Huzurevi

154 1 0
                                    

-Bir su alabilir miyim?

-Soğuk yok pek ama, olur mu?

-Yoo, sıkıntı olmaz.

-Buyrun.

-Sağolun.

        Otobüs duraklarına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Hava hem çok sıcak, hemde çok bunaltıcıydı. Bir an önce durakların gölgesine sığınmak, akabinde otobüsünün tez elden gelmesi için dua etmek istiyordu.

        Durağa vardığında sıcak kendisini iyiden iyiye hissettirmiş, nemin aşırılığı sıcaklığın hem fazlaca hissedilmesine hemde bir nevi kaşıntıya dönüşmüş, hafif uzun olan saçlarının altında kalan deri karıncalanmaya başlamıştı. Alnından süzülen ter damlaları bazen şakaklarından aşağıya akıyor, bazen kaşlarına takılarak orayı sulandırıyordu.

        Durağın gölgesi sıcağın kesilmesine pek etki etmese de beklemeye koyuldu. Etrafını kolaçan etmek için başını sağa sola çeviriyor, bazen de suyundan birkaç yudum alarak kapağını tekrar tekrar sıkıca kapatıyordu.

        Önünde duran gencin yanına yaklaşan bir ihtiyar adam gördü. İhtiyar, gence beklediği aracın geçeceği istikametin üzerinde hastane olup olmadığını soruyordu. Bunu sorarken aslında amacının hastaneye gitmek olmadığını, yeni açılan otobüs hattının nerelere gittiğini görmek, öğrenmek ve bu merakını gidermek amacında bulunduğunu anlattı ihtiyar. 

        Kullandığı metronun ilk duraklarından birisi 'Huzurevi'ydi. Huzurevi, huzurun bu kadar zorla iliştirme olduğu en bariz yer. Yapıştırma bu ismin nasıl sırıttığının emaresi, Huzurevi. Neden gitmediğini düşünmedi huzurevine hiç bu yaşına dek. Yaşlanacağını da düşünmediği gibi, öleceğini de...

        Sene boyunca takip ettiği önemli bir dersin sınavına giderken, sonunun nereye varacağını düşünmeden metrodan indi; Huzurevi.

        Bahçesine girdiği eski binanın ışıksız kalan kısmına atılmış gibi yerleştirilmiş olan ucuz banka gelişigüzel oturmuş ve üstü başı vücudu ve yaşadıkları gibi kırışıklıklarla dolu olan bir yaşli dede gördü, hayat tarafından buraya fırlatılmış gibi duruyordu, canlanmadan. Sanki bu yaşam gurbeti, uzaklara bakan fersiz gözlerini dağlıyordu. Sıkılmıyordular burada, bu sıkıcı, sıkılmış ve ufalmış bahçede. Herşeyin birbirinin üzerine bindiği ama hiçbir şeyin birbirine çarpmadığı, tozun ve yaşlılık külünün havada uçuştuğu ama kimsenin bu nedenle hapşırmadığı yerdi huzurevi. Huzursuzların, huzursuzluklarını belli etmeden bir parça huzur aradıkları yapıydı. Eskiydi ve de püsküydü. Gül kokmuyordu, kimsesizlik kokuyordu buram buram. Ancak kimse belli etmiyordu kimsesizliğini, hep uzaklara bakarak bekledikleri birileri varmışçasına birbirlerini bile bile kandırıyorlardı. Hayat ağırlaşarak çöküyordu üzerlerine, yumruklarını daha sert vuruyordu her defasında, hüzün ayaklarını can evlerine daha sık uzatıyordu burada. Toz ve kül kimseyi hasta etmiyordu, köşede eski bir çaydanlıktan çıkan buhara aldırmadan baharı bekliyorlardı ömürlerinin sonbaharında.

        Yavaş yavaş yanına gitti bu ihtiyarın ve bankın boş kalan kısmına usulca oturarak ellerini ona uzattı ve gözlerini gözlerine bağlamasını bekledi ihtiyardan. Bir yakını gelmişçesine heyecanlanan ve titreyen sesinin içine gizlenen hüznü daha fazla saklamadan göz pınarlarını hafif serbest bıraktı, gözlerinden yaşlar aktı aktı.

        Konuşmadan da anlaşabilirlerdi pekala... Artık çocuk değillerdi, susarak da birşeyler diyebilirlerdi....

        Yaşlılık, zor zanaat. Gecenin sonuna kadar mesaine devam ediyorsun ve ay başında alacağın tek şey biraz daha fazla mesai hakkı. Ya da , ötelere bir bilet. Seçim ellerinde değildi ancak, ellerinde olan anlatmaktı, içinden geleni. Dışa vurumu. 

        Biraz muhabbetten sonra ihtiyar, gence bir zamanlar neler oldu da ben buralara geldim dercesine anlatmaya başladı olan biteni;

DöngüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin