9. BÖLÜM

237 26 8
                                    

Bir ağacın dibinde oturmuş deli gibi sallanıyordum. Vücudum bir ileri bir geri gidip, soğuk olmadığı halde üşüyordu. Burnuma o iğneleyici, rahatsız edici yanık kokusu doluyordu. Anlamsız gelmiyordu. Yaptığım hiçbir şey  artık anlamsız gelmiyordu. Onu öldürmem gerekiyordu ve öylede yapmıştım. Rahatsız olmam gereken durum şuan burada güçsüz bir şekilde bulunmamdı.

Olduğum yerden ağır hareketlerle kalkmaya başladım. Günlerdir hiç ayağa kalmıyor, hiç yürümüyor gibi hissediyordum. Yalpaladığımda düşmemek için ağaca tutunmak zorunda kalmıştım. Nerede olduğumla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Ormanlık ve ıssız bir yerdeydim. Bulunduğum konumdan düz bir şekilde yürümeye başladım. Ellerimle kollarımı sarıp ısınmaya çalışıyordum ama hiçbir faydası olmuyordu. Çünkü kollarım bedenimden daha soğuktu.

Özellikle ellerim buz gibiydi. Parmaklarımı oynatamıyor hatta önüme gelen saçları geriye itemiyordum bile. Isınmak için tekrar koşmaya başladım. Ne etrafıma bakıyordum nede kollarımı bedenimden ayırabiliyordum.

Arkadan gelen korna sesi ile bir anda duraksadım. Arkamı dönmüyordum yada yürümüyordum. Arabanın kapısının açılıp kapanma sesini duyulmasıyla Burak’ın yanıma gelmesi bir olmuştu. O rahatlatıcı sesi ile “Mina!” dedi.

Sesi oldukça telaşlı çıkıyordu. Ama yine korkması gereken bir şey olmamıştı. Yeniden ben zarar vermiştim. Ben öldürmüştüm. Bu benim için gurur verici bir tabloydu.

Hemen kendimi toparlamaya çalışmıştım ama olmuyordu. Konuşmak istemiyordum. Yürümek istemiyordum. Şuan hiçbir şey yapmak istemiyordum. Kafamı yüzüne çevirdim ve kilit vurduğum dilimi konuşması için açtım.

“Beni taşıyıp arabaya bindirir misin?” diye sordum. Söylediğim cümle üzerine afallamamıştı. Aksine   oda sanki bunu bekliyormuş gibi hemen kucağına alıp beni arabaya bindirdi.

Arka koltuğa uzanmamı sağlayıp arabayı kullanmak için öne geçti. Bende bu arada sağ kolumu başımın altına koyup sol elimle önüme gelen saçları geriye doğru itiyordum.

“İstersen uyu geldiğimizde ben seni odana taşırım.” dedi.

Ne olduğunu sormamıştı. Sanırım görünüşüme acımış ve rahat bırakmak istemişti. Aslında bu kadar anlayışlı olması işime gelecek bir durumdu. Ama uyumak istemiyordum. Şuan bulunduğum stresli durumu atlatabilmek içi bir şeyler yapmam gerekiyordu.

“Evin altındaki depoya inelim. Senden bir şey yapmanı isteyeceğim.” Dedim. Dikiz aynasından bana meraklı gözlerle bakıp “İnan bana çok yorgun gözüküyorsun. Yarın istediğin şeyi yaparım eve gider gitmez dinlen.” Huzur verici bir tonda konuşmuştu.

Biliyordum beni düşünüyordu ama beni düşünebildiği kadar tanımıyordu. Bunu yapmamak beni rahatsız ederdi. Ve daha kötü olmamı sağlardı.

“Hayır. Ben iyiyim. Oraya gidelim.” Diye ısrar ettim. Sanırım patronu olduğumdan hemen kabul etti. Koltukta sırt üstü dönüp gözlerimi arabanın tavanına diktim.

“Üst tarafı açar mısın?” diye sordum. Gökyüzünü izlemek istiyordum. Temiz hava almak istiyordum. Aciz insanlar gibi aptal görünmek istemiyordum.

“Efendim?”

“Diyorum ki arabanın üstünü açar mısın?. Gökyüzünü izlemek istiyorum.”

“Pekala.” Dediğimi yapıp arabanın üstünü açtı. Bende açıldığı gibi kocaman bir nefes aldım.

Belki de huzur buydu. Gökyüzünde, bulutlarda, oksijende, yıldızlarda, ayda… Yada huzurun bir tanımı yoktu. Kişiye göre göreceli ,farklılık gösteren kavramdı.

SEFİL KARANLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin