''İyi günler, Kı- kıvanç Altun'un durumunu öğrenebilir miyim?''
''Yakınımısınız?''
''Aaa, evet şey.. kızıyım''
''Kendisi yoğun bakımdaydı, bu sabah odaya aldılar. Ve bir saniye.. 411 numaralı odada kalıyor.'' Başını bilgisayardan kaldırıp tatlı bir şekilde gülümsedi.
Gülümsemesine karşılık verip ''Teşekkür ederim'' dedim.
Merdivenleri kullanmayı tercih ederek o yöne ilerledim. Ne kadar geç o kadar iyi. Belki fikrim değişir ve geri dönmeye karar veririm. Kolay değil, iki yıl gerçekten fazlasıyla uzun bir süre ve o da beni gördüğünde biliyor olucak ki hasta olmasaydı onu ziyaret etmeyeceğimi. Benim için doğrusu da bu değil mi zaten.
Felsefe1: 'Sorun yok, ziyaret yok.'
Nasıl başlamalıyım 'Selam baba, hasta olduğunu duydum ve her ne kadar sen bizi önemsemesen de seni ziyarete geldim.' ya da 'Yoğun bakımda olduğunu duydum ve belki ölümünü izlerim diye düşündüm...' Saçmalama Azra! Tabiki de böyle düşünmüyorsun onun hakkında.
Gerçekten yere çöküp saçlarımı yolmak istiyorum!
Geri mi dönmeliyim? Daha henüz kimseyle karşılaşmadım da..
Saçmalıyorsun!! Adam hasta ve belki.. belki sana ihtiyacı vardır. Ne biliyim belki bir mazereti.. Asıl şimdi saçmalıyorum on yedi yılın nasıl bir mazereti olabilir ki.
Ahh gerçekten çığlık atmak istiyorum! Kafamda milyon tane fare var ve hepsi birden beynimi kemiriyor sanki. Derin derin nefes al bir iki üç, ver nefesi.
Kötü bir adam değildi, sadece kendini toparlayamadı ve kendisiyle birlikte bizi de büyük bir boşluğa sürükledi. Birbirimize sahip çıkabilirdik, destek olabilirdik ve eğer öyle olsaydı en azından şimdi Buğra yanımızda olurdu. Nadirde olsa ufakken yanımıza gelir gülmeye çalışırdı ama sonra hemen gözleri dolar ve kaçardı. Bizden kaçardı!
Kapıya doğru ufak adımlarla yaklaştım. İşte başlıyoruz.
Fareler yine harekete geçti.
Kapının kolunu kavradım ama çeviremedim. Çeviremiyorum. Saçmaladım. Buraya gelmem bile hataydı. Ne söyleyecektim, ne konuşucaktık! Ben yine her şey için onu suçlayacaktım ve o yine sessizce tek kelime etmeden beni izleyecekti. Bunu milyonlarca kez yapmıştık, bizim frekanslarımız bir kere başından uyuşmuyordu. Ahh ama hakkını yememeliyim bi keresinde sadece dinlememişti ilk defa tepkisini belli edip bana tokat atmıştı. Onu çok zorlamıştım sustukça sinirlerimi bozuyordu ve onu konuşturmaya niyetliydim. Bağırdım, çok bağırdım, annem için onu suçladım, Buğra'nın içine kapanıklığı için onu suçladım ve o benden tokatını esirgememişti. Bakışlarını unutmam imkansız, öfkeliydi ama yüzünde öfkeden daha belirgin olan umutsuzluğu görmüştüm.
Beynim patlayacakmış gibi hissediyorum, ellerimin titremesine engel olmaya çalışarak yavaşça kapının kolundan elimi indirdim. Arkamı döndüm ve tam adım atıcakken içerden yere düşen metal sesleri geldi. Peşi sıra boğuk iniltiye benzer bir ses duyunca düşünmeden geri dönüp kapıyı açtım.
Doktor yatağa doğru eğilmiş bütün gücüyle yastığı kim olduğunu göremediğim surata bastırıyordu.
BABA!
Babamın kolları adamın bileklerini tutup itmeye çalıştı ama başarılı olamayacağını anlayıp ellerini sağa sola savurdu.
''BABA!'' resmen çığlık atmıştım. Doktor önlüklü kalıplı adam kısık bir şekilde siktir çekti ama istifini bile bozmayıp kollarını yastığa bastırmaya devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖRÜNMEZ
RomanceBelki birinin hikayesi iyi olsaydı toparlayabilirlerdi ama ya ikiside yıpranmış, yıllarca kullanılmış ve yırtılmaya yüz tutmuş kazaklar gibiyse.. İşte bu kötü. Kardeşinin doğumunda annesini kaybetmiş, babasının toparlayamamasıyla yalnızlığa mahkum v...