Toz, Duman ve Barut Kokusu

49 1 0
                                    

        Güllelerin nereden geldiğini kestiremiyordum, ayaklarımı hissedemiyordum, ellerimde ağırlığı gittikçe artan bir Alman yapımı eski silah, yüreğimde neden savaştığıma dair kuşkular ve pişmanlıklarla dünyadan ayrılacak olmanın verdiği, silahtan daha hızlı ağırlaşan bir duygu. Havanın daha yeni aydınlanması benim için bir tezatlıktı bugün, ömrümün baharında göz ışığım kararacaktı bu güzelim bahar sabahında.

        Ölecek olmamdan mıdır bilmem, tabiatta olanlar daha fazla ilgimi çekmeye başlamıştı. Toz, duman ve barut kokusu arasında usulca yükselen güneş, savaşların eksilmeyen fonu yağmurun tane tane yeryüzüne dökülmesi... Şair olsaydım eğer, burada doğa benim için, bizim için, insanlık için ağlıyor diyerek olayı güzel bir nedene bağlar, hüsn-i talil yapardım, ancak hiçbir zaman bir şair gibi hissedememiştim kendimi. Ne annnemim ak saçları dizimde dağılmışken, ne en sevdiğim insanların çocuk yaştayken ölümünü görürken, ne de sokağımızın başında bir şairi vururlarken şairane  duygular doğmamıştı içimde. Ancak şu var ki, şairler erken ölürlerdi, ne kadar yaşarlarsa yaşasınlar. Bende erken ölecektim, ancak bir şair olarak değil, bir sevgili olarak da değil, ne bir baba olarak, ne de arkasından ağıtlar yakılacak biri olarak... Bir hiç olarak ölecektim. Yıllar sonra ilkokul çocuklarının bile mezar taşımdaki ismimi hecelerken sıkılacakları kadar dikkat dağıtmayacak ve değersiz bir hayat yaşamıştım, ölümüm bile sıkıcı olacaktı. Belki bir top güllesinden kaçarken vurulacaktım, belki de mevzide saklanıp ağlarken toprak altında kalacaktım. 

        İşte tüm bunları, nereden geldiğini kestiremediğim güllelerden birisinin tam önümüze düşmesi ile kulaklarımın çınlamaya başladığı esnada düşündüm. Çınlama kesilip, toz, duman ve barut kokusu çekilince yerini yoğun bir ölüm kokusu ve korkusu aldı. Gülle topraktan parçalar koparmış, çıkan taşlardan birkaçı henüz adını dahi duymadığım, bu çıkarma harekatına birlikte katılmış olduğum şanssızlardan birisinin göğsüne hücum etmişti. 

        Sırtüstü yere düşen bu genç adamın yakınlarında ben vardım ve hala korkakça kararsızdım yanına gidip gitmemekte. Cesaret sonradan kazanılan değil, doğuştan gelen bir duyguydu. Seçilmiş insanlara verilmiş olan ölüme kısayoldan bir gidiş kapısıydı. Ve korkaklar uzun yaşar. Bilmem, belk de şairler korkak değillerdir. Hem Tanrı kılıcını sadece erkeklere çekerken, yalnız şairlerden ürkmüştür belki de...

        Savaş ne kadar acımasızsa, o kadar da değiştirici etkiye sahipti. Coğrafyaları, sınırları, kimlerin yaşamak istediği kararlarını ve en önemlisi beni... Hayatımın en mucizevi döneminde, daha bir çeyrek asır yaşamaya müsade etmemişken Allah, daha nice güzellerin dudaklarında tadacakken Adem'in tattığı elmanın büyüsünü, ve daha ne kadar görümeyi düşlediğim yerler, duyulmamış sesim, hissedilmemiş bir benliğim varken, ben bir hiç uğruna gitmeye hazırlanıyordum dar-ı bekaya. 

        Düşman acımasızdı, savaş gibi. Sokakta kedileri kovalayan çocuk gibi... Annesine bağıran evlat gibi... Karısını döven koca gibi... Düşman aslında bunların hepsiydi, tüm kötülüklerin toplamıydı düşmanımız. Ve korkunun kokusunu alabiliyordu. Ya da ben öyle düşünüyordum. Bulunduğum noktadan epey korku dalgaları yollamıştım muhtemelen fezaya. Bu olası olmasa bile hıçkırıklarım ve korkakça bağırtılarım muhakkak duyulmuştur ölüm makineleri tarafından.

        İşte tüm bunlar esnasında korkaklığımı ve Alman silahımı bir kenara usulca bırakarak askerin yanına gitiim. Göğsü kanlar içindeydi ve yakınlarda bir sıhhiye eri göremiyordum. Aklıma gelen tek şey yarasına bastırıp akan kanı azda olsa durdurmaktı ancak o buna müsade etmedi. Sadece elini kanayan göğsüne hafifçe sokup iki parça kağıt çıkararak bana uzattı. Herşey film gibiydi. Tüm bunlar bir yerlerden tanıdık geliyordu bana. Ancak hatırlamakta güçlük çekiyordum.

        -Bunlara iyi bak...

        Bana söylediği ilk ve son cümleydi işte bu. Ölümün verdiği dayanılmaz çekicilik karşısında elindekileri alırken kontrol dahi etmeden cebime koyup, hiçbir karesini bile kaçırmadan bir askerin ölüşünü izlemeye koyuldum. Gözlerinin yavaşça kapanışı, elimi tutan elinin yavaşça çözülmesi ve göğsünün iniş kalkışlarının hafiflemesi ve bir an sonra durması... Bir ölüm böyle gerçekleşiyordu. Tüm bu olan biteni biri bir hafızama kaydederken büyük bir gürültü duydum tekrar, düşman korkaklığımın kokusunu almıştı, evet. Ve ben daha etrafa bakmaya fırsat bulamadan toz, duman ve barut kokusu...

DöngüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin