Sabahın dördünde, kendi yatağımda uyanmıştım. Kalp atışlarım hızlıydı ve şakağımdan terler dökülüyordu. Sorun şuydu ki ne içerisi çok sıcaktı ne de bir kabus görmüştüm. Hatırladığım son şey hastaneden çıktıktan sonra eve gelip uyuduğumdu. Arada bir şeyler kaçırdığımdan emindim ama tamamen karanlıktı, hatırlayamıyordum işte.
Kendimi normal hissettiğim bir zaman olsa 'Bu saatte ne halt yemeye uyandım?' der ve anında tekrar uyurdum ancak şimdi yatmak istemiyordum. İstediğim şey...Dışarıya çıkmaktı.
Sabahın bu saatinde bir deli gibi yatağımdan kalktım, giyindim ve koşuya çıktım. Gündüzleri hava sıcaktı ancak sabahın bu saatinde biraz serindi, ceketim sayesinde bunun bir önemi kalmıyordu. Güneşin doğmasına bir saatten az bir süre vardı ve ay tepedeydi, dolayısıyla yıldızlar gereğinden birazcık daha az görünüyorlardı.
Kulaklıklarımı taktım ve telefonumu cebime yerleştirdikten sonra koşmaya başladım. Sabahın köründe dışarıda olan tek kişi gibi görünüyordum. Yine de pek umrumda olduğu söylenemezdi, evde olsaydım duvarlar üstüme üstüme geliyormuş gibi hissedecektim. Şimdi koşuyor olmama rağmen temiz havayı ciğerlerime çekmek açık bir havada çimlere uzanmak gibi hissettiriyordu.Birkaç dakika boyunca asıl yürüyüş alanının bulunduğu Seul Barış Parkı'na kadar koştum ve daha sonra ağaçların arasına yapılmış bir yoldan sağa dönerek parkın içine girdim.
Gün içinde bu parkta satıcılar, çocuklar, gazete okuyan yaşlılar ve öğle arasına çıkmış çalışanlar oluyordu. Koşan ve bisiklet süren insanlar yaz geldiği için sabah serinliği ve akşam üstünü tercih ediyorlardı. Ve bu sabah açılışı ben yapmıştım.Yaklaşık bir saat boyunca neden sokakta olduğumu ve neden bunu yaptığımı sorgulamadan koştum. Son birkaç gündür hayatım boyunca yapmayacağım şeyleri yapıyordum ve hiçbir zaman durup 'Ne yapıyorum ben?' diye düşünmüyordum. Özellikle de Park Chan Yeol'ün arabasında onun yanına oturup bakışlarımı tamamen ona odaklamam...Dün akşam Chan Yeol ile birlikteydim. Onunla dışarıya çıktığımı hayal meyal hatırlıyordum. Hatırladığım en net şey ise arabada birbirimize baktığımız o andı.
Park Chan Yeol şoför koltuğunda oturmuş yanında oturan bana bakıyor, ben de ön yolcu koltuğunda oturmuş yanımda oturan ona bakıyordum. Daha sonra gözlerim yavaşça kapanıyor, başımın içinde önce bir sıcaklık sonra bir ağrı hakim oluyor ve Chan Yeol'ün parmaklarını saçlarımda hissediyordum. Ve bir rüya...Hastanede uyandığım sabah gördüğüm o rüyayı görmüştüm. Tam olarak aynı değildi. O sefer kendi vücut sıcaklığım ve acı dolu duygulardan başka bir şey hissetmiyordum ancak şimdi kafenin içindeki o güzel koku ve sıcaklığı, dışarıdaki havanın soğukluğunu, yanağımdan süzülen yaşları hissedebiliyordum. Yine aynı şekilde kafeden çıkıp caddeyi ve sokakları aşıyor, ulaşmak istediğim binanın önüne geliyordum. Bu sefer o ses yoktu ve ben ilk rüyanın aksine karşıya geçip binaya girebiliyordum.
Bina on iki katlı yeni bir binaydı, bir şirket binası mıydı yoksa ev olarak mı kullanılacaktı bilmiyordum ama henüz kullanıma açılmamış gibi görünüyordu. Yerlerde henüz takılmamış mermerler, camlar ve kağıtlar vardı. Onları ve asansörü es geçip yangın merdivenlerinden üst katlara doğru çıktığımı hatırlıyordum ve sonra uyanmıştım. Hızlı kalp atışları ve ter damlaları eşliğinde. Bir kabusa benzemiyordu, neden böyle bir rüya yüzünden heyecanlandığımı bilmiyordum. Cevabı onda değildi belki ama rüyayı görmeye başladığımda onunlayken uyandığımda evimdeydim, bir yere oturup Park Chan Yeol'e uyanık olup olmadığını soran bir mesaj attım. Çok geçmeden ellerimin arasındaki telefonun zil sesi çalmaya başlamıştı. Chan Yeol arıyordu, açtım.
"Günaydın."
Gözlerimi devirerek "Ne yapıyorsun?" dedim.
"Hiçbir şey." Sesi tuhaf çıkıyordu. Belki de yeni uyanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Enchanted | ChanBaek
FanfictionYaşam dediğimiz şey günümüzdeki çoğu insanın yaptığı gibi hoş çocukluklar geçirip daha sonra öğrenim hayatına başlamak ve yıllarımızı alan eğitim hayatlarımız bittiğinde öleceğimiz zamana kadar para kazanmak için hayatlarımızı ortaya koymaktan ibare...