6

1.5K 115 23
                                    

"You are disappearing all the time,

But I still see you in the light."

6

soundtrack: florence + the machine – wish that you were here

Gündelik hayatımın telaşına kapılmış gidiyordum. Her şey güzel ilerliyordu. Çalışmalarda bir sorun yoktu. Kızlarla aram iyiydi.

Her şey güzeldi madem neden kırıkları göğüs kafesime batan bir kalp taşıyordum göğsümde?

Çünkü Namjoon'u görmeyeli tam 18 gün oldu.

İç sesime kulak asmamak için, kulağımdaki kulaklıkları daha da bastırdım. Düşüncelerim, artık bana ait değil gibiydi. Sanki kendi iradesi vardı ve o irade tamamen Namjoon'dan oluşuyordu. Kaldırımda birikmiş kara saplanan botlarımın çıkardığı sesi duyamıyordum ama verdiği hissi seviyordum.

Neden kırıldığı belli olmayan kalbimi onarmaya yardımcı olması için bugün kendime deniz mahsüllü, kremalı spagetti yapacaktım. Evimin yakınlarındaki markete uğrayıp malzemeleri aldım ve sabırsız bir şekilde, karlara bata çıka eve yürümeye devam ettim.

Eve vardıktan yaklaşık bir saat sonra önümde dumanı tüten bir kase dolusu spagetti ile bakışıyordum. Ağzıma doluşan salyaları yutarak çubuklarımı batırıp koca bir lokma almak üzere eğilmiştim ki, bir anda kapının çalmasıyla büyük zevkim yarıda kaldı. Ağzımı şapırdatarak üzgün bakışlarımı kaseye diktim. Derin bir nefes alıp, kapıya yürüdüm ve yüzümde somurtkan bir ifadeyle kapıyı açtım.

Karşımdaki kişiyi gördüğümde, beynim hata vermişti.

Şu an yurt dışında olması gerekiyordu, benim kapımın önünde olması değil.

Bu gerçek değil diye düşündüm. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar baktığımda, güldüğünde yanaklarında oluşan büyük gamzeleri eşliğinde bana bakıyordu.

"Ji Sun." dedi ve ben daha içeri çağırmadan ayakkabılarını çıkarıp yanımdan geçerek içeriye girdi. Şaşkınlıkla büyümüş gözlerimle, birkaç saniye boş boş kapının dışına bakakaldım.

Namjoon neden buradaydı?

Kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım ve olayın gerçekliğini idrak ettiğimde kalbim göğüs kafesimde hızlıca çarpmaya başladı. Onun yanına salona döndüğümde, koltuğa oturmuş ve gözlerini üzerime dikmişti. Şaşkınlığımdan hoşlanmamış görünüyordu.

"Hoş geldin, ben BTS yurtdışında diye biliyordum. Seni aniden karşımda görünce... Ondan bu kadar şaşırdım." diye açıklamada bulunduğumu fark ettiğimde içimden kendimi tokatlamak istiyordum. Açıklama yapmak zorunda değildim ki!

Gergin kaşlarının, yumuşayışına şahit olmuştum. Ellerini ovuşturup gülümsedi ve cebinden anlayamadığım bir şey çıkarttı. "Bugün döndük, ilk işimiz şirkette bir toplantıydı." Kalkıp yanıma yürürken, gözleri gözlerimden bir saniye ayrılmamıştı. Gözlerine bakarken etrafımızın karardığını, diğer her şeyin yok olduğunu hissediyordum ve bu his beni korkutuyordu.

"Bir stajyerimiz, binaya giriş kartını asansörde düşürmüş ve tesadüfe bakın ki o stajyer senmişsin." diyerek elindeki kartı hafifçe burnumun üstüne vurdu.

"Sunbae-nim..."

"Neden bu kadar dikkatsizsin Ji Sun?" derken, sesinde belli belirsiz bir beklenti tınısı hissetmiştim.

Aklım seninle meşguldü... kelimeleri dilimin ucuna kadar gelmişti ama ben zorlanarak da olsa onları yutmuştum. Elindeki kartı alıp aramıza mesafe koyarak geri çekildim ve arkamdaki masanın üzerine koydum.

"Dikkatsiz değildim, cebimden düşmüş olmalı."

Namjoon tek kaşını kaldırdı ama cevap vermedi. Gözleri, arkamda bir şeye takıldığında yavaş adımlarla bana doğru gelmeye başladı. Birkaç adımda yanıma vardığında gözlerim, gözlerine tutunmuştu ama o bana bakmıyor, başımın üstünden bir yere bakıyordu.

Gözleri gözlerime indiğinde olduğum yere çakıldığımı hissettim. Heyecanla inip kalkan göğsüm dışında hiçbir uzvumu hareket ettiremiyordum. Dudaklarım hafif aralanmış, bana bakan gözlerdeki duyguları çıkarmaya çalışıyordum ama ah, maske takınmakta çok iyiydi.

Yavaşça elini kaldırıp, saçıma dokunduğunda tüm bedenim titremek isteyerek kasıldı ama kendimi sıkarak kontrol etmeye çalıştım. Dudakları hafifçe kıvrılarak elini saçım boyunca kaydırdı ve yeşil bir şeyi elinde tutarak önümde salladı.

"Dört yapraklı yonca, bu kış gününde, saçında..."

Hafifçe gülerek başını iki yana salladı ve bir şeyler mırıldandı ama anlamamıştım. Erkeksi sesinin gülerken çıkarttığı tını, neredeyse nefes almamı unutturuyordu. Çiçeği montunun cebine koyup, tekrar bana baktı. Gözlerinden gözlerime akan duyguları anlatmaya kelimelerim yetmiyordu. Bana bakışları, kimseye baktığı gibi değildi. Daha önce böyle baktığını hiç görmemiştim. Bana doğru eğildi ve sanki bir sır verir gibi, "Şansım ayağıma geldi." diye fısıldadı.

Ah, çok yakınımdaydı.

Acilen araya mesafe koymam gerekiyordu.

Bir adım geriye çekilip, yüzüme bir maske yerleştirdim ama her zaman olduğu biri gibi yaşayan ben, maske takmak konusunda başarılı değildim.

"Çok şanslısın."

Sesim, nefes nefese kalmış bir koşucunun sesi gibi çıkıyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu. Konuyu değiştirip, ortama hakim olan garip elektriği dağıtmak adına saçmalayarak, "Yemek yer misin? Makarna yapmıştım." diye bir teklifte bulundum.

Namjoon başını sallayarak, "Teşekkür ederim ama gitmem lazım." Dediğinde rahatlamayla karışık bir üzüntü hissetmiştim. Aklım ve duygularım neden bu kadar karman çormandı, anlayamıyordum. Kaşlarım hafifçe çatıldığı sırada, Namjoon ayakkabılarını giymek için kapının önüne doğru yürüdü.

"Tekrar teşekkür ederim sunbae-nim, zahmet oldu."

"Lafı olmaz, sadece daha dikkatli ol Ji Sun."

Kapıyı açıp dışarı çıktı ve bana dönüp, "Görüşürüz." diyerek el salladı. El sallayışı bana küçük bir çocuğu andırdığında, dudaklarım benden bağımsız bir şekilde kıvrıldı.

"Görüşürüz."

Asansöre girip gözden kaybolduğunda ben de kapıyı kapatıp içeri girdim. Bakışlarım masanın üstündeki soğumuş olan makarnaya kaydığında, artık aç olmadığımı hissederek es geçip düşünmek istediğimde her zaman yaptığım gibi duş almak için banyoya yürüdüm.

-

Duştan çıktığımda iki şeyden emin olmuştum.

1.si, Namjoon ile aramızda garip bir etkileşim vardı.

2.si, Namjoon'a karşı bir şeyler hissediyor olma tehlikesiyle karşı karşıyaydım.

Yaşadığım duygu geçişlerini, sürekli onu düşünmem ve onun yanındayken hissettiklerimin tek anlamı bu olmalıydı.

Bakışlarım yatağımın yanındaki boydan aynaya kaydığında, bir yandan da saçımı havluyla sarıyordum. Derin bir nefes alıp, yanaklarımı şişirdiğimde Flur yatağa zıplayıp yanıma geldi ve yüzünü bacaklarıma sürttü. Onu dalgın dalgın okşamaya başladığımda gözlerim aynadaki yansımamızdaydı. Kendi kendime itiraf ettiğim bu iki gerçek, omuzlarıma çok ağır bir yük bindiriyordu.

Kelimeler, dudaklarımdan fısıltı halinde çıkmış olsa da, etkisi bir çığlıkla eş değerdi.

"Sen de Namjoon'u sevdin, değil mi Flur?"

*

Reflection | Kim NamjoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin