Keith tam yirmi dakika sonra kapımı çalınca zaten kapının arkasında gelmesini beklediğimden kapıyı açıverdim. Doğal olarak karşısında bu kadar süslenmiş birini görmeyi beklemiyordu ki gözlerini açıp beni baştan aşağı süzdü.
"Bu yaptığın zalimlik Grace. Bunca yolu beni güzelliğinle üzmen için getirmiş olamazsın."
Gülümseyip elini tutarak mutfağa götürdüm. Alelacele birkaç mum yakıp şarapları koyabilmiştim. Keith neler olduğundan hiç haberi olmayan kafası karışmış gözlerle bir bana bir ortama bakıyor bir açıklama yapmam için neredeyse sabırsızlanıyordu.
"Nasılsın? Yolculuğun nasıl geçti?"
Elime şarap kadehini almış sallayarak daire çizerken Keith'e bakıyordum. Güzel yüzü gerilmiş, bir kaşı sinirle yukarı çıkmıştı.
"Bana pek de kötü hissediyorsun gibi gelmedi. Ben gitsem iyi olur."
Şarap kadehini masaya vurup kalkar gibi olan Keith'in arkasına geçip omuzlarından sandalyeye bastırdım ve kollarımı boynuna sarıp kulağına eğildim. Kalp atışını neredeyse buradan duyuyordum.
"Teklifin hala geçerli mi?"
Keith yıldırım gibi kollarımdan kurtulup inanamayan gözlerle bana baktı. Kafasını iki yana sallıyor ve yüzüne öfke ifadesi yerleşirken benden sabırsızca bir cevap bekliyordu.
"Bir daha reddedecek kadar zalim olamazsın Grace."
Yüzünü ellerimin içine alıp dudaklarına yavaşça dudaklarımı bastırdım. Daha ikinciye öpmeme rağmen, ne yalan söyleyeyim, hoşuma gitmeye başlamıştı.
"O zaman neden zalim olup olmadığımı öğrenmiyorsun?"
Gözleri dolmuştu bile, emin olmayan hareketlerle tekrar bir dizi üzerine çöktü, bu sefer cebinden kırmızı küçük bir kutu da çıkarmıştı. Demek ki ilk sorduğunda cevabımdan öyle emindi ki bunu çıkarmayı düşünmemişti bile. Çaresizliği, ona verdiğim güvensizlik beni sarstı, böyle biri olduğumu bilmiyordum. Ama şimdi bana güvenmesini sağlayacaktım.
"Helena Grace Lake. Benimle evlenir misin?"
Kocaman gülümseyip yorgun duran Keith'e sarıldım.
"Evet!"
Gözlerine bakarak simsiyah, yıldızlı gece yarısına benzeyen opal taşlı yüzüğü aldım ve dikkatle yüzük parmağıma geçirdim. Keith hala durumu idrak edememiş; bir elindeki boş kutuya, bir bana bir de elimdeki yüzüğe bakıyordu. Birkaç kafası karışık göz kırpıştırdıktan sonra kocaman gözlerle yüzüme bakıp kahkaha atmaya başladı, bir yandan ağlıyor bir yandan da katılıyordu neredeyse. Belimden tutup havaya kaldırarak birkaç tur döndürdü ve yere indirir indirmez elimi tuttuğu gibi salona doğru çekiştirdi.
"Grace bu- yani- neden?"
Kesik kesik nefes alırken konuşmaya çalışsa da beceremiyor olması beni de güldürmüştü.
"Birkaç küçük şartım var yalnız sevgili nişanlım."
Gülümseyip yanağını okşadım. Ne desem kabul edecek gibi duruyordu. Nişanlım derken zaten gözlerini iki kat açmış, ayağa fırlamıştı.
"Canımı bile isteyebilirsin sadece bir kez daha nişanlım de yeter!"
Başımı arkaya atıp bir kahkaha patlattım. Uzun zamandır ilk defa bu kadar mutluydum.
"Öncelikle bana yer değiştirmeyeceğin garantisi vermen gerek. Yani iki üç yılda bir eyalet değiştirmek istemiyorum. Ayrıca okulumu o eyalette ne varsa onunla değiştirmem gerek. Bu bir ayımı alabilir, yani sen benden biraz önce gideceksin. Son olarak burada biliyorsun hayatımın iş teklifini almıştım Paul Bocuse'den. Bunu senin için iptal ediyorum Keith, sen de benim için birkaç fedakarlık yaparsın değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lütuf
Romance[TAMAMLANDI] Bir müzisyen yaşadıklarını nasıl anlatabilir şarkıları hariç? Ya da şarkılarında gerçekten her şey var mıdır hissettiği? Mesela on yıllardır, binlerce müzisyenin şarkılarında anlatılan "o kadın" olgusu gerçekten nedir? Grace, şarkıla...