Sabah uyandıktan sonra işe gitmek için duşumu aldım, kahvaltımı yaptım ve evden çıktım. Yine geç kaldım -acaba bugün hangi hakaretleri işiticektim-! Bu kadına katlanmamın tek nedeni para, her insanın olduğu gibi.
Asansör otuz ikinci katta durup kapısını araladığında Esra Hanımın yüzünü görmemek için içimden dualar ediyordum. Masama geçerken Perihanla merhabalaştık ve ceketimi askıya iliştirdim.
''Sabahtan beri seni arıyor, küplere bindi.''
''8:30'u bir saniye geçince direk beni arıyor zaten bu kadın.'' söylene söylene kraliçenin odasına doğru ilerledim. Perihan, Mert Beyin yani Esra Hanımın kocasının sekreteri. Tam ajanslara laik bir adam; sarışın, mavi gözlü, orta boylu, yapılı.. Adam fena değil, değil de içi kof. Esra Hanımla parası yüzünden evlendiğini düşünmeden edemiyor insan. Şirkette asılmadığı kadın kalmadı yani fazla... yavşak.
Daha odanın kapısını aralarken konuşmaya başladı. İnsan bir nefes alır komuşurken ara verir falan ne bileyim. ''Ooo teşrif edebildiniz sonunda Azra Hanım! Yanlışım varsa düzelt lütfen..'' Dirseğini masaya dayayıp öne doğru biraz eğildi ve konuşmaya devam etti. '' .. ben sana 8:30-18:00 arası çalışma saatleri için para ödediğimi biliyorum. Yanlış mıyım? ''
''Doğrudur.''
''Peki seni bu 8:30 da işe gelmekten alıkoyan şey nedir?'' Kaşlarını kaldırıp sorarcasına suratıma baktı.
''Hiçbir şey.''
''Hiçbir şey?'' Masadan yavaş hareketlerle kalktı ve karşımda dikildi.
''Bu zamansızlıkların canımı sıkmaya başladı.''
''Üzgünüm isteyerek olan birşey değil.''
''Evet, tek temennim o. Ama birde özür dilemeyi becerebilsen.'' Şimdi düşüp bayılıcam bu kadın ne istiyor ben anlamadım topu topu yirmi dakkacık geç kaldım ve her zaman olan bir olay da değil. Yerine doğru yürüyüp koltuğuna kurulurken devam etti. ''Burak'tan dosyaları al ve hemen buraya gel! Senin yüzünden her gün programım aksıyor, ben mi seni bekleyeceğim. Senin burada ben gelmeden önce olup gerekenleri yapman...'' odasından çıkarken hala kendi kendine söylenmeye devam ediyordu.
'Kuşlar, böcekler, çiçerkler, hava, insanlar, dünya.. her şey çok güzel, harika, muazzam'
Geceki telefon konuşmasını düşünmemeye çalışıyordum ama sanırım bir yerden başlamak lazım. Belki iki-üç günlüğüne izin alıp yanına gitmeliydim, ne biliyim her ne kadar bize baba şevkatini veremese de bunu ona borçlu gibi hissediyorum.
İki alt kata inip dosyaları aldım ve asansöre gerek duymayıp merdivenleri ağır ağır, ayaklarımı sürüye sürüye çıktım. Koridorun Esra Hanıma ait olan kısmına döndüğümde biriyle çarpıştım ve tiz bir çığlıkla yere popomun üstüne düştüm. Popom acıyordu ama vucudumun yanmasının yanında bu hiçbir şeydi. Bir fincan kahve başımdan aşağı dökülmüştü ve çarptığım kişi Mert Beydi. Siktir. Mavi gözleri endişeyle büyüdü.
''Aaa çok sıcak!''
''İyi misin?!'' diye saçma bir soru yönelttiğinde cavap vermenin bile mantıksız olacağını düşündüm.
''Çok çok sıcak'' Gözlerim kucağımdaki dosyalara kaydı ve işte asıl o anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Dosyalar ıslak ve yapış yapış ve kahverengiye bürünmüş ve aah öldüm ben.
Sahne1: Ve dişi kaplan o anda kükrer. ''Bu kız hala nerde! Ona yarım saat önce dosyaları masamda iste..'' Sözü yerde oturan beni görünce kesildi ve kaşlarını öfkeyle çattı. Empati kur biraz zalim kadın, ne hemen kaşlarını çatıyorsun.
Mert Bey beni dirseklerimden tutup ayağı kaldırdığında kafamı önüme eğdim. Normalde kimsenin karşısında iki büklüm, başım önde durmam, ağzına geleni söylerim ama şu an rezil durumdaydım. Gözlerim ellerimdeki dosyalara ve ordanda üstüme kaydı. Beyaz üzerine minik lacivert puantiyeli gömleğim gitmiş yerine kahve üzerine minik lacivert puantiyeli gömleğim gelmiş. Sanırım iç çamaşırım belli oluyor ahh. Ellerimi sıktım ve dosyaları iyice gögsüme çektim ve kafamı yavaşça kaldırdım.
Herkes donmuş bir şekilde bana bakıyordu. Esra Hanımdan korktukları için benim hakkımda aralarında fısıldaşamıyorlardı ama acımış gözlerle bakan bakışlarını Esra cadısı bile engelleyemezdi. Kalabalık gitgide artıyordu ve kalabalığın göbeğinde ben öylece dikiliyordum. 'Başını kaldır Azra! Ne olmuş yani üzerine kahve dökülmüşse bunun için kovacak değil ya seni'
''Perihan şunun elinden şu dosyaları al!! Ve sen Azra. Kovuldun!''
BİG BANG!
Histerik bir kahkaha attım. Ben burda canımın acısıyla duramıyorum onu geçtim üstüm mahvoldu ve insanlar bana acırcasına bakıyor. Kadının yaptığı işe bak. ''Çıldırıcam. Ben istifa ediyorum be.'' Cidden bu kadarı fazlanın da fazlası, hem kovduğuna göre korkucak ya da minnet duyacağım birşey de kalmadı, artık bende sesimi yükseltebilirim ona karşı. Parası da umrum değil! Tamam umrumda ama eğer kovulduysam zaten geri dönüşü yok. Bari içimin yağları biraz olsun erisin.
''İyi, istifa ettiğine göre seni muhasebeye kadar yormayacağız. Sevindim, böyle terbiyesiz bir kıza tazminat vermez zorunda kalmayacağım en azından.''
Veee Azra'nın kafasının içindeki büyük balon patlar. Aptal kız neyin artistliği bu sanki! Benim havamda buraya kadarmış. Odasına geçip kapıyı suratıma çarptığında arkasından hiçbir şey söyleyemedim. Masaya doğru ilerleyip ceketimi askıdan aldım. Perihan'ın üzgün bakışları altında ona zorla tebessüm ettim.
Otoparka gidip son model(!) arabama bindim. Kendimi sıkmayı bırakıp ağlamaya başladım. Bu kadar kötü olmak zorundamıydı her şey!
Bir iş bulup tekrar çalışmam gerekiyordu. Belki bu sefer kendi alanımda bir işle uğraşırdım. Ya da belki..
Belki de Yalova'ya geri dönmeliydim. Artık bir işim de yoktu, bahane edecek patronum da. Arabada rahat yarım saat bunları düşünerek oturdum. Sonunda motoru çalıştırıp arabayı hareket ettirdim.
Şimdilik sadece uyumak istiyorum.
Millet kurgu burdan sonra başlıyor. Biraz romanvari yazmak istiyorum..Bence çok eğlenicez :))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖRÜNMEZ
RomanceBelki birinin hikayesi iyi olsaydı toparlayabilirlerdi ama ya ikiside yıpranmış, yıllarca kullanılmış ve yırtılmaya yüz tutmuş kazaklar gibiyse.. İşte bu kötü. Kardeşinin doğumunda annesini kaybetmiş, babasının toparlayamamasıyla yalnızlığa mahkum v...