3.Bölüm

214 73 78
                                    

13 Eylül Gecesi Devamı

Karanlık.... Kapkaranlık...
Sanki boğuluyorum. Ağlıyorum, göz pınarlarımın ve ruhumun kuruyuşunu hissediyorum.  Sonra bir hissizlik ele geçiriyor beni ve bir süre sonra hissizleşiyorum. Karanlık bu dört duvarda, tek arkadaşım fareler oluyor. Tek istediğimse kelebeklerin uğur böcekleriyle dans ettiği panoyu görebilmek.
                     *
İçerisi çok havasızdı.Tek gördüğüm simsiyah  duvarların sağ tarafında saklanmış demirli küçük pencereydi. Avuç kadar olan pencerenin verdiği ışık kadardı benim ruhumdaki aydınlık. Dört duvar arasında sıkışıp kalmış , hiçbir yere kıpırdayamıyordum. Ruhum daralıyor, duvarlar üstüme üstüme geliyordu . Zaten odada duvarlar ve bacaklarımda gezinen fareler dışında bir şey yoktu. İlk başlarda şu küçücük odada farelerden kaçmaya çalışmış, daha yalnız olmayı dilemiştim.  Ama onlar beni bırakmıyordu. Nereye kaçsam ayağımın altında ya ölü ya da oradan oraya yetişen fareleri hissedebiliyordum. Tabi odanın sağ tarafına gittikçe aydınlık biraz olsun bana varlığını hissettiriyordu.
~Bazen en küçük şeyler bile umut ışığı olur insana.Aynı o avuç kadar demirli pencere gibi. Onsuz kendimi mezarda hissederdim.
   Arada  bir demir kapıdan sesler geliyordu. Kapana kısıldığım odaya giriş ve çıkış, şifreliydi anlaşılan. Biri demir kapıyı belli aralıklarla açıp , yüzünü göstermeden çekip gidiyordu . Odanın sol köşesinde zifiri karanlıkta -olduğu bile başta anlaşılmayan- demir kapı buradan tek kurtuluşumdu. 
  Genellikle odanın aydınlık kısmında oturuyordum. O her kapıyı açtığında koşabilirdim, kaçmaya çalışabilirdim. Ama cürret edemiyordum. Onun kaçırdığını biliyordum. Yani başka biri olamazdı. Sokakta sadece ben ve o vardı. Beni tuzağa düşürmüştü. Başka biri olmazdı...
     Yine demir kapının şifresini giriyordu. Tuş sesleri boş odada yankılandı. Demir kapı sonuna kadar açıldı ama onun yüzü yine görünmüyordu. Daha uzun süre bekledi, orada olduğunu hissedebiliyordum.
      Kucağımda oturan fareyi arkadaşlarının yanına indirerek yavaşça kalktım oturduğum yerden. Beni neden buraya tıktığını bilmeye hakkım vardı.Daha birkaç saat öncesine kadar tek derdi babasının yanında olmayışı olan kız, şimdi neler yaşıyordu. Neler yaşıyordum ben?
Bir yaşlı adamın beni korkunç şekilde buraya tıkıp saatlerdir bekletmesi... Neye bağlamalıydım bunu, ne istiyordu benden? Çaresizliğimin ağlarına takılmış, kurtuluşu başkasından beklerken  nasıl dayanabilirdim fazlasına? Geri dönmek istiyordum, evime. Son aylarda mutsuz olsam da yuvama dönmek istiyordum.
Güvende hissedebileceğim bir omuz istiyordum. Cenk' in ellerimi tutup bana yaşayacağımız güzel günleri anlatmasını istiyordum. Annemi, Cenk'i ; ben sevdiklerimi istiyordum.
     Sevginin gücünü ruhuma kazıyacaktım. Korktuğumda onu düşünüyordum , ağladığımda onu . Gülüşü ısıtıyordu içimi. 'Seni seviyorum' u beni onun yanına ışınlıyordu .
       Demir kapı hala açıktı. Ordan bana bakıyordu. Kalktığım yere tekrar  oturmayacağıma  yemin etmiştim.
    ''Beni neden burada tuttuğunu açıklamak zorundasın?'' diye haykırdım.  Aynı sokakta olduğu gibi yine sesim bana geri dönmüştü . ''Saatlerdir beni burada tutuyorsun. Ne için ne !''
Tekrar ağlamaya başlamıştım. Saçlarımı yolarcasına çekiştiriyordum. Yemini çoktan unutmuş , kalktığım yere daha beter bir şekilde çökerek delicesine ağlıyordum. Karşılığında ise sadece kahkaha sesleri geliyordu. Bundan zevk alıyordu, beni burada böyle acı çekerken görmek onun hoşuna gidiyordu.
      ''Benim burada , gözünün önünde delirdiğimi görmen hoşuna mı gidiyor?'' dedim . O tarafa bakmıyordum. Her an yanımda bitecek diye o kadar korkuyordum ki ... Sözleri söylerken gözlerim kapalı Cenk'i  düşünüyordum. Bana anlattığı güzel hayalleri hatırlamak istiyordum ama olmuyordu yapamıyordum.  İçimdeki korku  güzel olan her şeyi yok ediyordu. Açamadım gözlerimi,  bir süre sadece ses gelmesini bekledim. Ama cevaplayan yoktu. Sorum yanıtsız öylesine havada uçuşuyordu. Birkaç saniye sonra tuş sesi duydum. Sorumu cevaplamaya tenezzül bile etmeden gidiyordu işte. Neden burda olduğumu bilmeden oturuyordum. Elim kolum bağlıydı işte. Korktuğumun başıma gelmemesini diliyordum. Beni burada boşuna tutuyordu .. Saatlerdir boşu boşuna acı çekiyordum. Yalnızlığı, karanlığı , korkuyu, tehditin gölgesini.... hepsini yaşatıyordu ruhumda.
       Sanırım bir yarım saat uykuya dalmıştım.  Gözlerimi aralıdığımda yanımda oturuyordu. O an ne yaptığımı hatırlamıyorum bile. Tüm kötü duyguların birbirini koşturduğu o an bayılmıştım.
      ''Yemek getirdim.'' dedi . Ben yine gözlerimi açmakta çok zorlanmıştım ve yüreğim ağzıma gelmişti.Dilim düğümlenmiş, kelimeler ağzımdan çıkmıyordu.
       ''Aç olmalısın. Ye, düşüp bayılacaksın. '' Hızla ittim tepsiyi ileriye. Çorba dökülmüş olmalıydı ki pantoluma bulaşmıştı.
         Yine tek bir laf edemedim. Ona güvenmem ve kendi elleriyle  verdiği yemeği yemek delilik olurdu. Kim bilir ne tür bir ilaç koymuştu içine? Güvenebilir miydim ? Hayır!
          Yanımda oturmuş öylece bana bakıyordu. Pencereden gelen ışığın -az olsa da- aydınlattığı yerde oturduğumuzdan  ifadelerini kestirebiliyordum. Ben çılgına dönmüşken nasıl da gülüyordu oysaki. Şimdi yüzü asık sadece bana bakıyordu.
   ''Beni neden burada bekletiyorsun?'' dedim sakin bir tavırla. Sakin sakin konuşursak belkide anlaşırdık. Yine bekledim ama cevap yine gelmedi. ''Benim bunu bilmeye hakkım var. Bana niye acı çektiriyorsun?'' Yine göz yaşlarım çeneme doğru iniyorlardı. Onunsa yüz ifadesi hiç değişmemişti. Hala o acıklı ifadeyi takınıyordu.  Vazgeçtim. Ağzından laf almaya çalışmaktan , sorularımın yanıt bulmasını beklemekten ... Her şeyden vazgeçtim. Dizlerimi göğsüme çektim ve başımı dizlerime dayadım. Yaşlı amcanın beni bırakması için dua ediyordum. Birkaç dakika sonra kafamı kaldırdım. Yoktu,  gitmişti. Tek kalan siyah dumandı.  Bu defa başımı arkaya duvara yasladım. Artık ağlamaktan vazgeçmiş, hissizliğin sözü geçtiği duygularımla başbaşaydım. Korkmuyordum, ağlamak istemiyordum. Sonumu bilmiyordum ama üzülmemeye karar vermiştim.
      Bir süre sonra tekrar tuş sesleri boş odada yankılanmaya başladı.  Hiç kıpırdamadım yerimden,  korku yoktu . Onu izledim sadece . Bu sefer kapıda hiç beklemeden direk girmişti. Ayak seslerini duyuyordum. Bana doğru geliyordu . Aydınlığa yaklaştıkça elinde bir şeyler olduğunu anladım.  Sonra başıma dikildi ve elindekinleri yere fırlattı. Verdiğinin ne olduğunu anlamak için elime aldım ve inceledim. Kıyafet getirmişti. Simsiyahlardı. Ama yere dökülen çorba bulaşmıştı üstüne.
''Bunlari giy.'' dedi. ''Simsiyah olmalısın.''
   Ben cevap vermeyince hiddetlendi. ''Bunları giymek zorundasın.''diye bağırıyordu. Yine cevap vermedim. Sonra yavaşça  kapıya doğru ilerledim. Tepkisiz olmam onu daha çok sinir ediyordu, bunu anlamıştım .Kapıdan çıkmadan ''Neden iki dakikada bir beni rahatsız ediyorsun?'' dedim ''Uyuyorum.''
Döndü bana doğru ve yavaş yavaş yaklaştı. Yine sakindim ve sadece onu izliyordum. Yaklaştığında  yüz ifadelerini kestirebiliyordum. Anlamaz tavırla baktı . Tabiki de şaşırmadım. Bunamış bile olabilirdi.  Çünkü o normal değildi. Devam ettim cümleme ''Birkaç dakikada bir gelip uyandırma beni .'' dedim ''Tuş sesleri uykumu bölüyor. '' Neden bilmiyorum ama bir anda rahatladı ve sadece ''Birazdan kontrol edeceğim. Şu verdiklerimi giy.'' dedi . Üstüme baktım . Kapalı alana -bu odaya-geçeli saatler olmuştu ama hala ıpsıklaktım.  Şaçlarımın uçları kıvırcıklaşmaya başlamıştı. Ama kıyafetlerim aynı şekildeydiler .
       Ben cevap vermeyince yine bir şey demeden kapıya doğru ilerledi. Kapıyı tuşlayıp çıkıyordu ki odayı pembe bir ışık sardı. Oda o kadar aydınlık olmuştu ki kaç tane  örümcek ağı var , o bile sayılabiliyordu.  Şimdi yine yaşlı adamı çok net görüyordum. Korkmuştu, gözlerini kocaman açmış , donmuştu. Yine eldivenin yüzüğünden geliyordur diye baktım ama yoktu. Eldiven yoktu . Demek ki bunu başarabilmesi için eldivene ihtiyaç duymuyordu. Demir pencereden gözüken gün ışığına gülümsüyordum.  Korkmayışımın,bazen hiçbir şey hissetmeyişimin daha iyi olduğunu anlamaya başlamıştım. O an demirli küçük pencereden pembe bir zarf düştü odaya. Hızla yaşlı adama baktım. Aynı yerinde donmuş duruyordu. Pembe karta uzandım ve yaşlı adam demir kapıyı hiç olmadığı kadar sert bir biçimde kapattı. Odadaki aydınlığı yaratan pembe ışık sönmüştü. Geriye tek kalan yine fareler, ben ve yaşlı adamdı.Bir de elimdeki pembe zarf vardı . Hızla yırttım zarfı ve içindeki mektubu okumak için mutlu olmuştum ki yaşlı adam yanımda bitti. ''Onu okuyamazsın!'' Umursamayacaktım. Ama o elimi sıkıyor ve mektubu çekiştirip duruyordu.''Her şey daha beter olur ver bana şunu!'' diye haykırıyordu.Mektubu okumaya çalıştım ama çok ilginç bir şekilde sadece birkaç kelime görebilmiştim. Kağıtta birçok şey yazmasına rağmen sadece birkaç kelime zihninde yerini almıştı.

kurtaracağım , pembeye güven ve onu hisset...

Zihnimde daha fazlasının kalmasını dileyerek, yaşlı adama direniyordum ve yazanları tekrar tekrar okuyordum. En sonunda kağıdı aldı ve yırttı.
    ''Böyle olsun istemezdim küçük kız . Ama kendi kıyametini kendin getirdin.''

Kağıttan ne anlamam gerektiğini bilmiyordum. Ama tek anladığım şuydu ki kendimi daha beter bir çıkmaza sürüklemiştim.

      Canım Okuyucularım,
  Kendinizi yorumlarda, votelerde ve kitabın okuma artışında gösterince beni o kadar mutlu ediyorsunuz ki... ♡ Bu sefer okuyan herkesin fikirlerini bilmek istiyorum. Bir sonraki bölüme kadar okuma ve votelerde artış istiyorum
  
    Seviliyorsunuz;)
 

LAYEMUTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin