"Kim için çalışıyorsun?"
Karşımdaki adam bir saatten beri aynı soruyu soruyor. Ama benim hala cevap vermeyeceğimi anlayamadı.
Yüzüme yediğim 287.yumrukla başım tekrar sağa savruldu. Eğitimim gereği konuşmamak için kafamı boşaltıp olduğum durumdan başka bir şey düşünüyor ve bu yüzden de tüm yumrukları saydım.
"Anlaşıldı. Konuşmamakta ısrarcısın. O halde , getirin malzemelerimi." diyerek adamlarına işaret verdi. İki tane izbandut* gibi adam ellerinde bir sürü işkence aleti olduğunu düşündüğüm aletler ile odaya girdi. Karşımda duran adam , korumaların getirdiklerine -işkence aletleri- bakıp bana döndü ve yüzüne kötü bir gülümseme yerleştirdi.
"İlk hangisinden başlasam acaba?" diyerek düşünür gibi yaptı.
"Onu getirin." diye adamlarına işaret verdi. Korumalardan biri elinde iğne ve tüp ile adamın yanına geldi. Korumanın elinden iğneyi ve tüpü alıp yanıma geldi.
"Bu gördüğün ne biliyor musun? Bu gördüğün küçücük tüp enjekte edildiğinde tüm sinirlerini harekete geçirir ve havada esen rüzgar bile sana işkence gibi gelir." dedi ve iğneyi hiç nazik olmayacak bir şekilde koluma batırdı ve içindeki sıvıyı vücuduma enjekte etti. Aradan ortalama beş dakika geçtikten sonra vücudumun bazı yerlerinde karıncalanma gibi yanmalar başlamıştı. Yanıma geldi, "Konuşmamakta kararlı mısın?" dedi.
Gözlerinin tam içine öfkeyle baktım bir iki saniye ve tekrar bakışlarımı boşluğa çevirdim. Eline aldığı alet -karga buruna benzer bir alet- ile yanıma geldi ve korumalarından biri oturması için onu tam karşımda sandalye koydu.
"O halde, başlıyoruz." diyerek sol elimi eline aldı. Elime temas ettiği anda aşırı derecede yanma hissi bütün bedenimi sardı ve çığlık atmaya zorladı beni. Sol elimin serçe parmağındaki tırnağımı çektiği anda dayanamadım ve kulakları sağır edecek bir şekilde çığlık attım. Birinci tırnak , ikinci tırnak , üçüncü tırnak...
Attığım çığlıklardan ve o iğne yüzünden gözlerim kararmaya başlamıştı. Bilincimi tamamen yitirmeden önce "Daha yeni başlamıştık oysaki." dediğini ve sırıttığını görmüştüm. Kendimi daha fazla tutamadım ve karanlığa bıraktım.....
Vücuduma atılan soğuk suyla güçlü bir çığlık atarak uyandım. Hala aynı odada olduğumu fark ettim. Ben etrafı incelerken odanın kapısı açıldı ve o -adam- içeri girdi. Üzerinde lacivert bir tişört ve siyah bir pantolon olduğunu fark ettim. Büyük ve kesin adımlar ile dört beş adımda yanıma geldi. "Demek uyuyan prensesimiz uyanmış !" dedi. Yüzüne bile bakmadım. Saçlarımı avuçlayıp asıldı. İlacın etkisi geçmiş olmalı ki ilk seferki gibi canım acımadı.
"Sana son kez söylüyorum. KİM İÇİN ÇALIŞIYORSUN ?" dedi saçlarımı daha fazla çekerek.
Ağzımı açıp tek kelime etmedim ve gözlerine baktım. Saçlarımı çekmeyi bıraktı ve " O zaman hoş çakal." dedi ve belinden silahını çıkarıp kafama tuttu. Silahı ateşleyeceği sırada kapı açıldı ve içeri bir koruma girdi "Mehmet Bey , Cenk Bey sizi çağırıyor.""Tamam , geliyorum. Şu an işim var gördüğün gibi (!)." dedi ve tekrar bana döndü.
"Mehmet Bey, Cenk Bey o kızı serbest bırakmanızı söyledi." dedi ve başı ile hafif bir şekilde beni gösterdi. "Ne demek , kızı serbest bırak?"
"Kız... Puma'nın kızıymış." dedi ve derin bir nefes aldı. Adının Mehmet olduğunu öğrendiğim adam silahı başımdan çekti ve tamamen kapıdaki korumaya döndü.
''Ne demek 'Kız Puma'nın kızı?' Bu nasıl olabilir?'' dedi ve hemen odadan çıktı.
Yarım saat sonra yine içeri Mehmet ve az önceki koruma girdi. Koruma yanıma gelip, bağlı iplerimi çözdü ve beni serbest bıraktı. Karşımda duran adam yalandan bir üzüntüyle konuştu.