Bölüm 4- Lise Yıllarım

300 6 0
                                    

LİSE YILLARIM

Babam her zaman olduğu gibi okullar açılmadan bir gün önce, bizi traktörle Kadirlide'ki iki odalı küçük evimize getirdi. Daha önceleri hep komşumuz İbrahim Ağabey'in traktörü ile gelirdik. O zamanlar bizim traktörümüz yoktu. O yıl biz traktör aldığımız için bizim traktörümüzle gelmiştik.Bu evimiz daha öncede bahsettiğim gibi iki odalıydı. Odanın birinde Sadettin amcam ben ve kardeşim Emel kalıyorduk.Babam evin odasının birinin bir köşesine bir cağlak yaptırmış,buraya bir musluk koydurmuştu.Biz burada hem bulaşıklarımızı yıkıyorduk, hem de banyomuzu yapıyorduk.

Zor koşullarda hayatımızı devam ettirmeye çalışıyorduk.Çünkü 12 yaşlarından itibaren kendi ayaklarımızın üzerinde durmayı öğrenmek zorunda kalmıştık.Kendi yemeğimiz kendimiz yapıyorduk.Çoğu zaman kendi çamaşırlarımızı da kendimiz yıkıyorduk.Babam kışın kullanmamız için bir soba kurmuştu ancak yakacak doğru dürüst odunumuz yoktu.Babam senenin başında traktörle geldiğimizde her zaman odun getirirdi ancak bu odunlar sobaya sığacak şekilde değildi.Bu odunların çoğu bilek kalınlığında uzun dut dalları idi.Biz önceleri ablamla sonraları da diğer kardeşlerimle bu odunları tahra ile kırmaya çalışırdık.Sobaya hazır hale getirirdik.Ancak bunda çok zorlanırdık.Çünkü dut odunları kuru ve sert olurdu.Biz güçsüz olduğumuz için bir odunu kırmak için bayağı uğraşırdık.Bu yüzden elimizin içi su toplar patlardı.Ancak ısınabilmek için başka çaremiz yoktu.Bu koşullarda kardeşlerimle ayakta kalmaya çalışıyorduk.

Aslına bakarsanız koşulların zorluğu bizi üzmesine rağmen olumlu sonuçlarda doğurmaktaydı. Bu koşullar altında olan ben ve kardeşlerim bu zor koşullardan kurtulmanın tek yolunun okumak olduğunun farkına varmıştık.Çünkü hem burada hem de köyde hayat koşulları çok zordu. Okumaktan başka çaremiz yoktu.Daha öncede söylediğim gibi çaresizlik başarıyı getiren güç olarak burada da kendini göstermekteydi.Son zamanlarda babam bazen kendisiyle şöyle övünmekte "ben 8 çocuğun yedisini fakülte mezunu yapmış bir babayım kimse beni küçük görmesin". der.Evet bu babam adına büyük başarı idi.Ancak babam kadar bizim adımıza da büyük başarıydı.Çünkü bu zor koşullar karşısında pes etmediğimiz gibi daha çok derslerimize sarıldık.Bazen yeterli odun kırmadığımız için sobayı yakamazdık en çokta ayaklarımız donardı .Böyle günlerde yorganın içine girer yatarak ders çalışmaya çalışırdık.Geçen gün babamın bu iki odalı evinin komşularından biri Ahmet amca şu anda boş olan bu evin etrafında gezer ve şöyle der " vay be kötü ev sen ne öğretmenler yetiştirdin". Evet bu ev kötüydü, ancak evin kötü olması yukarıda da söylediğim gibi bizim okumamız için destekleyici güç olmuştu.Zaten o zamanlar köydeki evimizde çok iyi değildi üç odalı, çatılı küçük bir evdi.Burada şunu hatırlatayım şu anda bu kitabı yazarken de kendimi böyle çaresiz hissediyorum.Kendi kendime bunu yazmaktan başka çaren yok diyorum ve yazıyorum.Nasıl koşullarda yazdığıma gelince sobayla ısınan bir evde oturduğum için tek odamız ısınıyor .Bu yüzden çocuklarla beraber burada oturuyoruz.Çocuklar burada derslerini yapıyor ve uyuyorlar.Bende çocuklar rahatsız olmasın diye ışıkları kapatıp karanlık odada kılevyenin tuşlarını zor seçe seçe yazıyorum.Böyle yazdığım için klavyem gelişti artık neredeyse harflere bakmadan yazıyorum.Bu durum gözümü nasıl etkiler bilmiyorum ama bir şeyi biliyorum, Allah sağlık verirse bu kitabı en kısa sürede bitireceğim.

Gelelim lisede geçen okul yıllarıma benim liseye başladığım yıl kredili sistem yeni uygulanmaktaydı.Lise birinci sınıf sınıfta okumamız gereken zorunlu dersler vardı.İkinci sınıfta ise öğrenciler fen,sosyal ve Türkçe -matematik alanlarından birini seçiyorlardı.Benim sınıfım 9/f sınıfı idi.Her zamanki gibi özgüven eksikliği sebebiyle sıranın en arkasına oturmuştum.Yanıma da aynı bana benzeyen(kişilik olarak) bir çocuk oturmuştu.Öğretmenlerimiz derslere birer birer giriyor kendini tanıtıyordu.Matematikle ilgili korkumdan mıdır bilmiyorum.Matematik öğretmeninin derse girdiğinde söylediği şu cümle hala ilk günkü gibi aklımda. "Bakın çocuklar matematiğe iyi çalışın benim dersimden geçmek öyle kolay değil.Benim dersimden geçmeyi başaran öğrenci üniversite sınavını da kazanır."Bu cümlesinin diğer arkadaşlar üzerindekini etkisini bilemem ama benim matematikle ilgili zaten iyi olmayan özgüvenimi biraz daha kırdığı ortadaydı.Şunu hala anlamış değilim bir öğretmen nasıl olurda bıraktığı öğrencilerin çokluğu ile övünür.Öğretmen aslında böyle yaparak,böyle konuşarak kendinin nedenli başarısız bir öğretmen olduğunu ilan ettiğinin farkında bile değildi.Öğretmenin görevi nedir.Sınıf düzeyine göre kendi dersi için milli eğitim bakanlığınca belirlenen kazanımları çocuklara kazandırmaktır.Bunun için uygun araç gereç ve öğretim yöntem ve tekniklerini kullanarak çocukların seviyesini de dikkate alarak dersini işlemektir.Öğretmenin her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır deyip dersi hep aynı yöntem ve tekniklerle anlatması doğru değildir.Eğer öğretmen bu cümleyi kendisi için doğru kabul ediyorsa, öğrenci içinde kabul etmesi gerekir çünkü aynı şekilde her öğrencinin de bir öğrenme sitili vardır.Bir öğretmen eğer dersini sadece anlatarak işliyorsa dinleyerek öğrenme becerisi iyi olan öğrenciler diğer öğrencilere göre konuları anlamada daha başarılı olacaklar.O yüzden öğretmen öğrencilerini tanımalı ona göre dersini işlemeli konuya ve öğrencilerin durumuna göre değişik öğretim yöntem ve tekniklerini kullanmalıdır.Yani öğretmen ben yoğurdu hep böyle yerim dememeli yoğurt yemenin farklı ve daha iyi yollarını keşfetmeli bunun için kendini geliştirmelidir.Tabi o zamanlar öğretmenlerin bazılarının tabirine göre kral olduğu dönemlerdi.Niye senin dersinden bu kadar öğrenci kalıyor demek ki sen öğretemiyorsun diyecek öğrenci yoktu.Ha o zaman ki anlayışa göre bütün öğretmenler mükemmeldi, öğrenemeyen öğrencilerdi.Çalışmayan öğrencilerdi.Veliler içinde durum bundan farklı değildi.Onlara göre de hep suçlu öğrencilerdi yeterince çalışıp gayret göstermemekteydiler.Şimdi bu olayı inceleyelim girdiği ilk derste benim dersimden geçmek kolay değil,ben sizin çoğunuzu bırakırım şeklinde mesaj veren öğretmenin dediğinin gerçekleşmesinden daha doğal olan bir şey var mı Allah aşkına?Bu mesaj öğrenciler tarafından doğal olarak şöyle algılanıyor ben ne kadar çalışsam da hoca zor soru soracak,bende yapamayacağım ve kalacağım.Bu düşünce öğrencinin dersten soğumasına ve derse çalışmayı bırakmasına neden olmaktadır.Öğretmen korksunlar da daha çok ders çalışsınlar diye düşünürken,düşündüğünün tam tersi gerçekleşmektedir.Her zaman her şey de olduğu gibi burada da korkutarak olumlu davranışlar kazandırırım düşüncesi olumlu hiç bir şey kazandırmadığı gibi öğrencide var olanı da götürmekteydi.Sonuçta ilk başta öğretmenin söylediği sözü ispatlar nitelikte gerçekleşiyor. Çoğu öğrenci matematikten kalıyordu.Bu öğretmenin ilk derste böyle değil de şöyle konuştuğunu düşünün çocuklar "matematik de diğer dersleriniz gibi bir ders çalışırsanız, dersi dikkatli dinlerseniz,anlamadığınız yerleri derste veya teneffüste hiç fark etmez bana sorarsanız ben başarılı olacağınıza inanıyorum,sizlere güveniyorum." deseydi.Ben inanıyorum ki o sınıftaki öğrencilerin çoğu matematikten geçecekti.Tabi hoca yazılıdan nereden puan kırabilirim diye puan kıracak yer arayıp en ufak bir hatadan dolayı ciddi şekilde puan kırmıyorsa.MATEMATİKTEN yaptığımız ilk yazılı sınavı daha sonraki bölümde anlatacağım.şimdi birazda diğer öğretmenlerimizden bahsetmek istiyorum.

İNSAN UNUTMUYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin