Sıra Bende

31 3 2
                                    

        "İçim içimi yiyor. Sanki tüm cesetleri içime doldurmuşlar, kan kusuyorum. Kendimi hemen bahçeye attım. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm mavi gökyüzü içimdeki karanlığa inat savaşır gibiydi. Hayat devam ediyor. Tüm savaşlar zihnimde yaşanıyor ve sevgisizlik evimi işgal etmiş durumdaydı. Ailemi ilk defa bu kadar kendine düşman gördüm. Annemin babama olan bakışları serikanlı bir katilin gözlerindeki hazzı anlatır gibiydi. Babam ise verilen emeklerin çöpe atılmasını hazmedemediği bir mide ağrısıyla kendini duvarlara vuruyordu. Sanırım en iyi öfke kontrolüne biraz önce şahit oldum. Kardeşim mi ? O odasında kaldıramadığı bu rezilliğin arasından sıyrılıp nefes almaya çalışıyor olmalı şu an. Herkes ama herkes duydu bu kin kusan cümleleri, bağrışmaları. Eminim geçmişimiz ve geleceğimiz hakkında komşuların bilgi sahibi olması dedikodularına epey malzeme olacaktır. 

         Sahi ya ! Neydi bu kadar şeyin yaşanmasının sebebi ? Bir sevgi nasıl birbirini boğazlama derecesine gelebilecek bir düşmanlığa dönüşebilir ki ? Ömrümün yarısı diyebileceğim bu uzun zamanda anne ve babamın kavgaları, evde maruz kaldığımız gergin sessizlikler artık tüm ruh halimi olması gereken dünyamdan sıyırmış dipsiz bir kuyuya atıvermişti. Yaşım otuz olmuştu ve çocukluğumdan beri sorduğum soruların borcunu ödeme vakti gelmişti. Kaçacak delik bulduğum her günümü şanslı adlederken aslında en büyük cehennemi hazırladığımı fark ettim. Artık cevapları bulma vaktiydi." derken buldu kendini Phoebe. Deli gibi kendiyle konuşuyor bir yanda bundan büyük bir zevk alıyordu. Çevresinde kimse kalmamış, herkese kapılarını kapatmıştı. Terlemişti. Gözleri sinirden kan çanağına dönmüş, çevresinde olan biten her şeye kulaklarını tıkamıştı. Büyük sorunun peşine düşmüş, kendine bir yol haritası çıkarmaya çalışıyordu. Yapması gereken ilk ve en önemli adımın geçmişten kurtulması gerektiğini anladığında annesinin söylediklerini hatırladı. 

        Phoebe Uzakdoğuda okumak için emekler vermiş, özgürlük abidesi bir kadının ilk kızıydı. Türkiye'de yaşanan tabular ve toplumsal baskılardan bunalan Melek kaçışın yurtdışında okumak olduğunu keşfettiği an gerekli her şeyi yapıp kendini o eğlenceli ve renkli dünyanın, Hindistan'ın kucağına atıvermişti. Okuduğu alan için büyük bir hazine olan bu ülkede onun için hazırlanmış bir hediye olduğunu bilmiyordu. Orada yaşarken tanıştığı genç bir adamın eşi olup bu noktaya geleceğini bilseydi aynı adımı atar mıydı bilemem ama kader kartları elinde olsaydı değiştirmek istediği ilk kişinin kendisi olduğundan emindi.

       Rahul ve Melek .. Aynı bölümde okuyan iki yakın arkadaştı. Süregelen dostlukları Rahul'un Melek'e Hindistan'ın dört bir yanını gezdirirken kültüre olan hayranlığını da dile getirmesi Melek'te hayranlık uyandırmıştı. Rahul idealist bir bilgindi. Çok geçmeden evlilikle taçlandırılmış bu ilişkiden Phoebe dünyaya gelmişti. Phoebe'nin eğitimi için batıya taşınmaya karar veren Rahul ve Melek Norveç'e yerleşmişlerdi.

       Phoebe omuzlarındaki dalgalı kumral saçlarını pratik bir topuzla toplamış, güneşin başına vurmasıyla bir kafede soğuk birasını içiyor bir yandan da türlü senaryolar kuruyordu. Uzun bacaklarıyla tabure üstünde çocuklar gibi salınırken insanları umursamayan tavrıyla şarkı mırıldanıyordu. Kalan hayatını bu sorularla ve tartışmalarla mı geçirmeliydi ? Yoksa sorularına cevaplar bulmak üzere bir süre uzaklaşmalı mıydı ?

- Gitmelisin ! dedi yanında oturan yabancı. 

Şaşırmıştı. Kafasını çevirip baktığında ayyaş bir yaşlıdan başka birini görmüyordu. "Bu saatte içmeye başlamış bir sarhoş eminim evsizin biridir." diye düşündü. 

- Gitmelisin, dedi tekrar yaşlı adam.

- Nereye ? Sen kimsin ? 

- Uzun zaman önce senin vermen gereken kararın eşiğinde kalan ve asla oradan bir yere kıpırdayamayan korkağın tekiyim ! Bu saatte burada, bu halde ... Bana yabancı gelmedi bu sahne. Her neyi düşünüyorsan, düşünmek için buraya kaçıyorsan gitmenin vakti gelmiş demektir. Eğer bir adım atmazsan bu kez bu taburede kalmanın pişmanlığıyla içersin.

        Haklıydı galiba, belki de buna ihtiyacım var, diye düşündü Phoebe. Kafası karışmıştı. Kim olduğunu anlamadan bir hışımla kalktı, yarım birayı adamın önüne sürerek hızlı adımlarla oradan ayrıldı. Bir amaç edinmenin tereddüt ve heyecanı vardı. Tıp fakültesinde okumaya hak kazandığında böyle olmuştu en son, seneler sonra yine aynı ruh hali vardı. Eve geldi. Herkes bir yana dağılmış sessizlik içindeydi. Koşa koşa merdivenlerden çıktı ve hemen kardeşinin yanına gitti. Kapıyı tıklatmadan içeri dalarak, 

- Omar ! Ben gidiyorum. 

- Nereye ? Ne zaman ? Neler oluyor nereden çıktı şimdi bu ?

- Bilmiyorum. Ama karar verdim bir süre yokum. Yalnız tek bir sorunum var o da sensin, seni bırakmak istemiyorum.

- Abla benlik bir şey yok. Bakarsın üniversite için gittiğin yere gelirim ben de. Birimizin zaten bunu yapması gerekiyordu. Piyango sana vurdu. Bizimkilere ne diyeceksin peki ?

- İş için gidiyorum diyeceğim. Eminim umurlarında olmaz ama bıraktığım mesleğe başlamak belki onlara da iyi gelir.

- Doktor Hanım ! Yolunuz açık olsun o zaman, peşindeyim bırakmam ama haberin olsun, diyerek gülüştüler. Yarattıkları o ayrı dünyada uçurtmanın ipini ellerine almışlardı sanki. Hafif bir rüzgar esiverdi. Odasına geçti Phoebe, ihtiyacı olanları çantasına atıp aşağı indi. Akşam yemeği olmak üzereydi. Masada konuşurum umuduyla biraz daha bekledi. Sanki o gün evde bir tartışma yaşanmamış, eşyalar kırılmamış, kimse üzülmemiş gibi davrandıklarından onlara ayak uydurup gayet doğal ve heyecanlı ses tonuyla patlattı haberi. 

- Anne, baba. Bir iş teklifi aldım ve kabul ettim. Yarın yola çıkacağım. 

Rahul ve Melek bir an durdular ve tek soruyla nokta atışı yaptılar.

- Nereye ?!

Evet bunu düşünmemiştim. Ne kadar aptalım. Nereye ? Ne diyeceğim şimdi ben ? Ağzından çıkıverdi bir anda, 

- Türkiye'ye. 

       Ne de olsa anne memleketi, zorluk çıkarmazlar diye baktı duruma. Melek çok şaşırmıştı. Sevinmekten kendini alamadı, öte yandan kızının mesleğe geri dönme kararında neyin etkisi olduğunu düşünmeden edemedi. Rahul isteksizdi. Yine de sesini çıkarmadı. Her zamanki kibirli ve ukala tavrıyla tebrik etmekle yetindi. Ki zaten bu halleri önemseyecek vakti yoktu Phoebe'nin. Hemen odasına çıkıp bilet bakmaya başladı. "Nerden çıkmıştı şimdi Türkiye, başka ülkemi kalmadı sanki. Tanıdık kimse de yok oralarda nasıl yapacağım." diye kendi kendine sitem ederken biletini kesinleştirmiş, neler yapacağına dair planlar yapıyordu. Yine en nefret ettiği, düşündükçe kendinden soğuyan bir özelliği su yüzüne çıkmıştı. Kontrol etme güdüsü. Mesleğin gerektirdiği bu huy karakterine yapışmış, hayatının her alanında olay ve durumları ele geçirmişti. Yarın buradan giderken ailesi ve hayatıyla geride bırakması gereken bir şey olduğunu fark etti, "Kendisi". Yeni bir hayat için yeni bir Phoebe gerekiyordu. Dünya düzeni bunu şart koşuyordu. Tüm olumsuzluklardan ders alıp tüm geçmişi çöpe atmak, geçmişi geçmişte bırakıp geleceği planlamadan 'An'da kalabilmek atacağı en büyük adımdı. Çünkü aynı kafa ile nereye gidersen git aynı şeyleri yaşayacağın garantisinin sözünü vermek intihar etmekten farksızdı. Türkiye'de ne yapacağım, artık nasıl bir hayatım olacak sorularından kurtulup aynaya bakarken buldu kendini. Bu güzelliği ve kalbi değerli kılmak için harcanacak zaman yoktu. Kendi için kendi yolundan gidecekti. Yaşamak lazımdı, en güzel haliyle ...


Not: Sen değerlisin. Kendini sev ve olduğun gibi olmakla gurur duy. Yapman gereken tek şey adım atmak.


PHOEBEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin