Yalanın Küçüğü Büyüğü Olmaz..

85 10 1
                                    



Yalan yalandır, küçüğü büyüğü olmaz. Pembesi, beyazı olmaz. İyisi, kötüsü olmaz. Siz söylerken iyi, başkası söylerken kötü olmaz. Yalan her durumda can sıkar. Ve siz "küçük pembe yalandan ne olur ki" dediğiniz anda, o küçük, pembe, sizi mutlu eden yalanlarla yürüdüğünüz yolun sonunda, kendinizi bir anda yılanlarla dolu bir kuyuda bulursunuz. Kuyunun başındaki bekçi, izin vermez dışarı çıkmanıza ve siz bekçinin izin verdiği ölçüde özgür kalırsınız, yaşadığınız tutsaklıkta.

Günler o kadar hızlı bir şekilde geçiyor ki, hazırlıklarımızın bitmek üzere olduğunu ve düğüne neredeyse bir ay kadar kısa bir zaman dilimi kaldığını her fark ettiğimde, şaşkınlıkla inliyorum. İnsanlar stres yaptığımı sanıyorlar ama aslında korkuyorum. İçimdeki şüpheler peşimi bırakmıyor. Bunun sebebi ettiğimiz ufak tefek kavgalar, ya da hala doğruyu yapıp yapmadığımı düşünmem değil. İşin aslı, sebebi ben de bilmiyorum ama gerginim. Ve bu gerginliğim, gelen bir telefonun ardından iyice artıyor:

- İyi günler, ben aldığınız ev aletleri için aramıştım. Son iki aydır taksitleri ödenmedi.

- Nasıl olur? Yolladım ben.,

- Hayır hanım efendi ödenmedi. İsterseniz buyurun gelin, burada konuşalım.

Hemen nişanlımı arıyorum.

- Ödemedin mi sen taksitleri?

- Ödedim, diyor.

- İyi de aradılar. İki aydır ödememişsin. Verdim ya sana para. Yatıracaktın.

- Tamam, gider hallederim. Yanlışlık olmuştur.

Aslında bal gibi anlıyorum bir yanlışlık olmadığını ama konduramıyorum bana yalan söylemesini. İnanmış görünüyorum. Ve elinde hep istediğim, tek taş pırlanta yüzükle çıkıp geldiğinde, bana yalan söylediğini anladığımı bildiği için mahcup tavrıyla:

- Unutmuşum yatırmayı, sana da söyleyemedim o an, dediğinde bir kez daha affediyorum. Ve yaptığı jeste ne kadar sevindiğimi göstermek için sarılıp öpüyorum.

Tanıdığım günden beri ayarını bir türlü tutturamadığı elleri hemen belime dolanıyor. Zorla çekiyorum kendimi. Sahte bir kızmış suratla bakıyorum. Şu sağıma soluma ellemesi konusunda verdiğim savaşı her seferinde bir yerlerimde çimdiğinin iziyle kazanıyorum.

Aylardır süren gidiş gelişlerin, hazırlıkların sonunda Selma' yla bir kaçamak yapıyor ve kendimizi dışarı atıyoruz. Önce bir sinemaya gidiyoruz. İzlediğimiz romantik filmin etkisiyle, kol kola hayal içinde dolaşıyoruz sokaklarda. Önünden geçtiğimiz bir kuyumcuyu görünce şeytan dürtüyor beni.

- Gel kız şu yüzüğe baktıralım, diyorum. Kaç lira vermiş.

Aslında ayıp yaptığımı biliyorum, sanki sonradan görme gibi hissediyorum kendimi ama, yüzüğü gördüğünde kızlardan birinin "pırlanta böyle parlamaz ki imitasyona benziyor" demesi aklımı kurcalıyor ve dayanamıyorum işte. Yüzüğü gösterdiğimde kuyumcunun imitasyon bu demesine inanamıyorum ve "emin misiniz?" diye sorma gereği duyuyorum. Büyük bir hayal kırıklığıyla çıkıyorum dükkandan. Selma yaşadığım karmaşanın farkında değil gibi görünüyor. Ama ben eve nasıl geldiğimi, parmağımdan kandırılışımın simgesi olan o yüzüğü nasıl çıkardığımı hatırlamıyorum bile. Çok öfkeliyim. Nasılsa gelecek. O zaman soracağım ne olduğunu. Ve geldiğinde sıradan bir şeyden bahseder gibi soruyorum merak ettiğim şeyi:

Umuda TutunmakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin