Bölüm şarkısı: Mustafa Ceceli-Hüsran
Hatırlamış mıydı?
Kurtardığı kişinin ben olduğunu hatırlamış mıydı ve o yüzden mi bana acıyıp taksi çağırmıştı?
Saatlerdir aklımda dolanan tek soruydu bu. Hatırlamasından çekinmiyordum. Acıyıp, şefkat göstermesinden korkuyordum. Sabah hırpalaması ve çıkışta bana nazik davranması dengemi alt üst etmiş ve beynimde onlarca soruyu meydana getirmişti. Önümde bulunan günlüğümün kapağını kapatıp çekmeceye koydum. İçimi, duygularımı sadece kağıtlara dökebiliyordum. Sığınabileceğim bir limanım yoktu. O vapur, hayat bana çelmesini takarken kaçmıştı. Güvenebileceğim bir arkadaşım da yoktu. Pek fazla iletişim kurmadığımdan çevrem diye adlandıra bileceğim arkadaşlarım, dostlarım yoktu. Her zaman ki gibi yalnızdım.
Oturduğum sandalyeden aheste aheste kalktım ve tülbentimi düzeltip oturma odasına geçmek üzere kapıyı açıp hole yöneldim. Kapattığım kapının ardından adımlarımı normal bir seviyede atarak oturma odasının önüne geldiğimde kapının kulpunu kavradım ve açarak odaya girdim.
Kapıyı kapattıktan sonra bakışlarımı telefonla konuşan Zübeyde teyzeme yönelttim. Köydeki akrabasıyla konuştuğunu anlamakla beraber karşıdaki koltuğa attım adımlarımı. Gözlerim televizyon ekranına kayarken göz devirdim elimde olmadan. Saçma sapan bir konusu olan bu diziyi sevmiyordum. Zihniyetime ters düşen ve yanlış yapılan davranışları tıpkı bir güzel olaymışcasına anlatılıp meşrulaştırılmasından nefret ediyordum. Koltuğa yavaşça oturup kumandayı elime aldım ve Zübeyde teyzenin izleyip izlemediğini kontrol ettikten sonra kanalı değiştirip diğer kanallara göz atmaya başladım.
Düzgün bir film bulamamakla birlikte pufladım. Sanırım kitap okumak daha iyi olacaktı. Duyguları bizzat kendim yaşamak şuan daha cazip geliyordu. Kumandayı koltuğa bırakıp gözlerimi birkaç saniye kapattım. Kitap okumayı da sonraya erteleyecektim galiba. Zira yorgunluk bir illet gibi vücuduma yapışmış, vebasını ise uyku olarak bedenime işliyordu. Kocaman esnerken elimle ağzımı kapattım.
"Teyzem bir isteğin yoksa ben uyuyacağım izninle. " Telefon konuşmasını bitirmişti Zübeyde Teyze. Sıcacık gözleri gözlerimi bulduğunda sımsıcak bir gülümseme bahşetti bana ve küçük ağzını aralayıp nefesini verdi.
"Yok güzel kuzum. Yorgun olduğun nasıl da belli. Hadi git uyu ve iyice dinlen." Başımı sallayıp ayağa kalkıp yanına ilerledim ve yanağına küçük bir buse kondurdum.
"Allah rahatlık versin teyzem." Küçük eliyle yanağımı okşayıp
"Sana da Allah rahatlık versin kızım."
Ardımdan kapıyı kapatıp dolaba ilerlediğim sırada başörtümü de başımdan çıkarmakla meşguldüm. Başım hiç olmadığı kadar ağrıyor ve beynim adeta zonkluyordu. Parmaklarımla şakaklarımı ovaladıktan sonra gri-kırmızı pijama takımımı dolaptan çıkardım. Pijamalarımı yavaşça giyindiğimde saçlarımı tokadan kurtardım. Özgürlüğünü ilan eden saçlarımın diplerini yavaşça ovalayıp ışığı kapatarak gece lambasını açtım. Yatağıma ilerleyip yorganı açtım ve içine girdim usulca. Yorganı üzerime örttüğümde iyiden iyiye mayışmıştım. Göz kapaklarım yavaşça kapanmaya yüz tutarken sadece bir şey diledim.
O da beni bırakan ailemi bir kez olsun rüyamda görmeyi...
...
Otobüsten indiğimde derin bir nefes verdim. Bir saatten fazla bir süre boyunca otobüste ayakta kalmış, kalabalıktan ötürü herkes iyice birbirine girmiş ve otobüs şoförü de bizi umursamayıp yolcu almaya devam etmişti. Hayır yani görüyorsun içerisi tıklım tıklım dolu ne diye hala yolcu alıyorsun kardeşim! Sinirle nefesimi verirken bozulmuş olan turkuaz renginde olan eşarbımı düzelterek şirkete yönelttim adımlarımı. Hafif çiseleyen yağmurla birlikte dudağım yavaşça kıvrıldı. Oldum olası yavaş, az yağan yağmuru severdim. Bereket damlaları üzerime dökülürken huzurla dolduğumu hissettim. Yağmur sinirimi yatıştırırken şirkete giriş yapmıştım. Turnikeden geçerken kartımı okutup asansöre yöneldim. Asansörün boş olmasıyla rahatça nefesimi verip kat düğmesine basarak aynadan eşarbıma baktım. Şükür ki bozulmamıştı. Eşarbım olsun, şalım olsun bozulduysa düzeltmeden rahat edemiyor ve takıntı haline getiriyordum. İlla ki düzelecekti o başörtüm.Bakışlarımı aynadan çektiğimde zihnimi dün ki görüntüler doldurdu. Onunla aynı asansörde kısa bir diyalog içine girmiştik. İkimiz için uygun değildi baş başa asansörün içerisinde bulunmak. O anki şokla nasıl çıkamamıştım! Hatta asansörden çıkmak aklıma bile gelmemişti. Yüzüm Rabbime karşı utancımdan düşerken bir daha bu durumu yaşamayacağımı kendime telkin ettim. Hata düşmemek için de elimden geleni yapacaktım. Allah affetsin. Odamın bulunduğu katta duran asansörden dışarı adımımı attım ve başımı kaldırdım. Ayaklarım odamın yolunu tutarken karşımdan gelen Savaş Bey'i görmemle bir saniye yerimde durdum ve ilerlemeye devam ettim. Göz ucuyla ona baktığımda kendinden emin duruşu ve soğukluğuyla benim olduğum tarafa geliyordu. Bu adamın bu saatte, bu katta ne işi vardı? Katran karası gözleriyle birleşen gözlerime donukça baktı. Hafif çatılı kaşları da onu sinirli gösteriyordu. Bir ürperti vücuduma yayılırken yavaşça yutkundum. Bu adamın derdi neydi? Gözlerimi gözlerinden hızlıca ayırırken bakışlarımı yere indirdim. Aramızdaki mesafe kısa sürede daralırken ona bakmadan yanından geçtim ve hızlıca odama ulaştım. Allahım o bakışlarda neydi öyle! İnsanı resmen yerinde titretiyor hatta ve hatta bakışlarıyla öldürüyordu. O gün beni kurtarmasa gaddar olacağını düşünecektim ama öyle olmadığını da bir o kadar iyi biliyordum. Onu düşünmeyi bir kenara bırakıp ıslanmış olan feracemi çıkarıp askılığa astım. Bünyem hastalığa meyilli olduğundan feracemi üzerimden çıkarmayarak hastalığı göze alamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR İLMEK AŞK
General FictionAdam öfkelendi. Kadın sustu... Adam bağırdı. Kadın parçalandı... Ve adam gitti. Kadın öldü... *** "Gerçekten isminin hakkını veriyorsun." Elini genç kadının saçlarında dolaştırdı. Ilk defa dokunuyordu bu sırma saçlara ve önceden dokunmadığı için ken...