Kuvvetli Karanlık ve Sessizlik

30 1 0
                                    

        Gözlerimi yavaş yavaş araladığım zaman kan kokusu sinmiş ellerimle alnımdaki terleri silmeye yelteniyordum. Toz, duman ve barut kokusu artık kesilmiş, yerini elim ve vücudumda sinen kan ve bulunduğum ortamı, indirime girmiş alıveriş merkezine girmeye çalışan halk kadar hızlı bir şekilde ilaç ve belirsizlik kokusu sarmıştı. Aralanan gözlerimden yatmaktan dolayı istemsiz yaşlar şakaklarımdan kulaklarıma doğru süzülüyor, beni hem daha sıkıntılı bir hale sokuyor, hem de yaşadığım hissiyatını artırarak beni heyecana gark ediyordu. 

        Başımı hafifçe kaldırmak ve etrafta olan biteni gözlemek istediğim zaman boynumda belirgin bir ağrı hissettim. Uzun zaman aynı konumda kalmaktan olsa gerek, pek fazla kendisini germek istemedim ve eski pozisyonuma geri döndüm. Tam bu arada yanıma -muhtemel ki, ben buraya geldikten sonra benimle ilgilenmişti kendisi, konuştuklarından öyle sezecektim- beyazlar içinde bir hemşire hanım geldi. Hemşire hanım, şimdi kimseler böyle kullanmaz bu iki kelimeyi peş peşe, ancak o dönemde bu tip hitaplar pek popülerdi ve devamlı hastanelerde hekimlerce kullanılırdı. Ve hekim... 

-Bu gün daha iyisiniz, dedi hafif gülümser ve hafif karamsar bir edadayken dudakları.

-Kendimi son hatırladığım ana göre daha kötüyüm, dedim. Daha kötüydüm gerçekten de. En son hatırladığımda bir yaralı askerin başında toz, duman ve barut kokuları arasında hayaller kuruyor ve boynumda ağrı hissetmiyordum. Ve daha gençtim. Eğer Benjamin Button değilsem.

-Hayır, iyisiniz iyisiniz. Hem baksanıza, bu kadar uzun ve anlayamadığım cümleler kurduğunuza göre...

        Bu bir serzenişmiydi, yoksa gerçekten de iyileşmeye adım mı atıyordum, kestiremedim o an. Ya da hemşire hanım latife ediyor olsa gerekti. Ben, bana en yakın olan seçeneği seçtim. Hemşire hanım latife etmişti bana. Hafifçe gülümsedim bundan dolayı hemen akabinde. Ve daha yeni yeni nerede olduğum, ne zamandan beridir kendime gelemediğim, daha ne kadar burada kalacağım aklıma takılmaya başladı. 

-Yaklaşık üç saattir buradasınız, bir saate kalmaz çıkarsınız da. Burası mı? Burası cepheye yakın bir yerde hastaneye çevrilmiş bir ilkokul. Malumunuz ki, hastanelerde yer sıkıntısı had safhada.

        Bunları söyledikten sonra elime bir zarf uzattı. Beyazca olan zarf, hafif duman karasına bulanmış ama yine de parlaktı. Üzerinde ismim yazılıydı ve kimden geldiğini biliyordum elbette. Yüzüne bakarak hemşire hanımın, hafifçe tebessüm ettim, akabinde teşekkür ettim.

-Rica ederim, ne demek, gibi klişe bir cümle döktü dudaklarının arasından kendisi gülümserken bir yandan.

        Hemşire hanım, konuşmasını yeni tamamlamıştı ki, birden büyük bir gürültü duyuldu. hemen ardından önümdeki duvarın yıkılışını gördüm aynı sesler eşliğinde ve bağırışmalar, çığlıklar ve etrafı gözden ırak eden bir toz bulutu. Birkaç saniye içinde neredeyse tüm aydınlığım hemşire hanımın saçları kadar kararmış ve ben daha kendime yeni gelmişken bir başka belirsizliğe yelken açmıştım. Son hatırladığım buydu işte. Beyaza boyanmış veya badanalanmış duvarların kıyamet gibi yıkılışı ve hemşire hanımın bulunduğum karyolanın demirlerine tutunurken elimden de sıkıca kavraması ve uzun, pek ve çok uzun, kuvvetlice uzun bir karanlık ve eşdeğer bir sessizlik.

DöngüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin