Karanlık hafiflemiyordu. Sadece görüşümü kör etmekle kalmıyor, hareketlerimi de kısıtlıyordu. Ciğerlerim gögsümü yakıyordu sanki. Nefes almak için olduğundan fazla çaba sarfediyordum. Ne olursa, bana gerçeklik hissi verebilecek herhangi bir şey bulmaya çalışıyordum.
Duyabileceğim, dokunabileceğim, koklayabileceğim herhangi bir şey.
Ölmüş müydüm?
Hiç sanmıyorum. Rüzgarı saçlarımda hissedebiliyordum. Hatta iliklerimde. Buz gibi havayı. Sakinleşip bir şeyler duymaya çabaladım ama aldığım tek ses daha önce de tecrübe ettiğim hiçbir şeye benzemeyen sessizlikti. İnsanın ruhunu emen, siyah, boş ve sonsuz bir sessizlik.
Kendimi sıkıyordum. Bütün kaslarım bilinmezliğin verdiği tedirginlikle kaskatıydı. Hiçliğin ortasında tutunabilecek bir dal arıyordum.
Bembeyaz olduğuna emin olduğum parmak boğumlarımı sıkmaktan vazgeçip ellerime istedikleri kanı verdim. Kalkık omuzlarımı da düşürüp derin bir nefes bıraktım. Göremiyordum. Hissedemiyordum. Tedirgindim. Kendi içime dönmekten, buna bir anlam verebilecek, buradan çıkmam için bana rehberlik edebilecek parçamı aramaktan başka bir şey yapamazdım. Her ne kadar zor olsa da kendimi sakinleştirmem ve beyin fonksiyonlarımı işleve sokmam gerekiyordu. İki deren nefes. Titremeyi durdur. Bir nefes daha.
Duyularım yavaş yavaş yerine oturmaya başladı. Nerde olduğumu öğrenebilir ya da yardım edecek birini bulabilirsem bulunduğum yerden çıkmam da o kadar kolay olurdu. Etraftaki hışırtılı sesten orman gibi bir yerde olduğumu düşündüm. Nasıl geldiğimi her ne kadar bilmesemde bir ormandaydım, evet. Ayakta hiçbir şey yapmadan dikilmek çıplak gibi hissettiriyordu ve bir şeylere tutunmaya ihtiyacım vardı. Sağ ayağımla önümdeki yolu yoklarken ağır adımlarla hareket etmeye başladım. Bir yandan da elimle havayı tokatlıyordum.
İki üç adımdan sonra aklıma gelen düşünceyle yeniden olduğum yerde durdum. Kardeşim bana yardım ederdi. Belki hatırlamıyorumdur ve buraya beraber gelmişizdir. Beni yalnız bırakmaz. Bırakmaz o.
''Buğra... Buğra..'' Bir etkisi olucak umuduyla kollarımı etrafıma sardım. İliklerime kadar işleyen bu soğuğun üzerine etrafın bu kadar karanlık olması iyice kormama neden oluyordu. Gözlerimi kısıp görüşüme netleştirmeye çalışsamda tam olarak neredeyim hala ve hala seçebilmiş değildim. Asıl olay beynimin 'bunu dert etme kardeşini bul' komutlarıydı. ''Buğra..''
Uzun süren seslenişlerime cevap alamayınca tekrar nerede olduğumu kestirmeye odaklandım. Etrafa boş gözlerle bakıp bir ışık hüzmesi arıyordum. Sessiz, soğuk, karanlık ve soğuk ve yine soğuk.
Bulutların arkasından kendini gösteren ayla etraf bir nebze de olsa aydınlandığında gözlerim bu loş ışığa yavaş yavaş alışmaya başladı.
'Etrafa bak Azra. Sığınıcak bir yer bul ve sakinleş.. Sakinleş..' Kendi kendime bu durumdan nasıl kurtulabilirim onu düşünüyordum. Nasıl geldiysem geldiğim yoldan geri dönmeliydim. Asıl can alıcı nokta buraya nasıl geldiğim. Onu hatırlamıyorum. Birşey görürüm umuduyla çevreme bakınmaya başladım ama etrafta kayda değer hiçbir şey yoktu. Ev, ateş, yol, araba, araba sesi HİÇBİR ŞEY!
Bir çıtırtı duyduğumda kalbimin gögüs kafesimden fırlayacağını düşündüm. Nefes alışverişlerim ritmini kaybetmeye başladı. Gözlerim korkudan iyice büyüdü, sesin nereden geldiğini çözmeye çalışıyordum. Bu çok saçma, kendimi korku filmlerinden fırlamış gibi hissediyordum. Bu saliselik düşüncelerim ikinci bir çıtırtıyla bölündü. 'KOŞ! KOOŞ! KOŞ DA NEREYE KOŞ?!'
Tam harekete geçmişken ses yinelendi ve kafam yere kaydı. Kalbimin yerinden çıkacak kadar atmasına sebep olan ses ayağımın altında duran aptal bir dal parçası mıydı yani?! Kafayı yemek üzereyim bu ne böyle! 'Rahatla sadece bir dal parçası, ve senin ayağının altında aptal!'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖRÜNMEZ
RomanceBelki birinin hikayesi iyi olsaydı toparlayabilirlerdi ama ya ikiside yıpranmış, yıllarca kullanılmış ve yırtılmaya yüz tutmuş kazaklar gibiyse.. İşte bu kötü. Kardeşinin doğumunda annesini kaybetmiş, babasının toparlayamamasıyla yalnızlığa mahkum v...