Bölüm-8 Şüphe

4.4K 271 53
                                    

Allllaaah çok uzun oldu farkındayım ama bundan sonra tam gaz devam😈❤️
💁🏼‍♂️Hemen müjdeyi de veriyorum,3 gün sonra yeni bölüm🙈
💁🏼‍♂️Yorumlarınız benim için çok önemli kitabın içeriği ile ilgili yorumlarınızı bekliyorum😎
🚩Vote atmayı unutmayın,
💁🏼‍♂️Çanınızı yerim🙈
Sizi seviyorum❤️🎉.

BİÇİMSİZ HAYAT-8
Bölüm-8 Şüphe

Mutluydum. O günden sonra sanki hayatım bir anda rayına oturmuş gibiydi. Aynı zamanda her şey bu kadar hızlı geliştiği için kaygılıydım. Akışına bırakacaktım. Anlık yaşayacaktım hayatımı. Böyle daha mutlu hissediyordum kendimi.
İdilin bu kadar cesur bir davranışta bulunmasını beklemiyordum. Bu davranışı durumu hızlandırmıştı ama yine de her şeyin tam olarak oturması için zaman gerekiyordu. Yavaş yavaş kendimi istediğim yoğunluğun içerisine atıyordum.
İki hafta sonra İzci Topluluğunun Çamlıderede kampı vardı ve büyük ihtimal İdil ile beraber gidecektik. Kafamızı dağıtmak için çok iyi bir fırsat bizi bekliyor olacaktı. 3 gün boyunca sadece beraber olacaktık. Her şeyden ve herkesten uzak. Kim bilir belki birbirimizin hayat hikayesini anlatır her şeyi daha da pekiştirirdik.
Ama her şeyden önce bugün benim için önemli bir gündü, ilk defa beraber sinemaya gidecektik. Hangi filme gideceğimizi belirlememiştik zaten önemli olan filmin içeriği değildi. Beraber olmamızdı. Kızılayda buluşup Büyülü Fenerde izlemeyi düşünüyorduk. Telefonu elime alıp mesaj attım:
"Meydanda seni bekliyorum."
Kulaklığı taktım ama müzik dinlemek için değil. Kendimi dinlemek için. Durum değerlendirmesi yapacağım zaman kulaklığı takar öyle düşünürdüm. Kulaklıkların dışarıyı duymamı engellediğini hissederdim.
Akşam saat 18.00 civarıydı ve hava çoktan kararmıştı. Bu saate kalmayı ben istemiştim çünkü karanlığın ve akşam vaktinin benim için bir anlamı vardı. Akşamları saklandığımı ve kimsenin beni göremediğini düşünürdüm. Psikolojik bir etkisi vardı üzerimde o yüzden yakın arkadaşlarımla buluşacağım zaman gece saatleri vazgeçilmezimdi. İdilin durumunu düşünüğüm zaman bu saati biraz daha erkene çekmek daha iyi oldu.
"İki dakikaya yanındayım."
Telefonuma gelen bildirimle ister istemez sırıtıp keyifimin yerine gelmesini sağladı.
Ellerimi birleştirmiş öylece onu bekliyordum. Havanın soğuk ve kasvetli olması beni etkilese de İdili görecek olmak kasvetin yerini bahara bırakıyordu.
İdil tam karşımda bana doğru yürüyordu ama yüzü sanki havanın kasvetiyle birleşmiş ve cansız bir hal almış gibiydi. Ters giden bir şeyler vardı. Bana doğru yaklaştıkça yüzündeki ifade idamına karar verilmiş mahkum gibiydi. En son hissetmek isteyeceğim endişe duygusu tüm vücudumu adeta bir sarmaşık gibi sarmıştı.
Aramızdaki mesafe daraldıkça endişesi beni nefessiz bırakacak bir hal almaya başlamıştı. İstemiyordum şu an gelmesini.
Bana söyleyeceklerini duymak istemiyordum.
İç sesim bana karşı geliyordu.
"Gerçeklerle yaşamayı öğrenmelisin."
Gerçekleri duymak istemiyordum, eğer ne söyleyecekse bekleyebilirdi. Ne söyleyecekse sinemadan sonra söyleyebilirdi ama şu an değil.
İzin vermeyecektim.
Mahvetmişti.
Yanıma gelir gelmez,
"Gitmem gerekiyor" dedi.
Olmuyordu, ne zaman iyi gidecek diye ümit etsek bi yerde elimizde patlıyordu. Dayanamadım;
"Gitmesen, filmden sonra gitsen olmaz mı?"
"Gitmem gerek, tüm olan biteni anlatacağım ama gitmem gerekiyor."
"Bende geleyim seninle."
"Hayır"
Hayır kelimesini endişe duyduğu için söylememişti. Korkmuştu. Onunla gelmemden korkuyordu. Saklıyordu. Bilmemi istemediği bir şeyler vardı ortada. Öğrenecektim. Gelme dese bile gittiği yere kadar takip edip onu bu denli korkutan durumun ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Yavaşça iki elimle kafasını tutup kendime doğru çektiğim sırada artık kafalarımızı birbirimize yaslayıp göz göze geldiğimiz andaki gözlerindeki korkuyu hissedebiliyordum ama aynı zamanda gözleri "gelme" diye yalvarıyor gibiydi.
Kararımı kesim olarak vermiştim, ona ne kadar gelmeyeceğimi söylesem de peşinden gidip onu bu kadar neyin korkuttuğunu bilmem gerekiyordu.
Gözlerimin içine yine o dipsiz kuyu bakışını atıp,sesi titreyerek konuşmaya başladı:
"Anlatacağım, ama lütfen arkamdan gelmek gibi bir delilik yapma, sadece güven her şeyi öğreneceksin."
Hiçbir şey demedim. Peşinden gitmeyeceğimin garantisini veremezdim hele ki böyle bu durumda belki de en güzel günümü yaşayacağım anı mahvedenlerin kimler olduğunu öğrenmek istiyordum.
Kafasını çekip arkasına bile bakmadan yürümeye başladı, eğer dönüp bakarsa gidemeyeceğini her şeyi anlatacağını biliyordum ama direndi.
Mesafeyi biraz açtıktan sonra bende arkasından yürümeye başladım, adımlarını gittikçe hızlandırdı.
Mesafeyi açmasına bilerek izin verdim ki arkasına döndüğü zaman o kalabalıkta beni fark edebilirdi, hiçbir şey hissettirmeden amacıma ulaşmalıydım.
Bir anda sağa dönüp gözden kayboldu, izini kaybetmek istemiyordum sokağın başına kadar koştum, sağa döndüğümde ise aynı hızla hayal kırıklığı yaşamıştım.
Kimse yoktu, rüzgarın etkisiyle yere dökülmüş yapraklar, park edilmiş arabalar, hayatın koşuşturmasına kapılıp gitmiş insanlardan başka kimsecikler yoktu.
İzlediğimi fark etmiş olabileceği düşüncesi ile kafamı sağa sola çevirip dükkanlardan veya iş hanlarından birine girmiş olabileceği varsayımı üzerine durarak sağdaki dükkanları hızlı bir şekilde tarayarak yürüyordum,
En sağda duran iş hanının önüne geldiğim de içimi bir anda kara bulutlar basmış gibi hissediyordum, derin bir nefes alıp göğüs kafesimi rahatlattıktan sonra yavaşça merdivenlerden çıkıp kapıyı açtım, içeride kimse gözükmüyordu.
Yavaş ve sakin adamlarla ilerlemeye başladığım da tekrar nefes alma gereği hissetim içeriye girdikçe sanki bir girdaba doğru sürükleniyordum. Yürüdükçe binanın terkedilmiş olduğu içerisinde yer alan dükkanların kırılmış camlarından, duvarların kirliliğinden belli oluyordu.
Saklanmak için güzel bir yerdi ama binanın on katlı olduğunu düşündüğüm zaman adeta bir labirentin içinde olduğumu düşünüp ümidimi kestim.
İdilden mesaj gelmesini veya yarın okulda onu görmeyi yeğleyecektim ama onu bu kadar çok korkutan şeyden sonra onu görebilir miydim onu bile bilmiyordum.
Bi yandan çıkış kapısına doğru ilerlerken diğer yandan da dükkanlardan birinde olabileceği düşüncesi dükkanlara bakarak ilerliyordum. Her adımım da her çıkışa yaklaştığım da ümidim sanki kaynayan sudan çıkan buhar misali yok olup gidiyordu.
Kapıyı açıp tam çıkacağım sırada biri kolumdan geriye doğru hızla çekti, çekmesinin hızı ile ister istemez arkama döndüğümde İdil hemen eliyle ağzımı kapatmış, sanki birilerinin bizi duyacağı hissiyle çok sessiz bir şekilde konuşmaya başladı,
"Yalvarırım git, sadece güven ve ardına bakmadan hemen şu kapıdan çık git her şeyi anlatacağım her şeyi."
"her şeyi" bastırarak söylüyordu o bastırdıkça ben biraz daha irkiliyordum o her şeyin ardında beni üzecek, tekrar hayal kırıklığına uğratacak sözcükler vardı. Kafamı emirlerine itaat edercesine aşağı doğru eğip kapıdan dışarı çıktım, dediğini yapacaktım ardıma bir kez olsun bakmadan doğruca yurduma gidip sabaha kadar uyumayı hedefliyordum.
Ağır dımlarla gergin bir şekilde yürüyordum, içimde tarif edemeyeceğim bir duygu birikimi oluşmuştu, arkama dönüp kolundan çektiğim gibi götürmek istiyordum ama yapamıyordum, gizli bir düşünce bunun doğru olmadığını söylüyordu. Gittikçe uzaklaşıyordum, uzaklaştıkça onu kaybediyor gibi hissetmeye başlamıştım dayanamayacaktım arkada neler olup bittiğini görmem gerekiyordu.
En sonunda kafamı çevirdiğim de siyah transporter daha yeni çıktığım binanın önünde öylece duruyordu, araba oradan hareket edesiye kadar kımıldamayı düşünmüyordum.
Her şeyim düzene oturmuş, sorulardan kurtuldum derken bu sefer kendimi hesabını kuramadığım bir denklemin için de buluvermiştim.
Eğer İdil daha arabaya binmediyse bu mesafeden beni görmesi olasıydı o yüzden kendimi saklayabileceğim bir duvar kenarı bulup izlemeye koyuldum.
Çok geçmeden İdil arabaya binmişti,
keşke arkamı dönmeseydim, anlayamadığım, kafamın basmadığı bir durumun içerisinde bulmuştum kendimi. Daha yeni sesi titreyerek beni güvende tutmaya çalışan İdil şu anda tam zıt bir davranışta yanında iki takım elbiseli adamla birlikte gülerek arabaya binmişti.
Düşünemiyordum, sanki düşüncelerim -20 dereceye maruz kalmış bir su gibi donup kalmıştı,
Hissedemiyordum, sanki hislerim ani bir saldırı da yok olup gitmişti,
Dayanamıyordum, sanki gücüm ruhun bedenden ayrılması gibi beni terk etmişti.
Arabanın hareket ettiğini gördükten sonra derin bir nefes alıp binaya doğru yürümeye başladım, adımlarımı hızlandırdıkça koşmaya başladığımı fark ettim.
Binanın önüne geldiğim zaman içeriye girmeyi bekliyordum ama kilitliydi, bir anda tüm binanın sahiplerinin bu adamlar olabileceği düşüncesi ile irkildim.
Yapacak hiçbir şey kalmamıştı, kafamı önüme eğip yurda gitmem gerekiyordu. İdil bana ulaşmadan şu an İdile ulaşmam mümkün değildi. Yaşanılanları düşünmek istemiyordum, düşündükçe kafamda onlarca olay kurgulayacaktım ve büyük ihtimal kurguladığım hiçbir olay doğru olmayacaktı bunları bildiğim halde kendimi tüketecektim. Kafamın dağılması istiyordum derin düşüncelere girip kendimi yorma niyetinde değildim. İlk olarak Boraya mesaj atıp yanıma çağırma düşüncesi geldi, hem sayesinde kafam dağılabilirdi. Acımı dindirmezdi belki ama hiç olmazsa kısa süreli unutmamı sağlardı. Telefonu elime alıp Bora'ya "meydana gelebilir misin?" diye sorduğumda aradan belki de 1 dakika geçmeden yanıt gelmişti.
"Gelirim. Tam olarak neredesin?" Nerede olduğuma cevap vermeden whatsapptan konum attım. Yurttan hızlı bir şekilde çıkarsa, büyük ihtimal 15 dakika içerisinde yanımda olurdu. Kulaklığı cebimden çıkarıp tekrar kulağıma taktım, bu sefer müzik dinleyecektim hem de son ses, kafamın içerisinde bir karınca yuvasındaki karınca sayısı kadar düşünce dolaşıyordu. Hangi birine nasıl yetişeceğimi bilmediğim için direkt yuvanın ağzını kapatıp düşüncelerimin kafamın içerisinde hapsolmasını istedim. Meydanda öylece arkama yaslanmış, gözlerimi kapatmış son ses müzik dinliyordum. İnsanların bana nasıl baktığı, ne düşündüğü zerre umurumda değildi. Şu an tek umurumda olan kendimdim. Lisede düştüğüm hataya tekrar düşmekten korkuyordum. Tekrar bir insanı kendimden çok seversem sonuçlarını kaldıramamaktan kendime olan saygımı kaybetmekten endişeleniyordum.
Güvenimin bir camın kırılması gibi paramparça olmasından sonra o parçaları tekrar bir araya getirmek çok zor olmuştu. Her bir parçayı yeniden toplamak zorunda kalmıştım ve o birleşen parçalar eskisi kadar kuvvetli değildi. Küçük bir sarsıntı da un ufak olma ihtimali çok fazlaydı. Yurda gider gitmez uyumadan önce neyi istediğimi ne kadar güçlü kalabileceğimi kendime sormam gerekiyordu. Karşımdaki gücüme güç mü katacaktı, yoksa gücümü benden alıp götürecek miydi?
****
Omzuma bir elin dokunmasıyla gözlerimi açtım, Bora karşımda öylece tüm samimiyetiyle dikiliyordu. Saf ama bir o kadar da güçlüydü. Nasıl başardığı sorusunu kendime sorsam da cevabının olmadığının farkındaydım.
"eee ne yapıyoruz?" çocuk gibi sevinçliydi ve ister istemez gülümsedim.
"Ne yapalım istersiniz paşam?" İdil ile olanları hissettirmek istemiyordum, bugün buluşacağımızdan haberi de yoktu zaten.
"Sinemaya gidebiliriz aslında?" sorusu bir anda başımdan aşağıya kaynar suların dökülmesine sebep oldu.
Buz gibi havada terlemeye başlamıştım. Soruyu sorduktan sonra suratımda nasıl bir ifade olduysa Bora'nın yüzündeki gülümseme de aynı hızla kaybolmuştu. Ufak bir afallamadan sonra ne kadar zor olsa da yüzüme sahte bir gülümseme takıp cevap verdim.
"Şimdi değil haftaya sözüm olsun." Ona bir söz vermiştim. Verdiğim söz onu rahatlatmıştı ki gülümsedi.
*İnsanoğlu böyleydi, verilen sözler insana bir ışık olurdu. Çünkü sonu olmayan bir çukura doğru düşerken bir anda ortaya tutunacak bir dal çıkardı ve o dalın sağlam olup olmadığını sorgulamadan tutunmaktan başka şansı yoktu.
O dal,
O an,
Onun için, kurtuluştu.*
----
Borayı yanıma çağırmıştım ama ne yapacağımızı bende bilmiyordum amacım sadece düşüncelerimden uzak kalmaktı. Bora'nın çözüm üretmesi ile bu yükten kurtulmuştum.
"Sinemaya haftaya gidiyoruz o zaman. Şimdi bilardoya gidelim"
Güzel alternatifti. Kafamın dağılmasına da yardımcı olacaktı. Zaten saat çoktan 20.00 olmuştu en fazla 1-2 saat takılır yurda geçerdik.
"O zaman hadi gidelim bakalım ne kadar iyisin."
Teklifi o sunduğuna göre gideceğimiz yeri de biliyordur düşüncesiyle onu beni sürüklemesine izin verdim. Yolda yürürken sadece ders ve okuldan konuşmamız beni rahatsız etse de ortak vakit geçirdikçe konuşmamız da aynı oranda genişleyecekti. Yağmur damlası ilk koluma düştü, derken bir daha..
Bir anda daha hızlı yağmaya başladı. Yağmur damlaları gökyüzünden yeryüzüne bir göç halindeydi. Aslında ıslanmak istiyordum ama Boranın benimle aynı düşünce de olmadığını görüyordum neredeyse koşar adımlarla gidiyorduk. En sonunda kendimizi bir binanın içine attık.
"İşte geldik" dedi.
Çok fazla ıslanmamıştık ama bulutlar insanlardan hınçlarını alırcasına yeryüzüne saldırı halinde gibiydiler. Binanın içerisinden dışarıyı izlediğim zaman sokakta kimsenin kalmadığını saldırılarında başarılı oldukları düşünesi beni mutlu etmişti.
Binanın alt katına indikten sonra epey büyük bir alanın üstünde sayabildiğim kadarıyla on tane bilardo masası vardı. İçerideki renk uyumu ve sprey boya ile yapılmış resimler efsane bir hava katmış. Bora hemen montunu çıkarıp masanın başına geçip topları dizmeye başladı. Sanırım onun farklı bir özelliğini daha keşfetme yolundaydım çünkü topları dizerken ve ıstakayı tutarken aşırı profesyonel duruyordu. Bende kendime ıstaka seçtikten sonra oyuna başladık.
Toplara vururken her şeyi hesap ediyor hata yaptığında bile sakinlikle karşılıyordu. En büyük avantajı oyun esnasında sakin kalmasaydı.
İlk el çoktan bitmişti ve yenilmiştim. Zaten bu oyunda benim için bir el almak bile avantajdı şu durumda. Derken oyun bitmişti. 3-1 yenildim.
Bora yanıma gelip tebrik ettikten sonra:
"Bi tur daha?" dedi. Zevk alıyordu ve bende ondan farksız sayılmazdım. Ben de oynamaya devam etmek istiyordum.
"Biraz soluklanalım ardından devam ederiz" dedim.
Istakayı yerine koyduktan sonra montumdan telefonumu çıkardığımda ekran duran mesajdan sonra telefon az kalsın elimden düşüyordu.
İdilden mesaj gelmişti.
"İlkay hemen beni bulduğun yere gel. Lütfen."
Kalbim çok hızlı bir şekilde atmaya başlamıştı. Bir yandan montumu giyip dışarıya çıkmaya hazırlanırken Boranın soru bombardımanına da maruz kalmıştım. Açıklama bekliyordu ama tek dediğim şey "Önemli bir şey yok. Yurtta görüşürüz." Olmuştu. Çok kötü bir durumda bıraktığımın farkındaydım ama şu an daha acil bir durum vardı.
Mesajı kafamda tekrar ettikçe iliklerime kadar titriyordum. Korkmaya başlamıştım mesaj atılalı üç dakika olmuştu ama ben daha yeni görmüştüm. Bir yandan da kendime kızıyordum. Telefonu normalde sürekli yanımda taşırdım ama yine taşısaydım mesajı atar atmaz görecektim.
Binanın dışına çıktığımda yağmur olanca hızıyla devam ediyordu, yağmurdan nasibi bende almaya başlamıştım.
Koşarken nefes nefese kalmıştım ama ne olursa olsun bir an önce oraya gitmem gerekiyordu. İçimden bir yandan Allaha yalvarırken bir yandan teşekkür ediyordum. Teşekkür ediyordum çünkü yurda gitmemiştim yoksa çok daha geç orada olabilirdim. Yalvarıyordum çünkü sevdiğimi canımdan bir parçayı kaybetmekten korkuyordum.
Onu bulduğum binanın önüne geldiğimde sırılsıklam olmuştum. Yüzümdeki yağmur damlalarını silip derin bir nefes aldım ve kapıyı ittirmeye yeltendim. Sadece yeltenmiştim kapı kilitliydi. Etrafta kimse yoktu. Kendimi ağlamamak için zor tutuyordum, sakin düşünmeliydim. Sağa sola kuduz köpekler gibi koşuşturuyordum hiçbir yerde yoktu.
Dayanamayıp dizlerimin üstüne çöktüm ve gökyüzüne boğazım yırtılırcasına bağırdım,
"İdil Nerdesin..."

Biçimsiz HayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin