...
"Duvara karaladıkların yetmedi mi? Ne yazıyorsun?"
Gülümsedim.
"Dönüm noktalarımız oldu. Her defasında bir şeyler karaladığımı biliyorsun. İçimden geleni yazıyorum. Hikâyemizin nasıl başladığını."
"Nasıl bittiğini de yaz."
"Onu birazdan yaşayacağız zaten."
Elimdeki kâğıda merakla baktı.
"Okusana."
Başımı sallayıp derin bir nefes aldım.
Hatırlamakta zorluk yaşamadığım tek tarih kaldı artık aklımda. Diğerleri karışık. Olayların içine öylesine sinmişler ki, hangisini önce yaşadığımı bile bilmiyorum. Neyse ki bahsetmek istediğim tarihi hatırlıyorum.
İnsan, hayatında tutunacak bir dal bulamazsa, hayallerinde yaşar. Yaşarmış. Bunu ilk elden tecrübe ettik. Abim ve Ömer'le birlikte.
Yalnızlığından yakınan üç kişi, hayatın kendilerini mütemadiyen dışlaması üzerine mecburen içine kapandı. Kafa kafaya vermesini bildiler. Ailelerinden görmedikleri şefkat ve birliktelik duygusunu kendi aralarında iliklerine kadar hissettiler. Gönülleri bir olan üç insanın birlikte bir şeyler hayal etmesinden daha normal ne olabilir?
Abimle farklı şehirlerde yaşıyorduk. Ömer, yanı başımdaydı. Hayatımızı idame ettirmek için girdiğimiz işlerden izin aldıkça görüşüyorduk. Her buluşma, farklı bir hayal kırıklığını da barındırıyordu. Bir şekilde başa çıkmalıydık. Dedim ki... Madem işler istediğimiz gibi değil, neden hayal kurmayalım?
Hayal diyoruz da... İşi biraz ciddiye bindirirdik o zamanlar. Bu kurguların ortak olan iki noktası vardı yalnızca. İki büyük şart. Biri, üçümüzün birlikteliği; diğeri, gerçeklerle uzaktan yakından alakadar olmamaları. Bazı hayallerimizde yeraltı dünyasında isim yapıyorduk, bazılarında bir işyeri açıp zengin oluyorduk. Hatta bazılarında devlet yönetiyor, yahut bir salgına karşı hayatta kalmaya çalışıyorduk.
Plan niteliğindeydi adeta. En ince ayrıntısına kadar düşünüyorduk. Yeraltı dünyasında kimi öldürerek tanınmaya başlıyorduk? Veya falanca devletin başkanı olarak hangi devletten vergi almaya çalışıyorduk? Ya da olası bir salgında neler yapacaktık?
Hayat ne kadar acayiptir ki gerçeklikten kaçmak için adeta fantezi niyetine yaşadığımız saatleri yüzümüze çarptı. Gerçekleşmesine ihtimal vermediğimiz için planladığımız salgının... Bir baktık ki içindeyiz. Bataklıkta çırpınır bulduk kendimizi. Bataklıkta çırpınanın yön duyusu olmaz. Ama bizim vardı. Vardı, çünkü yapacaklarımızı ayrıntılarıyla planlamıştık.
İşte bahsettiğim tarih, her şeyin başladığı gün. 13 Mart. Aradan geçen onca vakitten sonra bilmem, hatırlayan var mı ama... Nedense olduğunu düşünüyorum. İnsanın, kaderinden kaçamayacağını en acı şekilde gözler önüne seren gün... Bataklıkların, en büyük ve derin olduğu gün. Ama daha önemlisi, milat. Yıkılışın, yıkılışların, yıkılışlarımızın miladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN KARANLIĞINDA: SALGIN
Science Fiction*Tamamlanmış bir roman. Üç kitaplık bir serinin ilk adımı. Aniden yayılmaya başlayan bir salgın... İnsanların içinde bulunduğu kaos havası... Bir grup insanın bu salgın karşısında yaşadığı olaylar... Kimi zaman hüznün doruklarında, kimi zaman umut ı...