Sıcacık yatağımdan doğrulurken, dün gece olanlar film şeridi gibi gözümün önünden geçti. İrem'i beklediğimiz sırada uyuyakalmıştım ve Burak beni eve getirmişti.
Saç diplerim sızlayarak banyoya girmem gerektiğini söylerken, ayaklarım beni banyo kapısına sürüklemişti. Suyu açıp, küvetin dolmasını beklerken aynanın karşısına geçtim. Makyajımı silmeden uyuduğum için tanınamaz bir haldeydim.
Sanırım bu halimle, bir vampir dizisinde rol alabilirim.
Haftasonunu dinlenerek geçireceğime dair, kendi kendime söz vermişken, yaşanılanlar bu sözü ayakları altında çiğniyordu resmen.
Banyodan çıktıktan sonra İrem'e 'Günaydın. Daha iyi oldun mu?' mesajını atıp, başımdaki havluyla beraber mutfağa indim. Annem beni bu halde görünce mutfağa almamış, saçımı kurutmam gerektiğini söyleyip yeniden odama göndermişti.
Pazar günü, cumartesi gününe nazaran daha sakin ve bir o kadar rutin geçmişti. Aldığım haberlere göre annesi İrem'i, bir daha hava karardığı zaman dışarı çıkmasına izin vermeyeceğini söylemiş; Anıl, onu kaza gecesi bilgilendirmediğimiz için kızmış; Burak, motoru sebebiyle ağabeyleri arasında ufak bir anlaşmazlık yaşamış ve Hakan ise 'ailenin gurur kaynağı olan çocuk' rolünü üstlendiği için hiç bir tepki görmemiş, yalnızca annesinden öğüt dinlemekle yetinmişti.
Hafta içi, göz açıp kapayayınca geçmişti. Okula iyice alışıyordum. Teneffüs aralarında İrem, Burak ve Anıl ile olan sohbetlerimiz yakın zamanda tanışmış olduğumuzu hiç göstermiyordu. Sanki, beraber bir ağacın tohumunu ekmiştik de şimdi o tohum filiz vermiş, köklerini toprağa salıp ona sıkıca tutunuyordu. Tıpkı benim yeni hayatıma tutunmaya çalıştığım gibi.
Burayı seviyordum. Yeni kişiler, yeni silüetler, yeni mekanlar girmişti hayatıma. Bu yenilikler, eskiyi unutturmaya çalışıyordu bana. Hissediyordum... Annem, ona değer vermeyen bir adamla, sırf aile olduğumuzu göstermek için aynı evde kalmayı kabul etmişti. Ama atladığı bir nokta vardı ki, henüz soyadları bile farklı iken nasıl aile olmayı başaracaklardı ki?
Babam ise zamanında 'lanet olasıca' diye hitâp ettiği kızının üzerine titriyordu şu an. Onu hiç bir zaman anlayamadım. Annemi neden aldatmıştı ki? Neden o gün çekip gitmişti? Onu gitmeye iten şey neydi? Buna rağmen hep sevdim onu. Yurt odalarında, gözü ağlamaktan kızaran bir kız çocuğu olarak her gece hayal etmiştim onu. Gelip, beni bu soğuk zindandan kurtarıyordu. Baba-kız alışverişi yapıyorduk. Onu erkek arkadaşımla tanıştırıyordum. Yorganla gizlediğim başımı, gün yüzüne çıkardığımda ise o duvarla karşılaşıyordum. Gerçekleri söyleyen, yurdun rutubetli duvarı...************
Önce alışamıyorsun ailen olmadan yaşamaya. Bîçare ellerinle hayata tutunmaya çalışıyorsun. O ufak, bitkin, yorgun ellerle... Öyle çaresizsin ki, oluşan ufak bir gevşeme sonrasında bir daha eskisi gibi sıkı kavrayamayacağını sanıyorsun. Korkuyorsun... Korkunun esiri olmaktan korkuyorsun. Ama, sen farkında olmasan da o korku bir şeyler aşılıyor bünyene. Zamanla dik durmayı öğretiyor. Gerçekleri kâbul edince canının yanmadığının farkına varıyorsun. Bazen içindeki çocuk sıkılsa da bu durumdan, ruhun izin vermiyor. O çocuğun çaresizliğini gözyaşlarıyla öğrenmek istemiyor çünkü. Ama... Bütün vücudu ayakta tutan ruh yorulmuyor mu sanıyorsun? O ise bütün her şeyi sineye çekiyor. En zor göreve ait iken, o neden sızlanmıyor? Neden yakınmıyor bu durumuna? Çünkü onun umutları var. O inanıyor... Her acıya değecek bir sonuç olduğuna.
Edebiyat öğretmenimin önerisini yapmaya çalışırken gözlerimi tavana diktim. Önerisi iyi gelmişti. Yazarlık kulübüne girdiğim için, hissettiklerimi zaman zaman yazmamı istemişti. Hislerim ise, görünmez zincirlerle birbirlerine tutundukları için en başından yazmaya karar vermiştim.
"Bugünlük bu kadar yeter."
Masanın üzerindeki telefonumu alıp saate baktım. Uyumak için henüz erkendi. Yaptığım topuzun, tam ortasında asılı duran kalemimi çıkararak, saçlarımın omuzlarıma düşmesine izin verdim. Merdivenlere yöneldiğim sırada, duyduğum sesler babamın bir konuğu olduğunu kanıtlıyordu. Vazgeçip odama geri dönmek istesem de, merakıma yenik düşüp basamakları inmeye başladım. Mutfaktan bir şeyler alma bahanesiyle konuğu görebilirdim.
L şeklindeki koltukta, sevdiğim ve her zaman oturduğum köşeme sırtını yaslayan adamın tok sesi, tanıdık geliyordu. Babamla yarın akşam gerçekleşecek olan aile yemeğini ve babamın yeni ortağı Atilla Güven'i konuşuyorlardı. Mutfakta oyalanırken tok sesin sahibinin, okul müdürümüz Harun amcaydı. Hiç bir zaman ona 'okulun müdürü' diye hitap edemedim. Burağın babasıydı ve en yakın komşumuzdu. Nasıl hitap edebilirim ki? Her neyse... Saçmaladım...
Konuşulanlara kulak kabartıp, gelecek konuklar arasında Savaş Demirel ve ailesinin olacağını öğrendim. Anlaşılan, düşündüğüm kadar sıkıcı ve küçük boyutlu bir yemek olmayacaktı. Tarık Taşın'a da bu yakışırdı zaten.
Demirel soyadı zihnimi kurcalarken, daha önce nerede duyduğumu düşünmeye başladım. Yabancı değildi. Kimdi?... Kimin soyadı?...
Hah! Hakan Demirel. Yemekte Hakan da olacaktı. Bu bilgileri hafızama yerleştirip, geldiğimi hissettirmediğim gibi oradan ayrıldım. Odama girince, kapımı kilitlediğimi kontrol etmek için kapı kilidini çevirdim. Kilitliydi... Yurtta edindiğim bir alışkanlıktı bu. Yapmak zorunda değilsin ama güvende olduğunu hissettiriyor...
Pijamalarımı giydikten sonra lavaboya gidip dişlerimi fırçaladım. Odama geri döndüğümde, köşesinde uyuyan Çakıl'ın nefes alıp vermesiyle çıkardığı hırıltılar dudağımın kıvrılmasına neden olmuştu. Ona yaklaşarak, dizlerimin üzerine oturup başını öptüm. Bu aralar onu ihmal etmiştim.
Yarın annemle yapacağım alışveriş aklıma gelince, tebessüm ederek oturduğum Çakıl'ın yanından gözlerimi devirerek ayrıldım. Annem bu sabah, gizlice odama girip gardrobumu karıştırmıştı. Üstelik bunu çok rahat bir şekilde dile getirmiş, yarın akşamki yemek için uygun kıyafetim olmadığını söylemişti.
Yarınki yemek... Yeni ortakların kutlanması... Yarın... Yarın... Ayaz...
Yarın Ayaz'la aynı çatı altında, aynı havayı soluyacaktık. Daha da önemlisi aynı masa üzerinde yemek yiyecektik.
Ve işin garip yönü, bütün bunları düşünürken içimde her hangi bir hissiyatin kendini ele vermemesi idi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DENİZDEKİ AYAZ (ara verildi)
Literatura KobiecaGörme engelli birinin, renkleri merak etmesi gibiydi seni sevmek... Deniz hayatının en güzel yıllarını yurt odalarında geçirmiştir.Önce babasına, kendisini ve annesini yalnız bıraktığı için; ardından annesine, kendisine verdiği sözü tutmadığı için ö...