Ellerimin arasındaki örtüyü sıkıca sıkan parmaklarımın sızısı giderek artmasaydı saatlerdir yalnızca oturduğumu ve karşı koltukta uyuya kalmış adamın içimdeki bir şeyleri titreten yüzünü süzdüğümü fark edemeyecektim. Uyuduğumu sanıp karşımdaki kanepeye uzanmış ve benim de onu neredeyse kapalı olan göz kapaklarımın ardından izliyor oluşumdan bir haber şekilde uzunca bir süre beni izlemiş, sonrasında direndiği uykusu onu kollarının arasına almıştı.
Duvardaki saatin akrebi ikiye yaklaşıyordu, evin içi karanlıktı fakat bulutların tam olarak önünü kapatamadıkları dolunayın ihtişamlı ışığı etrafımı hiç zorluk çekmeden görebilmemi sağlıyordu. Yine de kafamın içini aydınlatmaya yetmiyordu. Düşüncelerimde kaybolmuştum, o an ne düşündüysem bir saniye sonra yerini tamamen başka bir şey alıyordu. Anlattıklarının doğruluğundan şüphe etmiyordum fakat inanmaya cesaretim yoktu. Eğer inanırsam kendi varlığımdan şüphe etmeye başlardım.
Bir şekilde edindiğim, bana ait olmayan anılara sahiptim. Bana getireceklerinden korkuyordum. Rüyalarımla ve diğer bir Baek Hyun ile bağı olan adam, gördüklerimin sebebinin muhtemelen imkanız olan bir şeyi başarıp bana gelmiş olması olduğunu söylemişti. Günümüzde insanlar zaman kavramının ne olduğunu çözmeye çalışırken o bunu aşmıştı. Daha da kafa karıştırıcı olanı ise ben ona sahip değilken o bana sahipti. Düşündükçe kafamın içi daha fazla bulanıklaşıyordu.
"Her birimiz birer enerjiden kopan ruhlarız." demişti. "Ve bu ruhlar birbirlerinden habersiz şekilde zamanda dağılmış durumda. Başka zamanlarda, başka evrenlerde, başka boyutlarda..." Ona deli olduğunu söylemek istemiştim ama olmadığını biliyordum. Asıl sorun da buydu.
Rüyamı düşündüm. Önce bir kafede oturuyor, daha sonra kafeden çıkıp bir binaya ulaşıyordum. Binanın en tepesine kadar tüm merdivenleri tırmanıyordum. Tüm bunlar olurken ise oldukça derinden hissettiğim pişmanlık, özlem ve kalp sızısı içimi yakıp tutuşturuyordu.
Bir başka rüyada ise zaten yaşadığım bir günün ufak bir ayrıntısı dışında aynısı vardı. Sarhoş bir şekilde Yoon Gi'nin doğum günü kutlamasını terk ediyordum, yavaş yavaş beni esiri yapan baş ağrısı vücudumu ele geçiriyordu. İnsan selinin arasında yere yığılıyordum ve gerçekte olanın aksine yanımdan geçen genç bir çift bana toparlanmam için yardım ediyordu. Doğrulur doğrulmaz ise Chan Yeol'ü görüyordum. Orada bana bakıyordu. Ve Chan Yeol, gerçekten de o gün oradaydı.
Düşüncelerimden nasıl tamamen sıyrıldığımı ve uyuya kaldığımı bilmiyordum fakat bir anda güneşin parlak ışıkları göz kapaklarımı zorlamaya başlamıştı. Burnuma iştah açıcı yemek kokuları geliyor ve hoş bir melodi kulaklarıma doluyordu. Son halimin aksine biraz da olsa huzur bulmuştum. Biraz merak ve endişeyle göz kapaklarımın yukarı kalkmasına izin verdim. Salonda değil yatak odamdaydım. Chan Yeol beni buraya mı taşımıştı? Belki de ben uykulu bir şekilde gelmiştim ve şimdi de hatırlayamıyordum.
Yavaş hareketlerle yataktan kalkıp kararsız adımlarla odayı terk ettim. Koridora çıktığım anda Chan Yeol'ün mırıldanan boğuk sesini duymuştum, ne yapıyordu?
"Hey..." Az öncekilere göre daha hızlı adımlarla salona daldığımda yemek masasının başında bir şeylerle uğraşan Chan Yeol'ü gördüm. "Ne yapıyorsun?"
Sesimi duymasıyla birlikte yaptığı şeye ara verip kafasını kaldırdı. Gözlerimiz buluştuğunda dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "Oh, uyanmışsın. Günaydın." Kollarını iki yana açıp bana doğru gelirken donakalmıştım. Kollarını bana sıkıca dolarken kendimi geri çekmeye çalıştım. Ona sarılmak istemediğimden veya ondan uzak durmak isteyişimden kaynaklanan bir şey değildi bu, yalnızca bir şeylerin farklı olduğunu ve hatta olmadığını fark edişimdendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Enchanted | ChanBaek
FanfictionYaşam dediğimiz şey günümüzdeki çoğu insanın yaptığı gibi hoş çocukluklar geçirip daha sonra öğrenim hayatına başlamak ve yıllarımızı alan eğitim hayatlarımız bittiğinde öleceğimiz zamana kadar para kazanmak için hayatlarımızı ortaya koymaktan ibare...