Gölgesi Kırılmış Bir Kız

597 48 51
                                    

Karanlıkların aydınlığa çıkması için görmem yeterliydi. Sadece bir kez!

Adımlarım sakince ve titreyerek ışığın olduğu odaya ilerlerken nefesimi tuttum. Kalbimin ritmi bir Rock şarkısına eşlik ediyordu.

Adımlarım odayı bulduğunda, gözlerim arkası dönük oturan bir kadın gördü.

Kızıl saçları olan.

Kucağında bir bebekle.

Bebeğin azıcık saçları da kızıldı.

Gözlerim yaşlarla dolarken tuttuğum nefesle birlikte gözyaşlarımda bedenimden uçtu.

"Defne?"

Acılarla yoğrulan kadına, birazcık daha hüzün eklenmiş gibi, omuzları çöktü.


Başıma aldığım sert darbe beni yere iterken kararan görüşümden önce, duyduğum tek şey bebeğin ağlamaya başlayan sesiydi.

&

İlk önce sesleri duydum.

Birkaç adamın genizden konuşmasını.

Sesleri algılayabiliyor ama anlamlarını oturtamıyordum zihnimde. Görüşümü kazanmaya çalışırken kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırdım, bu adamları susturmaya yetmiş gibiydi.

Kafamdaki korkunç ağrı beni oldukça rahatsız ediyordu. Görüşümü kazanmam bu yüzden zor olsa dahi, başarılı oldum.

Bulanık gördüğüm şeyler, biraza daha iyi görebildiğimde netleşmeye başlayınca, bir sandalyede oturduğumu; ellerimin ve ayaklarımın da bağlı olduğu gibi bir gerçeği fark ettim .

Korkmadım.

Hiçbir zerremde korku hissetmedim.

Karşımda duran 4 adam, bana oldukça yabancıydı.

Neler olduğunu anlamaya çalıştım.

Defne'nin evine gitmiştim... Onu görmüştüm! Kucağındaki bebeği, ufacık olsa da kızıl saçlarını görmüştüm! Ağlamasını duymuş, dahası ona dokunabileceğim kadar yaklaşmıştım!

Defne yaşıyordu.

Defne  yaşıyordu!

"Kızımın evinde ne yapıyordun?" diyen kırlaşmış saçları olan adama baktım ters ters.

Bu moruk ne diyordu?

"Ne diyorsun ihtiyar?" dediğimde, genç olanlar birbirlerine baksalar da ihtiyar bana öfkeyle bakmayı sürdürdü.

Ensem boynuma süzülen kan, onları endişelendirmese de beni endişelendiriyordu. Zira, bu dengemi sağlayamayacağım anlamına geliyordu.

"Sana kızımın evinde ne halt aradığını sordum!!!" diye kükrediğinde, ki bana aynı kedi miyavlaması gibi gelmişti; Sarp'ı duymuştum be ben!!! Bu adamı kim siklerdi?


"Bak moruk, sanırım bir boklar karıştırıyorsun..." dediğimde yüzüme bir şamar indi; hem de bayağı sert!


"Bana vurduğun o eli öyle bir sokacağım ki sana, bilim adamları seni araştırmak için sıraya girecekler." derken sakince, yana yatan başımı dikleştirdim ve yüzüme gelen saçları geri üfledim.


"Doğru konuş babamla!" diyen mavi gözlü hırboya baktım. Hırbo, hırbo olmasaydı gayet yakışıklı bir zattı. Lakin hırboydu, bu da embesil bir piç olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.


"Bana bak dangalak, doğru düzgün olayı anlatın da anlayayım. Yoksa ben buradan kalktığım gibi hepinizi sıraya dizip teker teker..."

Adam kaşını kaldırınca, "Teker teker döveceğim diyecektim mına koyim. Ne de meraklıymışsınız siz de şeye..."

Hepsi birbirine bakıp tuhaf tuhaf bakışınca, ellerimdeki ipi çözmeye başladım yavaşça.

"Kızımın evindeydin... Neden?" dediğinde anlamaya çalıştım.

"Ben ablamın evine gittim, ihtiyar. Fark etmediysen diye ayrıca bir detayı söyleyeyim sana; anahtarım vardı."

Adamın kafası karışmış gibi arkada kalan üçlüye baktı ve tekrar bana döndü.

"Sen... Defne Hanım'ın kız kardeşi olabilir misin?" dediğinde neye uğradığımı şaşırdım. Ellerimdeki bağdan kurtulup ayaklandığımda kafamı olumlu anlamda sallıyordum.

"Evet, kardeşiyim ben onun. Peki siz ne alaka mına koyim?" dediğimde ihtiyar, arkadakilere baktı.

"Kızım... Melike'nin evine geldiğinde... onu rahatsız edenlerden sandık biz seni..." dediğinde anlamsız cümlesi karşısında kafam karıştı.

"Ne diyorsun moruk sen?"

Bileklerimdeki izleri silerken, kanayan kanı silmek için üzerimdeki tişörtü yırtınca beyaz tenim ortaya çıktı ve moruk hariç herkesin oraya odaklandığını gördüm.

Tişörtün yırttığım kısmını başıma dayarken, "Ellerini nasıl çözdün?" diyerek konuşma açmaya çalışan maviş piçe baktım.

"Derdimiz bu mu? Bir soru sorduk..." Sonra aklıma gelen ayrıntıyla öfkeyle gözümü ihtiyara diktim. "Hangi orospu çocuğu, kafama vurdu?"

Üçü birbirine baksa da, benim maviş değil, onun yanındaki şişko "Ben," dediğinde gözlerimi ona diktim.

İcabına sonra bakacaktım.

"Neyse... Eee? Defne nerede?" dediğimde birbirlerine baktılar tekrar.

"Defne... Vefat etmedi mi kızım?" diyen ihtiyara daha da öfkeli gözler baktım.

"Seni yaşlı adam... Gördüm onu! Kucağında da bebeği vardı." dediğimde kızaran gözlerini umursamadan yaklaştı ve bana vurduğu eliyle saçlarıma dokundu.

"O benim kızımdı... Saçlarını boyadı, Defne vefat ettikten sonra..."

Nefesim kesilirken, bir yere tutunma ihtiyacıyla adamın omzuna yapıştım.

"Kucağında bir bebek vardı ihtiyar... Çocuğun saçları da kızıldı... Tıpkı benimkiler gibi. Bana yalan söyleme, ne olursun..."

Adam çocukları olduğunu düşündüğüm heriflere bakıp kafasını eğdi.

"Saçları kızıl değildi kızım... Siyahtı." dediğinde gözlerimden akmaya çalışan yaşları bir hışımla silip, kafama dayadığım tişörtü, içerisinde oturduğum sandalye haricinde hiçbir şey olmayan odaya attım.

Yerine oturmayan şeyler vardı!

Neler dönüyordu?

"Çantam nerede?" diye sordum bir anda. Buradan çıkıp tekrar gözlerimle görmem gerekiyordu.

"Ege, kızın çantasını getir." deyince yaşlı adam, Ege denilen ortanca maviş, yavaşça dışarı çıktı.

Elinde çantayla geri geldiğinde çantayı elinden kaptım ve bilgisayarı kontrol ettim; yerindeydi. Üzerimdeki tişörtü bir çırpıda çıkarınca, hepsi şok olup arkalarını dönse de maviş, biraz daha geç davrandı.

Yırtık tişörtü kenara atarken, yenisini geçirdim üzerine. Sonra çantayı sırtıma taktım ve az önce Ege'nin çıktığı kapıdan çıkmak için hamle yaptım ama hafif şişko olan bileğimi tutunca, gözlerim alev alevken döndüm ona.

"Bana bak yarım akıllı, sana zaten gıcığım... Bileğimi bırak."

Anlama problemi olan arkadaş, Mihri Tanyeli'nin gazabına uğradı.

Mihri, çocuğun kolunu sert bir hareketle büktükten sonra böğrüne tekmeyi bastı ve çocuk geriye düşerken, pek sallamadı.

Maviş sırıtarak ona bakarken, onu salladığı da pek söylenemezdi.

"Tokat için..." diye başlayan adamın sözüyle duraklayan Mihri, "Kusura bakma." diyen adamın ona hatırlattığı şeyle gözlerini kıstı.

Şu mavişe kıyamasa da, Ege'ye kıyabilirdi.

Çantasını sakince yere bıraktı. Hiç acele etmeden, çocuğa yaklaştı.

Yaklaştı,

yaklaştı,

ve,

çocuğun kasıklarına sert bir tekme indirdi.

Çocuk iki büklüm olunca yaşlı moruğa döndü, "Ödeştik ihtiyar." derken sesi öylesine ruhsuzdu ki, maviş kızın ruhunu aramak için heveslendi.

Lakin, kızın ruhu öylesine dağılmıştı ki, aramaya cehenneme düşen parçadan başlasa, ancak toplamaya başlardı.

Sırtına, sırt çantasını geçiren kızın ardından maviş de çıktı.

Mihri, mavişin onu ne bok yemeye takip ettiğini bilmiyordu ama, adımları hızlandıkça çocuk hızlanmadı; sadece daha büyük adımlar attı.


Saat sabahın beş buçuğuydu, güneş bir saate kadar doğacaktı. Kızın, bembeyaz teninde; gözlerindeki kızarıklık öylesine barizdi ki, maviş onun ne kadar zamandır uykusuz kaldığını merak etti.

"Adım Poyraz," diye seslendi kızın ardından, durmasını umarak. Kız umursamadı.

"Sana yardım etmek istiyorum." dedi Poyraz, kız yine umursamadan devam etti. Adımları eksilmemişti bile.

"Kadının gölgesi..." diye mırıldandı Mihri'nin duyacağı şekilde. "Gölgesi bile nasıl kırılmış olabilir?"

İşte o zaman durdu Mihri Tanyeli.


Bedeni yorgundu. Halsizdi. Hissizdi. Ama en çokta kırık olması koyuyordu.


Gözlerinden akmaya hazırlanan yaşları sinirle silince, canı daha çok yandı. 57 saattir uykusuzdu, kızaran gözleri canını acıtmaya devam ediyordu.

Maviş, duran kızın yanına yaklaştı ve 1.85'lik boyuyla üsten üsten baktı ona.

Ay ile Güneş'in savaşını başlatanın bu kız olduğunu düşündü Poyraz; Ay beyaz tenine öfkeli, güneş saçlarına yağmışta; kızı mükemmelliğe soyundurmuş gibiydiler.


Kızın masmavi gözleri, kızarmış olsa bile güzeldi.


Poyraz kızın omzuna koydu elini ve kız ona baktı.


Öylesine kırılmıştı ki kız, Poyraz şaşırdı.


Kanayan yaralara yara bandı sarmış gibiydi kız, yarayı göstermiyordu ama  yaralıydı.


"Seni gölgenden toplayacağım, Aykız." dedi Poyraz, neden arkasından gittiğini bile bilmiyordu oysa.


"Üzerine yağan kırık kanatlı melekleri de tamir edeceğim." Kızın gözünden düşen yaş, kızı öylesine masum gösteriyordu ki, az önce kardeşini benzetenin bu kız olmadığını düşünecekti neredeyse.


"Yaralarını öylesine güzel iyileştireceğim ki, yara açılmaya utanacak."


Mihri nefes alamadan çocuğun üzerine yığıldığında, çocuk onu sardı.

"Kanatlarım yok, ama kollarımın altına alacağım seni." dedi. "Kimselere de vermeyeceğim..." derken sessiz bir yemin ediyor gibiydi.


Sarp'tan henüz haberi olmayan Poyraz, Sarp'ın bedenini kaplayan öfkeyi gördüğünde de aynı şeyi söyleyebilecek miydi, işte orası ayrı bir soru işaretiydi...

&


Arkadaşlar, bu bölüm kısa oldu biliyorum ama yayınladım ve birkaç şey söyleyerek köşeme çekiliyorum...

Öncelikle, kitabımıza yorum hiç gelmiyor, bundan çok rahatsızım... Okuyucu var ama yorum yok...

Yorum sayısı elliyi geçmedikçe yeni bölüm gelmeyecek ve 2 hafta sonunda elli yorum gelmemiş olursa ne yazık ki kitabı yayımdan kaldıracağım...

Sevgilerimle,

-Mihri.




Toz Koparan | Kızıl Serisi 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin