Bölüm-6 Deneme

5.8K 345 121
                                    

Çanını yediklerim seeelaaamlar❤️
Bölümler art arda gelmeye devam ediyor,
Beğendiğiniz cümleleri yorum olarak yazın lütfen,
Tüm yorumlara yine tek tel cevap vereceğim🙈
Vote rekoru kıralım bence😌
Sizi çooook seviyore❤️
İyi okumalar,

Bölüm-6 Deneme

Hayatım sürekli olarak böyleydi. Önüme sürekli fırsatlar çıkıyordu ama ben tüm o fırsatları kendi ellerimle bir güzelce itiyordum. Bu sefer öyle bir şey olmasına izin vermeyecektim. Geçmişte yaptığım hataları yapmayacaktım.
Ne yumuşak başlı olacaktım, ne de sert huysuz biri. Olmam gerektiği gibi olacaktım sadece. Eğer başarabilirsem.
O gün o soruyu sorduktan sonra ortam buz gibi olmuştu. Birkaç dakika hiçbir şey demeden öylece durmuştuk. Ardından da en fazla 1 saat çalışıp kalkmışızdır. Aslında İdile kalsaydı 2-3 saat daha çalışabilirdik ama rahatsız olduğunu hissetmiştim. Ya da o an oradan ayrılmak istemiştim bilmiyorum. Tek bildiğim İdil ile ilgili çok fazla öğrenmem gereken şey olduğuydu. Vardı bir şeyler.
Daha ilk baştan beri beni bu kıza doğru çeken bir şeyler vardı.
Yaşanmışlığı vardı.
Korktuğu ve gizlediği şeyler vardı.
Çok gülüyordu.
Her gülüşünün arkasında sakladığı bir sır vardı.
Dışarıya karşı güçlü görünmek için gülüşü onun maskesiydi.
O maskeye ilk başta bende aldanmıştım. Ama o sorunun cevabını alana dek.  Soruyu sorduğum an da yüzündeki ani değişim aslında gerçek İdili saniyelikte olsa bana göstermişti.
Çok büyük pot kırmıştım ama İdili asıl üzen benim sorum değildi. Aklına bir anda unutmak istediklerini getirmiştim.
Yarasına tuz basmamıştım ama yarasını şöyle göz ucuyla görmem bile onu rahatsız etmişti.
Basit biri değildi İdil.
Çözülmeyi bekleyen bir bilmece gibiydi sanki. Her bilmece de bana daha da yakınlaşacak onu daha da yakından tanıma fırsatım olacaktı.
Kaçırdığım nokta ise bilmeceyi soracak kişinin İdil olacağıydı.
.
O günden sonra İdil ile pek konuşma fırsatımız olmadı. Ya kantinde denk geliyorduk ya da derslerde. Öyle beklediğim gibi metroda hiç denk gelmedik. Her zaman olduğu gibi çok fazla ince ayrıntı düşünmüştüm. Elimde patlamıştı.
Bir şeyler yapmam gerektiğinin farkındaydım. Fırsatın ayağına gelmesini beklememeliydim.
İnsan kendi fırsatını kendi yaratırdı.
O yüzden bana gereken sadece bir anlık deli cesaretiydi. O deli cesaretini de birazdan gerçekleştirecektim.
Pazar günü uzaktan eğitim sınavımız vardı. Okul eğitime o kadar önem veriyordu ki(!) Hafta sonu bile sınavlarımız oluyordu.
Son bir kere tekrar yapmak için İdil e mesaj atabilirdim. Hem güzel bir bahane de sayılırdı. Yataktan doğrulup telefonu elime aldım. Şansım yüksekti  çünkü bugün cumartesiydi. Büyük ihtimal yurtta kaldığını varsayarsak müsaitti.
Derin bir nefes aldıktan sonra:
"Nasılsın?" diye mesaj attım. Mesajın iki tik olması ile biraz rahatlamıştım. Ne zaman cevap verecek diye öylece telefona bakıyordum .
On dakika olduğu halde cevap vermemişti. İster istemez telefonu kapatıp ters çevirdim. Tüm gün yurtta takılmak istemiyordum. Biraz daha bekleyip dışarıya çıkmak en iyisi olabilirdi. Yurtta kesinlikle ders çalışamıyordum çalışma odamız olmasına rağmen kafam çok fazla dağılıyordu yurtta, üstümdeki rahat kıyafetler beni disiplinden uzak tutuyordu. Çok rahattım ve Bbrası bana ailemden uzakta her şeyi yapabilirim cesareti veriyordu. Ama yurda giriş saatinin 23.00 olduğu aklıma gelince o cesaret aynı hızla yok oldu.
Yataktan kalkıp kantine indim. Bu sefer kahvaltı saatini kaçırmıştım. Normalde olsa üzülürdüm ama hafta sonları kendime verdiğim izin günleriydi. O yüzden atıştırmalıklarla idare ediyordum. Çay ve bisküviyi alıp masaya oturup televizyona öyle boş boş bakıyordum.
Zaten olmayan televizyon alışkanlığım yurda gelmem ile birlikte son bulmuştu. Televizyona sadece maç izlemek için bakıyordum. Çayımı yudumlarken telefonu yukarıda unuttuğumun farkına vardım. O an dört nola koşup hemen odaya çıkıp telefonu elime aldım.
Hayal kırıklığıydı. Hala mesaj gelmemişti. Telefonu tekrar yatağa ters bir şekilde bıraktım. Telefonun zil sesi açık olsa bile ters durması psikolojik olarak beni rahatlatıyordu.
Tekrar kantine doğru çayımı ve bisküvimi almaya kapıdan çıkacakken telefonun bildirim sesiyle ufak bir heyecanlandım. Bu sefer mesajın İdilden geldiğini hissetmiştim.
"İyiyim sen nasılsın?" demişti çok normal bir şekilde. Hiç vakit kaybetmeden:
"Bende iyiyim. Eğer bugün müsaitsen yarın ki sınavlara son bir kez göz gezdirelim mi?" dedim.
Bu mesaja verilecek cevaba göre bazı şeyleri tekrar gözden geçirmem gerekecekti. İdil yerinde başka birisi olsa ona olan ilgimi çoktan fark ederdi. Bu sefer mesaj atasıya kadar telefonun başında bekleyecektim.
Yapmamam gerekiyordu ama mesajına hemen cevap vermiştim. Hemen cevap vererek belki de ona karşı zafiyetimi tekrar ortaya koymuştum ama bu sondu. Ya da çok saçma düşünüyordum. Bilmiyorum.
Aynı hız da mesaja cevap gelmişti.
"Tabi ki olur. Ama işten 18.00 gibi çıkacağım ondan sonra müsait olursan, Anadolu Otelin oradaki alışveriş merkezinde buluşalım"
İş? Kelimeyi duyar duymaz İdili çok hafife aldığımın bir kez daha farkına vardım. Hem okuyup hem çalışıyordu. Çok aptaldım. Ayrıca diğer bir sorum da kendiliğinden yanıt bulmuştu. Yurtta kalıyordu.
Beklediğimden çok daha doluydu. Hafife almıştım.
"Nerede çalışıyor?" geldi birden aklıma ve ardından "Neden çalışıyor?" sorusu. 2.sorunun cevabı gayet açıktı. Para için çalışıyordu.
İhtiyacı vardı. 19 yıl boyunca ne yaptığı, neler yaşadığı düşüncesi geldi aklıma. Düşünmek istemedim. Çünkü acımak istemiyordum, o da ona acımamı istemezdi.
Yaşadığı onca şeye rağmen ayakta duruyurdu.
Hayata meydan okuyordu.
Ben buradayım, siz isteseniz de istemeseniz de diyordu.
Telefonun ışığı kapanınca kendime gelip hemen cevap yazdım.
"-Tamamdır. 6 da alışveriş merkezinde."
"+Notlarını unutma ama benim yanımda hiçbir şey yok."
"-O iş bende görüşürüz  : )"
Telefonu hemen şarja takıp önümdeki  4 saati nasıl geçireceğimi düşünüyordum. İki ihtimal vardı. Ya ders çalışırdım ya da oturur 4 saat dizi izlerdim. İdil ile çalışacağımızı düşününce –yine bir salaklık yapmazsam. Dizi izlemek daha mantıklıydı.
Hemen laptopu açıp yatağa kuruldum. Çay ve bisküvi kantinde kalmıştı. Bora yesin onu da diyerek kendimi eğlendirmiştim.
Shamelesstan 3 bölüm izleyip daha sonra tekrar ne yapacağıma karar verecektim. En sevdiğim yabancı dizilerden biriydi. Ne fazla derin düşüncelere sokuyordu insanı ne de geriyordu. Eğleniyordum izlerken. Lise de olanlardan sonra beni derin düşüncelere iten veya beni geren her şeyden uzak duruyordum.
O yüzden bu tarz yabancı diziler daha çok hoşuma gidiyordu.
Üç bölümü de bitirdiğim de saat çoktan 17.00 olmuştu. İşten çıkmasına 1 saat vardı. Üstümü giyinip, çıksam tahminimce tam saatinde alışveriş merkezinde olacaktım.
Yürüme mesafesinde sayılırdı, hava da o kadar soğuk gözükmüyordu. Laptobu kapatıp yataktan hızlıca indim. Her indiğim de ranzanın üstünde yattığım için bir kez daha pişmanlık duyuyordum.
İnmesi ayrı bir dert  çıkması ayrı bir dertti.
En sevdiğim kazağımı giydim bu sefer, diğer totemlerimin arasında yer alıyordu bu da. Çok saçma totemlerdi ama genelde işe yarıyordu.
Ve hiç vazgeçmediğim dar Jean kotumu giydim. Siyah botumu da giydikten sonra uzun olan boyum daha da uzun duruyordu.
Siyah ceketimle birlikte kendimi hiç hissetmediğim kadar iyi hissediyordum. Saçımı bu sefer isteyerek bağlamıştım. O gün buluşmada bir şey dememişti ama saçımın bağlı olması sanki hoşuna gidiyor gibiydi.
Notlarımı çantaya atar atmaz çıktım. Hava beklediğimden daha soğuktu ama olsun.. Onun hakkında daha çok bilgiye sahip olabilme düşüncesi içimi ısıtıyordu.
Rüzgara ve soğuğa meydan okuyarak hızlı adımlarla yürüyordum. Bu sefer yol da neler konuşacağımı, nasıl başlayacağımı kurarak gitmeyi düşünüyordum. Öyle de oldu.
O soru için özür dileyerek girecektim konuşmaya ama bu sefer suratını daha bir öz veri ile tahlil edecektim. Yüzünde acı mı olacaktı, yoksa hüzün mü? Tahminimce acılı bir yüz ifadesiyle karşılaşacaktım ama bu beni ona karşı daha da bağlardı. Birbirimizin acılarına merhem olurduk belki. Bu sefer yaraların üstünü öylece kapatmazdık da tamamen iyileştirirdik belki.
Ama her şeyden önce bunun için güven gerekiyordu.
Güvenini kazanmalıydım. Benim güven için doğru adam olduğunu göstermeliydim.
Bu sefer daha bir iyi olacaktı her şey. Hissediyordum.
Kafamı yukarı doğru kaldırdığım da gökyüzü onca kasvetiyle bana bakıyordu sanki. Her gökyüzüne baktığım da onun gülüşü gelecekti aklıma. Yine geldi.
Bu sefer gülmüyordu.
Sanki onu güldürecek yağmuru bekliyordu. O yağmur ben olacaktım.
Suratıma o an düşen yağmur tanesi ile ister istemez sırıttım. Aniden yağmur yağmaya başlamıştı ama neyse ki çok yakındım. Hemen kendimi alışveriş merkezinin içine attım.
Saat içeriye girdiğimde 18.05 di.
Zamanın bu kadar hızlı geçmesine şaşırmıştım. Büyük ihtimal çıkmak için son hazırlıkları yapıyordu. Ya da çoktan çıkmıştı. Telefonu cebimden çıkarıp:
"Ben geldim. Seni bekliyorum" dedim.
Nereye gideceğimi bilmeden öylece mağazaların önün de dolaşıyordum.
"Üçüncü kata çık 2 dakikaya ordayım." Mesajı içim de tarif edemeyeceğim bir duygu karmaşasına sebep oldu.
Yürüyen merdivenden üçüncü kata çıktığım da aynı anda köşede elinde iki kahve ile bekleyen idili gördüm. Omuzlarımı hafif dikleştirip yanına doğru yürüdüm.
"Al şunun birini elim yandı bak." Ben selamlaşmayı beklerken o direkt kahveyi uzatmıştı sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Belki de hiçbir şey olmamıştı. Aynı zaman da bu tavrı hoşuma da gitmişti. Hiç bekletmeden elinden kahveyi aldım.
Her zamanki gibi "filtre kahve" içmeyi tercih ediyordu.
Ondaki rahatlığı aldıktan sonra aynı rahatlıkla bende konuşmaya başladım.
"Eee nereye oturalım." dedim. Sanki çok uzun süredir arkadaşmışız rahatlığıyla.
"Kalabalıktan uzak duralım, hem ders çalışacağız bizim için daha iyi olur." deyip yürümeye başladı bende peşine takılmıştım. İlk defa İdili bu kadar uzun süre ve boydan inceleme fırsatım olmuştu. Siyah botları, dar mavi kotu ,turuncuyu andıran kazağı ve gri montu ile kusursuz gözüküyordu. Ben onu incelemeye devam ederken o çoktan yeri gözüne kestirmiş gidiyordu.
Ufak siyah çantasını masanın üstüne koyup:
"Tamamdır burada çalışabiliriz" dedi. Anlayamadığım bir şekilde mutlu ve enerjik gözüküyordu ve bu tavrı beni de ister istemez o yöne itmişti.
Yüzüne gülümseyerek oturdum ve çantamdan notlarımı çıkardım. Bu sefer direkt soru ile konuya girmek istemiyordum.
"İlk İngilizceden başlayalım. Yani en zorundan."
"O kadar da zor değil merak etme notlara göz gezdirdim ben biraz hallederiz hemen."  dedi. Kendinden emin bir şekilde. Sanki önceden her şeyi biliyormuş gibi anlatmaya başladı. İngilizcede iyi olduğu anlatışından bile belliydi. Anlamını bilmediğim kelimeleri direkt söylüyor. Aklıma takalın yerleri bir öğretmen edasıyla gösteriyordu. Kahvesinden bir yudum almak için geriye çekildiğinde bunu bir fırsat olarak değerlendirip çok sakin bir ses tonu ile:
"Nerede çalışıyorsun?" dedim. Eğer sakin ve mantıklı bir şekilde sormasaydım bu soruyu büyük ihtimal soru şu şekilde olacaktı. " Neden çalışıyorsun?"  Ve tabi ki sonu yine facia olacaktı. İstediğim zaman olgun ve mantıklı olabiliyordum ama bunlar beni yoran şeyler olduğu için genelde o tarz davranmazdım.
Kahvesini masaya bıraktıktan sonra;
"Burada."dedi. Bu cevabı beklemiyordum. Hiçbir şey demeden ona bakıyordum ve ne demek istediğimi anlamıştı. Konuşmaya devam etti;
"Bir kat aşağı da bi giyim mağazasında çalışıyorum aslında çalışıyoruz. Hande ile birlikte. O gün ders çalışmaya gelemedi çünkü çalıştığımız yerden izin alamadı."
Bir şeyler anlatmıştı ama bu sefer kafamda daha çok soru işareti belirmesine sebep olmuştu.
"Kahvaltıyı iptal edip sonradan gelmende mi aynı şekilde?"
"Evet. Hande zaten kahvaltıya gelmeyecekti. Ben izin alırım diye düşünmüştüm ama alamadım. Daha sonra izin verince son anda yetiştim diyerek içeriye girdim zaten."
Yapbozun parçaları yavaş yavaş yerlerini buluyordu. Daha fazla soru sormayacaktım çünkü onu bu konuda sıkmaktan korkuyordum. Hala kafamda tonlarca soru vardı ama bu soruların cevaplarını kendimde bulabilirim düşüncesiyle fazla kurcalamadım. Notlara doğru hiçbir şey demeden eğildim.  Oda kalemi eline alıp tekrardan anlatmaya başladı.
Ona göre normal arkadaşlar gibi ders çalışıyor olabilirdik ama ben her saniyesinde onun hareketlerini kaçırmadan izliyordum. Çok bariz bir iki hareketini yakalamıştım. Soru ile inatlaştığı zaman bacağını hızlı bir şekilde hareket ettiriyor, güzel anlattığında veya soruları doğru bildiği zaman zafer kazanmış gibi saçı ile oynuyordu. En sonunda kağıdı ters çevirip;
"Bitti" dedi.
O kadar güzel ve akıcı anlatmıştı ki ben bile anlamıştım. Onun silahı ile onu vurmuştum. Çok masum bir şekilde yüzüne gülümsedim.
Sıra tarih çalışmaya gelmişti. Benim ustalık alanım da burasıydı. Anlatmaya başlar başlamaz olayları yaşamaya başlamıştım. Her olayın ince ayrıntılarına dokunuyor ufak ufak notlar alıyordum. Ben anlatırken kafamı kaldırıp arada bakıyordum ve aynı dikkatle beni dinliyordu.
En son göz göze geldiğimiz de yorulduğunu anlamıştım. O kadar çalışmanın üstüne bir de oturup ders çalışmıştı.
"Bugünlük bu kadar yeter. Yarın ikimiz de sınava bomba gibi hazırız bence."
"Bence de bu iş tamam"
Çok güzel iki saat geçirmiştik ve tekrar yaşanması için bazı şeyleri feda edebilirdim. En son o ayağa kalkınca ben de kalktım.
"Benim burada ufak bir işim var. Çok teşekkür ederim bugün için. Yarın görüşürüz" dedi.
"Ben de çok teşekkür ederim. Görüşürüz." dedim. Yarın sınav çıkışı kritik yapabilirdik. Ne işi olduğunu merak etsem de bu kadar saçma bi soru ile kendimi meşgul etmeyecektim.
Çantasını masadan alıp el salladıktan sonra yürüyerek gitmeye başladı. Ben de notları ve kalemleri çantama koyduğum sıra da geri döndüğünü fark ettim. Bana doğru geliyordu. Masaya şöyle hızlıca bir baktım ama bir şey unutmuşa da benzemiyordu.
İyice yaklaşıp;
"Cesaret kelimesi korkusuzlar için söylenir. Bana kanıtlaman gerek, Korkusuz musun?  Yoksa korkak mı?"

Biçimsiz HayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin