Güneşin ilk ışıkları çoktan yeryüzüne ulaşmış, şimdi geldikleri yere geri dönüyor, rüzgar esmeye muntazaman devam ederken ara sıra ağaçlardan yaprak sesleri ve akabinde kuş cıvıltıları kulağıma değiyor, yürüdüğüm yolun solunda ve sağında muntazam bir şekilde uzanmış olan çayırlar rüzgarın etkisi ile ahenkli bir şekilde yatıp kalkarken içlerinden gelen çekirge sesleri çok fazla kulak tırmalıyordu.
Bunların düşünürdükleri ile yoluma bir süre devam ettim. Etrafıma bazen göz gezdiriyor bazen de gökyüzüne kaldırıp başımı maviliklere dalıyordum. Yukarıya bakmakla boynum her ağırdıkça çevremi seyrederek hem boynumu dinlendiriyor, hem de tanrının yüzüne bakılmasından rahatsız olup olmayacağını merak ediyordum.
Ve böylece uzun zaman gittim. Çevrede evler, binalar ve çiftlikler, hayvanlar seyrekleşti önce. Ve yok oldular. Bir zaman bu yokluk devam etti. Yokluk yeni boşluklar bırakıyor gibi önüme sonra. Gidip gelen her ağaç yaprağı karşıma yeri doldurulması güç bir boşluk gerekliliği çıkarıyordu. Çünkü her yaprak bir açıklık ortaya atıyor, her açıklık yeni bir boşluğa hamile. Derken boşluk yeni hayvan sesleri, insan gürültüleri ve yapı görüntüleri ile dolmaya başladı. Yeni bir değişim yaşadım. Sonra tekrar bir boşluk, sonra tekrar bir değişim. Böylece ne kadar gittim bilmiyorum. Belki birkaç saat, belki birkaç gün. Gece oldu mu , uyudum mu haberim yok. Yorulduğum zaman nasıl dinlendim hatırlamıyorum. Kim geldi yanıma, kim geçti yanımdan bilemedim hiç. Böylece bir boşlukta kendi içimde peyda oldu. Uzun koşumu tamamladığım zaman içimdeki boşluk açtı kendisini dolduracak bir değişime. Boşluklar değişimle yok oluyor artık içimde. Ne kadar çok yürüdüysem o kadar büyük boşluklar oluştu bende. Ne kadar yeni insan tanıdıysam boşluklarım o kadar tez doldu. Ben kendi boşluğumun tanrısı, kendi değişiminin kölesiydim. Boşluğu ben uçurumlarca oluşturup, onları dolduracak değişime o kadar muhtaç oluyordum. Her geçtiğim köyde boşluğuma deva olacak tanrılar gördüm, ayrıldığım her topluluk beni yokluğun ve boşluğun bitmez cehennemine doğru gitmeye zorladı. Konuşulan her kelime bir yaz yağmuru gibi yağdı üzerime, susan her insanda yeniden ve yeniden ölmeye başladım. Artık yanımdan bana bakmadan geçen hayvanlar bile beni yokluğa sürüklüyor gibi hissediyordum. Çünkü bana bakan her göz, belki de içinde beni ferahlatan yüzlerce kelime, onlarca hikaye ve bitmeyecek soluklar saklıyordu.
O günlerde anladım ki, insan kendisinin hem tanrısı, hem kölesiydi. Hem hükmediyor, hem emir alıyordu. Hem baba, hem oğludu insan. Her insan hem bir ummam, hem bir akvaryum, hem bir yol, hem de yolun içinde çaresiz bir taş. Hem kâdir, hem muhtaç. O gün insanın içindeki sınırları gördüm. Tepeyi ve yeri, üstü ve altı, eskiyi ve yeniyi, gideni ve geleni, başlamamış olanı ve çoktandır bitmişi. İnsan tüm tezatları saklayan bir karanlık, içinde yüzlerce kandil yanan.
Hem efendiyim ben, hem de kul.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Döngü
RomanceHer bir bölümün yeni bir ölüm getirme olasılığını içinde taşıyan, bir arayışı anlatan ve muhtemel ki sonunda ismiyle müsemma olacak bir hikaye...