağımdan emin değildim. İçimde her saniye büyüyen bir sıkıntı vardı. Bu sıkıntının kaynağına dair en ufak bir fikrim yoktu ancak boğazımdaki düğümü, kalbime saplanmış iğneleri ve karnımdaki tuğlayı hissediyordum. Bir de o baş ağrısını...
Bir kafedeydim. Burası oldukça sıcaktı, yine de ben donuyordum. Üzerimde buz mavisi bir palto, kalın bir kot pantolon, bir çift bot ve boğazımı oldukça iyi saran bir atkı vardı. Tüm bunlara rağmen buz tutmuştum. Belki de psikolojik durumum o an beni o hale getirmişti, bilmiyordum. Vücudum hiç durmayacakmışçasına titriyordu, ölecektim. Sonra bir şey oldu ve gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. Öylece oturup ağlamak istemediğim için masanın üstüne ne zaman sipariş ettiğimi bile bilmediğim kahvenin parasını bırakarak ayağa kalktım. Hiçbir şey düşünmüyordum, sadece hızlı bir şekilde hareket ediyordum. Kafenin kapısını açıp dışarıya çıkarken dışarının ne kadar soğuk olduğunu bile düşünmemiştim. Nereye gideceğimi bilmiyor değildim, yerini bildiğim ama bilmediğim bir binaya gidiyordum. Caddede biraz yürüyecek ve sonra bir sokağa sapıp başka bir caddeye çıkacaktım. Neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum, sadece oraya gitmem gerekiyordu. Hava soğuk diyemezdim çünkü bedenim dışında etrafta olan hiçbir şeyi hissedemiyordum. Ben soğuktum.
Caddeden sokağa dönüp yürümeye başladığımda etrafta kimse yok gibi görünüyordu ancak insan sayısı teker teker artmaya başladı. Arada birkaçının bana baktığını hissediyordum. Beni öldürmek istiyor gibi görünmüyorlardı ancak burada olmamamı söylüyor gibilerdi. Burada olmamalıydım, yine de buradaydım.
Duraksamıştım. Uçak sesi gibiydi. Hayır hayır, uçak sesi değildi. Havaalanına yakın bir mevkide bulunduğunuz zaman yaklaşan uçağın sesini bir ıslık gibi duyardınız. Sonra ıslık küçülür, pes bir uğultu ıslığın yerini kaplardı. Bu da aynı onun gibiydi ancak yaklaşan şey bir uçak değildi. Önümde sadece insanlar vardı ve sesin nereden geldiğine dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Arkamı döndüm. Sonra tekrar önüme döndüm. Artık önümde ne insanlar ne de bir sokak vardı. Ulaşmak istediğim binanın tam karşısındaki kaldırımda duruyordum ve binayla aramda duran yoldan bir yığın araba geçiyordu. O ses hala oradaydı ve gittikçe yaklaşıyordu. Arabaların içindeki mekaniklerin seslerini bile yanı başımda duyuyordum.
Sonra başımdaki ağrı patlarmışçasına bütün vücuduma yayıldı.
''Uyanıyor!"
Ve ben...Uyandım.
Gözlerimi açmaya çalıştığım bir dakika boyunca öldüğümü düşünmüştüm çünkü tek görebildiğim beyaz bir ışıktı. Bilirsiniz 'Işığı gördüm!', 'Yüce İsa! Azrail mi geldi?'...Bu tür şeyleri hep kitaplarda görmüştüm ama az önce yaşadıklarımın etkisiyle karşılaştığım beyaz ışık bana gerçekten öldüğümü düşündürtmüştü. Yaşadığımı anlamamı sağlayan şey ışığın önüne geçen kafaydı. Bulanık görüyor olabilirdim ama bu kafanın Sung Jae'ye ait olduğuna dair bahse bile girerdim. Gözlerimi yavaşça açtığımda beyaz ışık gittikçe küçülerek tavandaki florasana dönüşmüştü.
''Hyung!'' diye seslendi birisi. Do Woon'du bu. ''İyi misin?''
''Hey, dur da bir ayılsın.'' Ve Kyu Hyun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Enchanted | ChanBaek
FanfictionYaşam dediğimiz şey günümüzdeki çoğu insanın yaptığı gibi hoş çocukluklar geçirip daha sonra öğrenim hayatına başlamak ve yıllarımızı alan eğitim hayatlarımız bittiğinde öleceğimiz zamana kadar para kazanmak için hayatlarımızı ortaya koymaktan ibare...