BÖLÜM 8

65 6 3
                                    

Arkadaşlar sizinle iki şey paylaşmak istiyorum.

İlki, hayatımın her alanında kendisini gösteren sinir bozucu bir dikkat dağınıklığı problemim var. Bu sorunum beni yazı yazarken de bırakmıyor. Başkalarının 3-4 saatte yazdığı bölümü ben 12-13 saatte anca yazıyorum ve bu yüzden bir bölümü 3-4 günde ciddi anlamda kafa patlatarak yazdığım oluyor. Her kelimeyi ince ince oluşturuyorum ve bu da gecikme demek. Her gün -başarılı bir üslupla- yeni bölüm yayınlayan arkadaşları cânı gönülden tebrik ediyorum vallahi. Elimden bir şey gelmiyor, gecikmeler bu kaynaklı.

İkincisi, konunun başı olan asıl oğlanın asıl kızı 'alı koyma'sı hikayenin sadece %20'lik bir bölümünü kapsıyor, belki daha bile az. Yani hikayenin ana unsuru kaçırılma değil, bu sadece girişten gelişmeye konumlu bir eylem.

İYİ OKUMALAR☺☻

Yeni şeyler öğrenmek güzeldir. Mesela öfkeden deliye dönmüş bir Yekta'yla yolculuk yapmak.

Tüm yol boyunca ağzına ne geliyorsa söylemişti. O kadar kudurmuş bir vaziyetteydi ki bağırırken tükürükleri saçılıyordu. Bu tiksinç bir şey değildi, bu gerçekten korkunç bir şeydi. Yalnızsınız ve yanınızda ağzına geleni sayan cüssece iri ve kaslı bir erkek var. Ben biraz olsun sakinleşsin diye kendimi sessiz kalmaya zorlarken o benim sessizliğimden istifade daha da çok bağırıyordu. Resmen babasından azar yiyen çocuklar gibiydim. Bende sinirliydim ama kendimi sakin tutmaya ve öfkesini arttırmamaya çalışarak sessizce dışarıyı izliyordum ama kesinlikle işe yaramıyordu. 

Sesi bile beni rahatsız etmeye yeterken üstüne birde canım acıyordu. Pantolonumun dizleri neredeyse yırtılmıştı ve dizlerimin kanadığını hissedebiliyordum. Ellerim zaten mahvolmuş vaziyetteydiler. Kısım kısım derisi kalkmış, çiziklerle dolu, kanayan ellerim. Ani fireniyle elim torpidonun üzerine gidince iniltiyle elimi geri çekip -işe yarayacakmış gibi- üzerine üflemeye başladım. Kötü kötü suratına bakmayı da ihmal etmedim.

''Çık dışarı.'' Yine emirler vermeye başlamıştı. Bugün aslında önceki günlere nazaran daha uysal ve sempatik gibiydi ama adamın bütün kimyası dakikalar içinde bozuldu. Daha doğrusu ben bozdum. Ama her ne kadar bugün sakin gibi dursa da sanki öfkesini tutmaya çalışmıştı. Kendini zor tutar gibi bir hali vardı. Bana iyi davranmak için.

Yine Bursa'ya dönmüştük. Tam olarak merkezde değildik ama merkeze yakın sayılabilecek bir otele gelmiştik.

Otel. Bi erkekle. Yalnız. Başbaşa. Tek. Sadece ikimiz. Adem-Havva.

''Otele niye geldik ki?'' Sesim tahmin ettiğimden de kısık çıkmıştı. Ben zaten kız-erkek ilişkilerinde yakınlığa karşı bir insandım. Şimdi kalkıp bu herifle aynı odada mı kalıcaktım. Tanıdığım, güvendiğim biri olsa neyse. Beni hastaneye kadar takip edip üzerine zorla Bursa'ya getiren bir adamla.

''Çünkü sikik kız, bütün bir haftadır sen ve senin lanet.. Ahh!'' direksiyona yumruğunu geçirdikten sonra derin bir nefes aldı ve arabadan inip büyük bir gürültüyle kapıyı kapattı. Bana yine yine yine küfür etmişti. Bugünkü sakinliği sadece göz boyamaydı. Geçekten öfke kontrol sorunu vardı bu adamın. Şaşkınlığımı çarçabuk üstümden attım. Bende peşinden arabadan indip yanına -çok hızlı yürüsede- koşar adım ilerledim. Büyük adımlar sonucu bileğine yapışıp durmasını sağladım ve önüne geçtim. ''Bana gerçeği anlat. Beni neden zorla buraya getirdiğini neden zorla sikik bir kızı yanında fino köpeği gibi gezdirdiğini söyle. Babamla mı ilgili. O mu istedi yoksa? Doğruyu söyle bana! Ya da.. ya da anlaşamadığı işle alakalı adamlardan biri misin?''

Ben konuşurken kahvenin en yoğun rengiyle bakan gözleri, gözlerimi delip geçiyordu sanki. O kadar dikkatli bakıyordu ki gözlerimin içine. Gözlerini hiç kaçırmadan. Gözümün içindeki kıvılcım çizgilerini sayar gibi. Kirpiklerim arasındaki mikrometrelik mesafeyi ölçer gibi.

GÖRÜNMEZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin