Duca uzun bir süre bekledikten sonra sordu: "çünkü?..."
İhtiyar başını kaldırdı, diliyle dudaklarını ıslattı. "Çünkü erkeklere bakıyordu," dedi.
"Onu daha çok gezmeye götürebilirdik," diye bu utancını sabırla açıklamaya başladı. "Elbette böyle uzun ve iri olduğu için kendisine bakacaklardı, bu yüzden sadece zavallı karımın veya benim yanımda dışarı çıkabilirdi. Birkaç defa denedik ama olmadı."
Duca bekledi, ama diğeri artık konuşmuyordu. "Neden mümkün değildi?"
Utancını sonuna kadar ortaya dökmeye hazır olan adam, "Çünkü," dedi. "Sokaktan geçen erkeklere bakıyor ve gülümsüyordu. Zaten hepsi ona bakıyorlardı, kendisi de onlardan birine bakıp gülümseseydi, kim bilir neler olurdu ?Bir defasında ben, zavallı karım ve bebeğim üç tuhafiye dükkânına saklanmak zorunda kaldık , çünkü üç genç kurtlar gibi üzerimize yürümüşlerdi. O sırada ben birini iteledim ama diğerleri üzerime atılmaya kalkıştılar, zavallı karım beni kolumdan çekerek dükkânâ soktu. Bu olaydan sonra bir daha aynı şeyi denemedik.
Duca sahneyi kolaylıkla gözünün önüne getirdi ;bir doksan beş boyunda, kanatlı ya da kanatsız tüm özgürlük anıtlarından daha güzel bir kız, küçük Latin âşıklar, ateşli güneyliler, onu arkadan kuşatıyorlar, yani zafer anıtının canlısını kuşatıyorlar, ona eşlik eden annesiyle babasını umursamıyorlar, hatta safari de bir aslanı sıkuştırır gibi halkayı daraltırlarken, bu dev kadına yaklaşabilmek için anneyi ve babayı dövmeye hazırlar
Hışırtılı ses birden geri döndü: " Doktor bunun bir hastalık olduğunu söylüyor. Benim bebeğim dürüst bir kız ama hasta. Bu bir hastalık, yani her erkeğe bakması ve gülümsemesi. Hem sonra erkekler ne derse desinler o hep evet diyor."
Evet, bir hastalıktı, Duca bunun 'ninfomani' gibi belirsiz ya da estrit, eretizm gibi teknik dalları olduğunu biliyordu.Bu namuslu olmakla değil, maneviyatla, terbiyeyle, ortamla ilgiliydi. Vücudun içinden yükselen doğal cinsellik kıvılcımı asla doymuyor ve hastayı beşeri ve manevi açıdan uygunsuz hareketlerle davranışlara sürüklüyor, aynı zamanda onun fiziksel de dahil her anlamda yıkımına yol açıyordu
"Bunun için onu bir daha dışarı çıkarmadık ve hiç yalnız bırakmadık, yoksa ona 'hadi' diyen ilk adamın peşine takılarak giderdi. Zavallı karım, yaşamı boyunca onu bir dakika bile yalnız bırakmadı, sonra öldü, ama baldızım olan o aziz kadın yanımıza gelerek ona göz kulak oldu, ben de rahatça Gondrand'a, işimin başına gidiyordum. Ona zavallı baldızım bakıyordu; telefona cevap vermeyi, çamaşır makinesini çalıştırmayı, televizyonu açmayı öğrenmişti. Bu bir mucizeydi, sayın komutan, sadece balkona veya pencereye çıkmasına engel olmak gerekiyordu, aksi takdirde delikanlıları selamlamaya, gülümsemeye, onları çağırmaya başlıyordu. "
İhtiyar elleriyle yüzünü kapadı. " üstelik omuz askısını düşürüyor ya da eteğini indiriyordu...ne kadar utanç verici, sayın komutan, biz ikinci katta oturuyoruz, ama evde zavallı baldızım vardı ve onun pencereye çıkmasına asla izin vermiyordu. Sonra baldızım öldü."
Masanın diğer tarafındaki ihtiyar ellerini yüzünden çekti. "Benim çalışmam lazım, sürekli Gondrand'a gitmem gerek, sadece kendim için değil, bebeğim için de, tedaviler pahalı, onu akıl hastanesine göndermektense kendimi öldürürüm. Bu nedenle zavallı baldızımın ölümünden sonra Gondrand'a gittiğimde ona bakması için yaşlı bir hemşire tuttum,ama birkaç hafta sonra bu ihtiyarın bana hiçbir yardımı olmadığını gördüm, sırtımdan karnını doyuruyordu, o kadar; işte o zaman bebeğimin belki de yalnız kalabileceğini düşündüm, zavallı baldızımın kendisiyle ilgilendiği son yıllarda durumu çok düzelmişti. Söylenenlere itaat ediyordu, kavrama yetisi artmıştı, söylediklerimi yapması gerektiğini anlıyordu. Böylece onu evde yalnız bırakmayı denemeye başladım, ilk günlerde çok korktum, derken bir mucize oldu. Tasavvur edemezsiniz, sayın komutan, Gondrad'dan eve dönüyor ve onun teyzesinin öğrettiği gibi, bana çorba ve yumurta hazırlamış olduğunu görüyordum. Elbette onu işte olduğum süre hiç yalnız bırakmıyordum. Bildiğiniz gibi ben Gondrand'da çalışıyorum, Cumhuriyet Meydanı'ndaki uluslararası nakliyet şirketinde. Tunus Bulvarı, 15 numarada oturuyorum. İşle ev arası üç dakika sürüyor, Bay Servadio' nun izniyle sabahları iki, öğleden sonraları da iki defa eve koşuyordum; üç dakika gidiş, üç dakika dönüş, dört dakika da evde kalarak bebeğimin yanlış bir şey yapıp yapmadığına bakıyor, uslu durmasını söylüyordum. Her şey iyi gidiyordu, evi nasıl temiz tuttuğunu bir görmeliydiniz, annesi gibi yerleri temizlemeye meraklıydı, onu hemen her zaman tıpkı annesinin öğrettiği gibi yanında deterjan dolu kova, elinde bezle yere çömelmiş buluyordum. Annesi döşemeyi temizlemenin en iyi yolunun bu olduğunu söylerdi."
Birden ağlamaya başladı Belli ki bebeğinin yere eğilmiş, yorgunluk hissetmeyen akıl hastasının mutlu hamaratlığıyla döşemeleri silişi gözünün önünde canlanmıştı. Parmaklarıyla gözyaşlarını silerek konuşmayı sürdürdü: "Müziği çok seviyordu, bunun üzerine ona şu plakları kolayca çalan şeylerden bir tane aldım, adını hatırlamıyorum. "
Duca, "Pikap" diye araya girdi.
Yüzü ve gözyaşları âdeta pırıl pırıl yaz güneşiyle aydınlanan ihtiyar, " Evet,"dedi, "bir pikap. Mutlu olacağını bildiğim için ona bir pikap satın aldım; plâğı aralıktan itiyorsunuz ve çalmaya başlıyor, ona hep yeni plaklar alıyordum, bütün gün evde yalnız başınaydı, çalışıyor; her şeyi temizliyor, yemek hazırlıyordu. Ben çıkmadan önce panjurları yarıya indiriyor, yukarı çekememesi için onları kilitliyordum, böylece pencerede durup gençlere bakamıyor, onlara seslenemiyor ve...", 'eteğini kaldıramıyordu,'demeye cesaret edemedi ve bu acı veren ayrıntıyı atlayarak devam etti: " ...ben öyle mutluydum, her şey öyle iyi gidiyordu, o öyle iyiydi ki! Çoraplarımı yamıyor, gömleklerimi öyle güzel ütülüyordu ki, âdeta bunları kendisine öğreten zavallı baldızım gibi yapıyordu, kendimi akıl hastası kızıyla yaşayan değil, genç bir damat gibi hissediyordum. Gondrand' a gidiyor, sonra eve dönüyordum ve her şey yolundaydı. O beni kucaklıyor, gülümsüyordu, mutfakta masa ikimiz için hazırlanmıştı ve iştahı kabartan güzel kokular geliyordu. Bu durum yaklaşık bir yıl böyle sürdü, sonra bir sabah eve döndüm ve onu bulamadım. "
Duca her türlü yakınmadan daha fazla içe işleyen o sessiz ağlamayı durdurmak için elindeki küçük kurşun kalemi masaya düşürdü.Çıkardığı küçük, tok ses gerçekten de ihtiyarın dikkatini çekince birden ağlamayı kesti. Duca, "O halde," dedi, "yeni bir ihbarname yazalım.Adınızı tekrarlar mısınız, lütfen?"
Adam gözyaşlarını sildi. Uysal ve hüzünlü bir sesle, ama yasalara ve devlet görevlilerine itaat etmeye hazır bir vatandaş edasıyla, "Berzaghi Amanzio,"dedi.
Berzaghi Amanzio Lombardiya'da kullanılan eski ve aristokrat bir isimdi. Duca not defterine adamın ismini yazarken gene sordu: " Doğum tarihiniz?"
"12 Şubat 1909."
"Anne baba adı?"
"Alessandro ve Rosa Perassini."
"Kızınızın adı?"
"Donatella."İhtiyar gene ağlamaya başladı."Doğduğunda o kadar küçüktü ki , düşündüğümüz bir sürü isim arasından bunu seçtim, sonra büyüdüğünde çocuklar onunla dalga geçiyor, ona Donatona diyorlardı..."
Duca not defterine 'Donatella' diye yazdı."Şimdi bana kızınızı son gördüğünüz günü etraflıca anlatın."
Yaşlı adamın kızını son gördü gün neler olmuştur sizce yorumlarınızı eksik etmeyin..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLANO'LULAR CUMARTESİ CİNAYET İŞLER
Mystery / ThrillerModern toplumun gelişmesiyle birlikte, günümüzde suçlar da seri halde işlenmeye başladı.Günümüzde, toplum medeniyetiyle birlikte toplumsal suçlar da ortaya çıkmakta.Polisin artık tek bir suçluyu arayacak,tek bir vakanın izini sürecek vakti yok; çeşi...