Bölüm-5 Şok Dalgası

6.1K 390 95
                                    

Çanını yediklerim bir yeni bölüm daha❤️
Hepinizin yorumlarını bekliyorum,ayrı ayrı cevap vereceğim😈❤️
Vote vermeyi unutmayın,şu sıralamaya girelim artık🙈
Çanınızı yerim,
💁🏼‍♂️6.Bölüm Pazar Günü!
Bölüm-5 Şok Dalgası

Kahvaltıdan sonra numaralarımızı almış ve dördümüzün olduğu bir whatsapp grubu kurmuştuk bile. Yurda akşam döndüğümde kaçta buluşacağımızı ve neler çalışacağımızı kararlaştırmıştık.
Saat 12.00 gibi buluşup daha önce hiç gitmediğim bi kafede buluşacaktık.
İdil ile sadece ikimiz ders çalışacakken 2 tane sürpriz yumurtamız vardı.
Biri zaten idilin arkadaşı Handeydi.
Gelmesine karışamazdım ama Bora bildiğin yüzsüzlük yapıp direkt konuya dahil olmuştu. Okul başladığından beri korumaya çalıştığım yalnızlık zırhım istemediğim bir şekil de bir an da yırtılıvermişti.
Hayatım da ne kadar yer edeceklerini ise zaman gösterecekti.
Saat çoktan 10.00 olmuş ben ise hala yatakta öyle dönüp duruyordum normal de olsa heyecandan çoktan hazırlanıp yola koyulmuş olurdum ama hande ve bora ayrıntısı rahatsız ediyordu.
En sonunda karnımda bana verdiği uyarı ile acıktığımın farkına vardım.
Ranzadan inip, saçımı arkaya doğru bağladıktan sonra kantine indim.
Yurdun en sevdiğim yönlerinden biri de kahvaltı ve akşam yemekleriydi. Kısaca yemekleri. Ne kadar zayıf olsam da bu dünya da bana zevk veren nadir olaylardan biriydi,
Yemek. Bu yüzden arkadaşlarım genelde çok kızardı. Yemek yerken çok yavaş yerdim ve o anın her saniyesinin zevkini yaşamaya bakardım.
Çorba ile olan aşkımı,
Tavuk ile olan flörtümü,
Ve patates kızartması ile olan evliliğimi sadece Eray bilirdi. Bunlar benim gizli hayatımı9n bir parçasıydı.
Kantinde elime karışık meyve suyunu aldıktan sonra sıraya girdim. Sıra bana geldiğin de parmak izimi okutup karışık gözleme istedikten sonra boş bulduğum bir masaya oturup beklemeye başladım.
Telefon da dün grupta konuşulanları göz gezdiriyordum. Grupta konuşulurken alttan alta İngilizcemin kötü olduğunu işleyip bir kumar oynamıştım aslında.
İngilizceyi özel olarak bir kişi ile çalışmam gerekiyordu.
İdil grupta "yarın hallederiz merak etme" demişti ama bu işi sadece ikimiz halletmeliydik dördümüz değil.
Fadime ablanın ismimi söylemesiyle ister istemez mutlu olmuştum.
Mis gibi geçecek 15 dakika beni bekliyordu. Gözleme yerken ona idile baktığım gibi bakıyordum tek farkı fardı gözlemeyi yiyerek ona ihanet ediyordum..
İdil ile ihanet kelimesi ise yan yana gelemeyecek kadar uzaktı birbirlerine..
Gözlemeyi Fadime abladan alıp teşekkür ettikten sonra yerime geçerken,
Günün ilk şokunu yaşamıştım.
İçimden adeta Alllaha yalvarıyordum.
"Lütfen bu sefer rüya olsun."
Döndüğüm gibi öylece dona kalmıştım.
Gözlerimi kapattım 5 saniye hiç açmadım. Gözlerimi açtığım zaman dibime kadar sokulmuştu.
Her zamanki uyuz ses tonuyla
"Gözlerini kapatıp açmana gerek yok ben gerçeğim " demişti .
İlk başta biraz afallamıştım. Borayı göreceğim en son yer burası olurdu diye tahmin ediyordum ama öyle olmamıştı.
"Sadece seni burada görmeyi beklemiyordum" dedim. Konuşurken sesimden resmen yapmacıklık akıyordu. Sabah kahvaltısında görmek isteyeceğim son kişi öylece karşımda duruyordu.
"Ben de senin burada kaldığını bilmiyordum. Aynı bloktaymışız hem bundan sonra daha sık görüşürüz." dedi.
Aynı blokta olduğumuz doğruydu ama sık sık görüşür müyüz orası biraz muallaktı.
"O zaman bekle de beraber yapalım kahvaltıyı ondan sonra çıkarız" dedi. Aynı an da kahvaltı yapıp tüm gözlemelerimi heba edemezdim.
"Burası çok soğuk.  Oda da yiyeceğim ben" dedim. Güzel bir bahane bulmuştum. Hazır cevaplılığımdan dolayı kendimle bir kez daha gurur duydum.
"Tamam o zaman. Kahvaltıdan sonra haberleşir beraber gideriz"
"Tamamdır afiyet olsun."
Dedikten sonra içimden "boğazında kalır." Demeyi ihmal etmedim tabi ki.
Meyve suyumu masadan alıp kantinin kapısına kadar normal bir şekilde yürüdüm.
Kapıdan çıkar çıkmaz adeta odaya uçak hızında gitmiştim.
Tüm kahvaltı zevkimin içine etmişti.
Çocuk ona sinir olmam için elinden geleni yapıyor gibiydi ama moralimi bozmasına izin veremezdim.
En son yapacağım şeylerden birini yapıyordum şu an.
Bir yandan gözlemeyi yerken diğer yandan üstümü giyiniyordum. Buluşma yerine beraber gitmeyecektik. O yüzden üstümü giyinip hemen çıkmam gerekiyordu.
Üstümü değiştirirken küfür savurmayı ihmal etmiyordum. Saçımı yıkayacaktım daha,
Of diye bir iç geçirdim. El mecbur buluşmaya saçım bağlı gidecektim. Üstümü değiştirdikten sonra ellerimi yıkayıp saçımı düzgünce bağladım.
Bora ile beraber gitmemek için düştüğüm şu durum içler acısıydı.
Bu sefer metro ile gitmeyecektim. Zaten İdil ile de karşılaşma şansımız yoktu. Buluşma için bu kadar erkenden yola çıkmazdı.
Ama..
Ya idil ile Bora metro da karşılaşırlarsa ?
Düşüncesi bile korkunçtu. Artık geri de dönemeyeceğime göre yapacak bir şey yokttu. Minibüse atladığım gibi 20 dakika süren bir yolculuğun ardından indim.
Kasım ayına girmemize az bir zaman kala hava iyice soğumuştu. Severdim ama soğuğu. Beni kendime getirirdi. Yüzüme vuran o soğuğu zamanında suratıma söylenen gerçeklere benzetirdim. İkisi de içim de bir şeyler uyandırırdı sanki. Sanırım o uyanan şey acıydı.
Gerçekler acıtırdı, soğuk ise acıya alıştırıyordu.
Bu düşüncelerin arasında bir anda geçmişe,lise hayatıma gitmiştim. Herkes liseye dönmek isterken ben hatırlamak dahi istemezdim.
Çok yorulmuş ve yıpranmıştım. O yüzdendi insanları bu kadar kendimden uzakta tutma isteği. Kimseye güvenemiyordum artık kendimden başka. Gerçi kendime olan güvenimi de başka türlü kaybetmiştim ama olsun.
Yaşıyordum sonuç olarak. Bedenin hareket etmesine yaşamak deniyorsa eğer.
Uzak tutmak istiyordum insanları ama işte ancak bu kadar başarabiliyordum.
Elim kolum bağlanıyordu "sevgi"denen şeytanın yüzünden.
"sevgi" kelimesine küsüm uzun süredir. Çok canımı yaktı çünkü. Barışır mıyım?
Biri beni tekrar sevgi ile barıştırabilir mi?
Onu idil gösterecek.
Boş kalmayı boşta durmayı işte bu yüzden sevmiyordum. İster istemez uzak düşüncelere dalıyordum. Geçmiş aklıma geliyordu "geçmemiş" bir şekilde.
En sonunda telefonumun çalmasıyla düşüncelerden uzaklaştım. Üşüyen ellerimle teleofnu cebimden çıkardım. Bilmediğim bir numara arıyordu.
"Hazırsan çıkalım mı?"
Ha siktir. Bora'ya ne yalan söyleyeceğimi unutmuştum. Kıvrak zekamı hemen çalıştırmam gerekiyordu.
"Hazır bir şekilde çıktım ben, kargo gelmişte onu almam gerekiyordu." dedim. Bir kez daha zekama hayran kalarak. Bi an ses gelmedi. Ondan bu kladar hızlı kaçacağımı düşünmüyordu herhalde.
Bir an için üzülsem de bu sadece bir saniye sürdü.
"Tamam o zaman buluşma mekanın da görüşürüz" deyip kapattı.
Çocuğun daha telefonunu bile kaydetmemiştim. Ondan başka tanıdığım Bora yoktu. Normalde olsa direkt Bora diye kaydederdim ama resmi hava katması için "Bora Okul" diye kaydetmeyi tercih etti. Telefonu geri cebime koyarken iyiden iyiye üşüdüğümü hissediyordum. En sonunda biraz daha hızlanarak buluşacağımız yere gelmiştim.
Kapıdan ilk girdiğim de kocaman bir teras gibi bir yer beni karşılıyordu. Biraz daha içeriye girdiğim de mekanın tahminimce 3 katlı falan olduğunu düşünmüştüm.
Bir kat çıktıktan sonra öğlen vakti olmasına rağmen ortamdaki loşluk çok keskin ve karizmatik bir hava katmıştı.
En köşede duran 4 kişilik kırmzı masaya oturdum.
Saate baktığım da 11.33 dü. Bora tam zamanın da gelecekti. İdilin ne zaman geleceğini ise kestiremiyordum.
Özelden mesaj atmak yerine gruba yazmayı tercih etmiştim.
"Nerdesiniz?" Bora bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi hemen yazdı.
"15-20 dakikaya oradayım." Hiçbir şey yazmadım.
Telefonu bırakıp mekanı incelemeye koyulduğum sıra da,
idil yazdı:
"Birazdan ordayım." Sanırım zaman kavramı ölmüştü. Hangi birazdan? 5 dakika sonra olan birazdan mı yoksa yarım saat olan birazdan mı?
Kendi kendime gerilmiştim ama aslında asıl noktayı kaçırdığımı fark ettim. "Geliyorum" kelimesindeki cümleyi birinci tekil olarak kurmuştu. Yani Hande ile birlikte gelmiyorlardı.
Mesajın Handeye iletilip iletilmediğine baktım.
İletilmemişti.
Eğer gelmeyecekse bu benim için çok daha iyi olurdu. Çünkü saf dışı bırakmam gereken geriye sadece bir kişi kalıyordu. Bora.
Mekandaki kalın kalın ansiklopediler, aşağı doğru halatlarla sarkmış ampullere bayılmıştım. Bar'ın orada duran koltuklu iki tane bisiklet tekerliği ise bitirici vuruşu yapmıştı.
Mekan seçimini İdil yapmıştı. Takıldığı yerler hakkında ilerisi için az çok fikir edinmemi sağlıyordu.
Garsonun  "Ne alırsınız?" sorusuyla mekanı incelemeyi bıraktım.
"Arkadaşlarım gelecek beraber sipariş veririz" dedim. Garson kafasını sallayıp arkayı döndüğü sırada İdili arkada gördüğüm gibi garsona seslenip:
"Aslında bir tanesi geldi biz siparişi verebiliriz Diğer arkadaşımız da gelince verir" dedim. Bu kötülüğüm garson ve benim aramda sır olarak kalabilirdi. Garson aynı hızlı geri dönerken İdil ilk olarak etrafa baktıktan sonra beni gördü ve o muhteşem gülüşüyle el kaldırıp bana doğru geldi.
Bu gülüş öyle bir gülüştü ki;
Kalbim de deprem etkisi yaratıyordu. Sanki ufak bir çocuğu okşar gibi kalbimi okşuyordu bu gülüş. İsim vermeliydim gülüşüne her güldüğün de sadece benim dercesine. "Gökyüzü" ismini verdim gülüşüne.
Yağmurum da,
Karım da,
Güneşim ve Gökkuşağımda o gülüş olsun diye.
Onu görür görmez ayağa kalkmadım. Hemen hızlı bir şekilde kendimi ona teslim etmek gibi bir niyetim yoktu. İyice masaya yaklaştı en sonunda ayağa kalkıp elimi uzatarak "hoş geldin" dedim.
Elimi hafifçe tutup gülümsedi ve yerine oturdu.
Üstündeki kahverengi montu çıkardıktan sonra ellerini hızlı bir şekilde ileri geri yaparak geriye doğru yaslandı.
Rahatlamış gözüküyordu.
Garson başımızda siparişleri verin artık der gibi bekliyordu. İdil hiç vakit kaybetmeden, "filtre kahve" dedi.
Her zevkini, her halini her olaya karşı vereceği tepkisini öğrenmek istiyordum. Filtre kahve tercihi doğru yolda olduğumu bir kez daha göstermişti.
"Bende filtre kahve istiyorum" diyerek cevap vermiştim.
Garson gittikten sonra ister istemez baş başa kalmıştık. Tekrar göz göze geldik. Her göz göze geldiğimiz de boğulacak gibi oluyordum.
Dipsiz bir kuyu idi sanki gözleri.
Öyle keskin,
Öyle acımasız ve
öylesine sıcak bakıyordu ki bu soğukta bile gözleri beni terletmeye yetiyordu.
Ne diyeceğimi bilemez halde öylece oturuyorduk. Ne konuşacağımı nasıl sohbet edeceğimi hiçbir şekilde bilmiyordum.
En sonunda sessizliği telefonum bozmuştu.
Bora arıyordu.
"Efendim."
"Ablam aradı. Acilen onun yanına gitmem gerekiyor. Kusura bakmayın olur mu. İdil'e de selam söyle."
"Yok canım ne kusuru hallet işlerini sen" diyerek hayatımın en güzel ve en mutluluk verici telefon konuşmalarından birini yapmıştım.
Telefonu kapatıp, içimden "ablanı seviyorum."  Diye geçirdim. İdil meraklı gözlerle açıklama beklercesine bana bakıyordu.
"Acil ablasının yanına gitmesi gerekiyormuş" dedim. Sevinç çığlığı atmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Umarım önemli bir şey yoktur."
"Umarım" diye cevap verdim.
Ortamın sessizleşmesine müsaade etmeden:
"Başlayalım mı?" diye sordu.
"Biraz daha soluklanalım başlarız" dedim. Derse başlamadan önce birkaç sohbet konusu bulmam gerekiyordu.
Onunla ilgili ne kadar çok bilgi öğrenirsem kardır diye düşünüyordum.
"Kaç kardeşsiniz?" diye hiç beklemeden sordum.
"Tek çocuğum ben" dedi. Güzel dedim içimden. Ben de tek çocuk olmak isterdim ama 4 kardeştik.
"O zaman el bebek gül bebek büyümüşsündür" dedim. Genel de öyle olurdu. Toplumdaki genel kanı buydu en azından.
"Büyütecek bir anne ve babam olsaydı haklı olabilirdin" dedi sesi titreyerek.
O zaman işte o an keşke dedim keşke yer yarılsaydı da o soruyu sormasaydım.

Biçimsiz HayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin