Kyungsoo, önünde yatan çocuğa bir süre baktıktan sonra oturduğu yataktan kalktı. Yanına yaklaştıkça sıkışan kalbi ona zorluk çıkarıyor ve buna anlam vermeye çalışıyordu. Yavaşça yere diz çöktü, ölü gibi yatan çocuğu kucakladı ve kaldırarak kaldığı odaya götürmeye başladı.Yatağa yatırdığında esmer tende oluşmuş ter tabakası ne kadar acı çektiğini gösteriyordu. Sıkıca kapanmış göz kapakları, gerilmiş dudaklar, kızarmış yanaklar ve özgürlüğüne kavuşmuş alnına dökülen saçlar...
Kalbi sıkışıyor gibi hissetti.
"Masum."
Diye düşündü Kyungsoo.
"Ve ben bu masumluğu yok edeceğim."
-×-×-×-×-×-×-×
Kyungsoo
Aklımdaki düşüncelerle yanına gittiğimde Jongdae'nin laboratuardaki işini bırakmasına sebep oldum.
"Jongdae, seninle Jongin hakkında konuşmam lazım."
Jongin'in ismini duyunca değişik bir ifadeyle tamamen bana döndü.
"Seni dinliyorum Kyungsoo."
Derin bir iç çektim. Çok düşünmüştüm ve sanırım en iyisi buydu. Bu garip halimi, hislerimi açıklayabilmem için biraz zamana ihtiyacım vardı.
"Bir sonraki deneyde Jongin'in öleceğini ikimizde biliyoruz. Ve bunu hakkındaki fikrim, sona gelmeden önce biraz ara.
Yani o ki Jongin'in iyileşmesini bekleyelim."Ben konuştukça Jongdae'nin kaşları çatılıyor, gözleri kuşkuyla kısılıyordu.
"Bak Kyungsoo sana ne diyeceğim? Sen Jongin'i öldürmek istediğinden emin misin? Bu hallerin ne? Ya haraketlerin? Umarım düşündüğüm şey olmaz Kyungsoo. Biliyorsun ben, amacımdan asla vazgeçmem."
Cevap veremedim, bir şey demeden odadan çıktım. Ben daha buna bir cevap bulamamışken ona ne diyebilirdim ki?
Tekrar Jongin'in yanına giderken düşünüyordum. Bunun ne olabileceğini. Neden bu kadar karmaşık hissettiğimi.
Jongin'in hâla baygın yatmasını aklım almıyordu. Bayıldığından beri 2 gün geçmişti ve tek bir tepki göstermiyordu.
Yanına yanaşıp saçlarını düzelttim, 3 saat önce taktığım serumu çıkarıp, Jongin'i görebilecek şekilde yatağa oturdum.
Bu 2 günde bende çok şey değişmişti. Sadece bu günlerde değildi, Jongin geldiği ilk günden beri beni değiştirmişti. Duygularıma yön vermişti. Herkese yapabileceğim bir şeyi ona yapamamıştım.
O baygınken sürekli yanındaydım ve düşünmüştüm. Her şeyi. Düşündükçe ona (onların kabilesine) karşı olan nefretim azalmış, yumuşamıştım. Bazen acımış, bazen ise kendime kızmıştım.
Uyanmadığı zaman endişelenmiş, eteşlendiğinde ve nefesleri kesikleştiğinde telaşlanmıştım.
Ellerini tutmuş, saçlarını okşamıştım... Bunları hiçbir duyguyla yapmamıştım. Sadece yapmak istediğim için yapmıştım. En azından şimdilik böyle düşünmek istiyordum.
Günlerdir tuttuğum ellere bir kez daha uzandım. Yüzünün ezberlediğim her köşesine tekrar baktım. Ve, anlamamasını umarak fısıldadım.
"I look at you all day as if I am breathing."
(Hergün sana bakıyorum sanki nefes alıyormuş gibi.)
~Twent Four
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the accessible | KaiSoo
FanficBardaktan boşalırcasına yağan yağmur, sık ağaçlı bu ormanda yeşil yapraklara değerek yüzüne düşerken, o sanki sırılsıklam olmayı umursamazcasına ilerliyordu. Zifiri karanlıkta, ay ışığının bile sıklık ağaçlardan geçemediği ormanda, sadece hafif bir...