Tam bir hafta boyunca kıçımı devirip yatağımda yattım. Tam bir hafta boyunca Tiffany'de Kahvaltı'yı izledim ve her seferinde garip bir şekilde ağladım. Tam bir hafta boyunca aşk kısmının kitabın son yüz sayfasında devreye girdiği bin sayfalık romanlar okudum ve garip bir şekilde hiç sıkılmadım. Tam bir hafta boyunca annem şu yardım derneğine gitmedi ve her saniye benimle ilgilendi. Hala son derece kendini suçluyordu. Neyseki bir haftanın sonunda yediğim şeyin herhangi bir hayvanın görmeye utandığım yerlerini yemediğimi ögrendim ve bir haftanin sonunda ilk kez gülümsedim. Cep telefonumu on dakikada bir elime alıp bir sonraki on dakika sonra yeniden almayayım diye sonunda çekmeceye kilitledim. Bolca anne pastası yedim ve bir kaç defa en iğrencinden kustum. Ve hepsinde kendimden bolca utandım ama şimdi oldukça iyiydim ve kesinlikle okula gitmek istiyordum aslında kesinlikle o okula gitmek istemiyordum ama okula gitmek istiyordum sonuçta ve gidebileceğim tek okul o okuldu.
Bir hafta sonra yeniden o servise bindim ve henuz sadece bir kez oturabilmiş olduğum yer benim yerim boştu.Aslında çocuğun benim evin önünde beklediğimi görmeden önce orada oturduğunu ama beni görünce ayağa kalktığını biliyordum. Bozuntuya vermeden nazikce ona gülümseyip hala sıcak olan yere oturdum. Servis her zaman olduğu istikametten biraz uzaklaşınca istemsizce başımı kaldırdım ve insanların yüzlerine baktım. Anlaşılan ben bir hafta yokken küçük değisiklikler olmuştu ve bunu bilmeyen tek insan bendim. Başımı yeniden cama dayayıp kapşonumu başıma gecirdim ve kulaklarıma ihtiyacı olan seyi verdim. Yüksek sesli iyi müzik. Sadece gözlerimi kapattım ve servis çakıl döşeli yolda sallana sallana ilerlerken birazcık uyumaya çalıştım. Ben tam milyonlarca görüntüyü beynimin içinde sürüklerken saçlarımın arasında bir el hissettim. Servisteki onlarca insandan biri elini yanlışlıkla başıma koymuş olabilirdi. Tepki vermedim ama kapşonumun düşmüş olduğunu ancak farkına varmıştım ve onu düzeltmek için elimi arkaya doğru attım. Arkaya bakmak istemiyordum çünku iç güdülerim bakmamam konusunda inat ediyorlardı. Ben kapşonumu düzeltmeye çalışirken bu sefer aynı el beni durdurdu ve kapşonumu elleriyle başıma yerleştirdi.
Aman Tanrım. Jared mı? Artık servis mi kullanıyor ve elleri benim saçlarımın arasında mı? Masumca, şehvete yer vermeden...
Bakmayacaktım. Eğer o Jared ise inadına bakmayacaktım eğer o Jared değilse kim olduğu umrumda değildi. Olanlari farkında değilmişim gibi telefonumla uğraşmaya başladım. Arkaya dönmemek için kendimi zor tutuyordum. Jared olmalıydı başka kimse olamazdı. Yani o olduğundan emindim. Bunu hissedebiliyordum ve kalbim aşırı hızlı atıyordu. Kimin olduğunu bilmediğim el kapşonumu düzelttikten hemen sonra kucağıma kuru bir yaprak bıraktı.
-Saçlarının arasında kalmış.
Hayır. Lanet olsun ki Jared değildi bu ses onun değildi değil mi? Bir haftada Jared'in sesinin unutmuş olamazdım sonuçta. Tam başımı çevirdiğim sırada servis durdu ve onca karmaşanın arasında dikkatimi kapşonlu bir cocuk çekti. Sanki birazcık benim gibiydi. Kapşonlu bir erkek ve elleri saclarımın arasında dolanan bir erkek.
Kalabalığın arasından bosluklar bularak onun peşinden gittim. Cocuk farkındaymış gibi adımlarını gittikçe hızlandırdı.
Servisteki cocuk. İlk gün beni kaldıran çocuk. Ve ardından gözden kaybolan çocuk. O cocuk bu çocuk olmalıydı. Ve bu bilinmezlik fena halde sinirimi bozmuştu. Onu takip etmeliydim. Nasılsa bu okulda bir yerlerde olacaktı değil mi?
Çocuğun peşinden mükemmel bir ajan havasında gidiyordum. Aslında boyu neredeyse Jared'la eşti. Sadece daha zayıf ve daha az kaslı. Daha az ego sahibi olduğu yürüyüşünden bile belliydi. Okulun pek bilinmeyen tiplerinden olmalıydı. Benim türümden. Görünmez olmayı sevenlerden biri. Çocuk okulun arka kapısından dolandı ve karanlık koridora saptı.Tam kapıdan gireceğim sırada birinin arkamdan bağırdığını duydum. Bakmakla bakmamak arasında karar verinceye kadar arkamdan bağıran varlığın eli daha doğrusu fazla beyaz eli beni omuzlarımdan tutup kendine doğru çekti ve sikıca sarıldı.