Saat 5'te oturdum şuan 6:40 ve yeni yazmayı bitirdim. Yavaş ilerliyor demeyin konularda soru işareti kalsın istemiyorum o kadar. Iş gittikçe heyecanlı bir hal alıcak. Hatalar olabilir gözler daha tam açılmadı :)) Okumadın multimediaya bakın derim..
Düşünmek istemedim çünkü düşünürsem fikrimi değiştirmekten korktum. İntermetten 14:15 feribotuna bilet alıp, çantamı toplayıp evden çıktım.
İDO(İstanbul Deniz Otobüsü)'nun önünde taksiciye parasını verip hızlı adımlarla gişelere ilerledim. Aslında ucu ucuna yetişmiştim, feribotun kalkmasına on dakika bile yoktu. Ayırttığım biletimi gişelerden aldıktan sonra arabasız geldiğim için direk feribota girdim.
Arabaların olduğu kısmı merdivenle aştım ve üst kata -bir üst katı daha var ama gerek yok- geldim. Hava güneşli ama hafif bir esinti vardı. Anlaşılan insanların çoğu içeriyi tercih etmiş, dışarıda feribotun yan kısımlarında uzun ince uzanan balkon boştu. Gözlüğümü taktım ve balkon kısmının ortasına gitmek için yan yan ilerlerlemeye başladım. Bir elimle çantadan kulaklığımı ve şiir kitabımı diğer elimle önüme uçan saçlarımı arkaya atmaya çabaladım. NFK - Çile 'yi çantamdan çıkarıp kolumun altına sıkıştırdım ama sinir kulaklığımı bir türlü çıkaramadım. Saçlarımla mücadeleyi bırakıp iki elle kulaklığımı aramaya başladım.
Çantamdan kulaklığımı çekmeye çalışırken omzuma yanımdan koşarak geçen biri çarptı. Dengemi kaybettim ve kolumun altındaki kitabım denizi boyladı.
''Kitabım!''
''Siktir!'' aynı anda bağırdık. Öfkeyle sesin geldiği tarafa kafamı çevirdiğimde ellerini yumruk yapıp dişlerini sıkmış korkuluklardan hafif eğilmiş aşağı doğru bakan bir adam vardı. Tekrar denize baktığımda suyun yüzeyinde batmaya yüz tutmuş kitabım vardı ama başka birşey göremedim. Adamdan düşen her neyse çoktan batmış olmalıydı. Kükremeye benzer sesle irkilip kafamı o tarafa çevirdim.
''Ne siktiğimin yolunda dikilmiş yolu kapatıyorsun! Arabanın anahtarları gitti! Arabamın anahtarları olmadan arabayı feribottan nasıl çıkarıcam seni beyinsiz kız!'' Resmen burnundan soluyordu.
''Terbiyesize bak. Bana omuz atan sensin! Kitabım senin yüzünden denize uçtu!" Dengesiz dengesiz konuşuyor terbiyesiz herif! "O kitap 62 basımdı haberin varmı senin! Dedemin anneme zamanında hediyesiymiş. Ahh en sevdiğim şiir kitabıydı o benim!'' Sesim başlarda küfürü için öfkeli çıkmıştı ama sonlara doğru annemin kitabı olduğunu sesli bir şekilde kendime hatırlatınca üzüntüm tekrar belirdi ve sesim kısıldı.
Yumruğunu korkuluklara vurup bağırdı.
''Kitap diyor bana! Kafayı yedirmek mi istiyorsun aptal şey! Hah kitapmış.'' bağırırken bir yandan da elleriyle saçlarını dağıttı. ''Ben böyle işin!'' cebinden telefonunu çıkardı ve biraz uzaklaştı.
Öfkeyle yerime oturdum. Dengesiz nasıl hakaret etme hakkını kendinde bulabiliyor. Fazla korkunç görünmeseydi haddini bildirirdim ama sinir krizine girmiş gibi bağırınca korktum. Böyleleriyle fazla uğraşmaya gelmez. Kitapmışmış. En son okuduğu şey eminim Cin Alidir.
Yirmi dakkalık bir yol kalmıştı ve iskele uzaktan görünüyordu. Üşümüştüm ama içeri geçmek istemedim. Daha doğrusu kaçıyor gibi görünmek istemedim. Aramızda yedi-sekiz metre vardı ve feribotun dış kısmında bizden başka kimse yoktu. Yol boyunda pek onun tarafına bakmasamda kendimi tutamayıp baktığımda 'seni kesicem' bakışlarıyla karşılaşıyordum. Birazdan inecektik, sesi soluğu da çıkmıyordu. Kendime kızsamda merakıma yenilip kafamı sağa çevirdim. Ona baktım ve hafızama görüntüsünü kazımaya başladım.
Dirseklerini dizlerine dayayıp öne doğru eğilmiş oturuyordu. Sağ elinde bilmem kaçıncı sigarasını tutuyor ve sol bacağını sinirle sektiriyordu. Kot pantolon, Kısa kollu lacivert gömlek, siyah postallar, güneş gözlükleri.. Boyu 1.78-80 vardır. Sahi o minik çekiğimsi kahve gözlerini bağırırken nasıl öyle pörtletebilmişti? Saçları açık kahve ve rüzgarda dağılmış. 24 yaşlarında olmalı. Telefonu çalmaya başlayınca sigarasını ağzına aldı ve bacağını hafif öne uzatıp telefonunu çıkardı.
Kafamı sağa sola sallayıp önüme döndüm 'Ahh Azra çocuğu kesmeyi kes, camışın teki'
'Niye açmıyorsun lan şu telefonunu!'
''Neyse sus bi. Levent bana araba yollat.. Feribottayım'' kafamı elimde olmadan ona çevirdiğimde öfkeyle bana bakıyordu. 'Gözlerini kaçırma Azra, güçlü görün ve gözlerini kaçırma'
''Herzamanki dengesizler. Kızın biri üstüme atlayıp tanışalım mı muhabbetine girmeye kalktı, beni soymaya başlayınca anahtarlarım ceketimden düştü de.'' Ona baktığıma ve bütün bir yol boyunca orda oturduğuma pişman oldum. Ağzım beş karış açık kalmıştı. Utanmaz hala bana bakıyordu bide.
''Moron!'' çantamı koluma takıp oturduğum yerden büyük adımlarla uzaklaşıp aşağı indim. Başka bişey söyleyememek her ne kadar içime otursada şizofren olduğu belliydi. Bela olur falan aman..
Sahil şeridi Eminönü'yü anımsatıyordu biraz. Yolun karşısına geçip İETT beklemeye başladım. Konuşmalardan duyduğum kadarıyla otobüs yeni gitmiş ve her yarım saatte bir geliyormuş. Beklemekten başka yapıcak bir şey olmadığı için duraktan etrafı seyretmeye başladım.
Durakta otururken gözüme o çarptı. Başta sözleri aklıma gelince içimdeki öfke kazanı fokurdamaya başladı ama sonra halini görünce yüzümde kocaman bir sırıtış oluştu. Kıyamaam(!) Çekici çağırmış arabayı bağlatıyordu. Normalde olsa pişmanlık duyardım ama o telefon konuşmasından sonra bu ona az bile. Bir süre suratımda kocaman bir sırıtışla onu izledim ve beni farketmedi. Üç telefon görüşmesi, iki dal sigara ve beş kez elleriyle saçlarını dağıtma.. Sesi gelmiyordu ama feribot görevlilerine, çekiciyi kullanan adama fena esip gürlüyordu. Fazla ağresif.
Kahve, minik gözleri beni bulduğunda mümkünmüş gibi kaşları iyice çatıldı. Sanırım sırıtırken beni görmüştü. Adama arkasını dönüp yine bağırdıktan sonra -görevini tamamladı- benden tarafa büyük adımlarla yürümeye başladı.
Tıısss
Otobüsün kapı sesiyle gözlerimi ondan ayırdım ve kendimi güç bela içeriye attım. Te feribotun ordan yolun karşısına kadar çok -gerçekten çok- çabuk gelmişti ama yinede yetişemedi. Zamanlama mükemmel.
İçeri girp ortalarda tutunabilmek için bir yer ararken otobüs ağır ağır hareket etmeye başlamıştı. Direği tutuyordum ve ondan tarafa dönüktüm. Dişlerini sıkıp gözümün içine baktı, otobüsün içinde olmama rağmen korkmamı sağlamıştı. Kendimden düşünüyorum da tanımadığım bir insana ben olsam bu kadar öfkelenmezdim. Kızar ederdim ama ne bileyim hiç bilmediğin bir insana bu kadar kızmak.. Belki de bu durum erkeklerle alakalı birşeydir. Trafikte de olmadık yere birbirlerine girenler onlar değil mi zaten.
Bu düşünceler sırasında göz temasımızı hiç kesmemiştik ve...
Ve en son on iki yaşlarındayken Buğra'ya yaptığım o hareketi yaptım. O meşhur 'Oohh canıma değsin' hareketi. Başta biraz şaşırdı ama sonra kaşlarını çatıp gözlerini kıstı. Yüzünün aldığı ifade tek kelimeyle muazzamdı. İçimdeki çocuk kahkahalarla gülüyordu. Arkalarda yer bulup oturdum ve yol boyunca her aklıma geldiğinde -insanlar beni her ne kadar deli sansada- kendi kendime güldüm.
Gülmeyi özlemişim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖRÜNMEZ
RomanceBelki birinin hikayesi iyi olsaydı toparlayabilirlerdi ama ya ikiside yıpranmış, yıllarca kullanılmış ve yırtılmaya yüz tutmuş kazaklar gibiyse.. İşte bu kötü. Kardeşinin doğumunda annesini kaybetmiş, babasının toparlayamamasıyla yalnızlığa mahkum v...