fleurie • hurts like hell
Kahve makinamın zil sesiyle yerimden sıçradım. Sabah haberleri sunan spikerin sesi kulaklarımı kaşındırıyordu ve Michael, paytak adımlarıyla mutfaktan içeri girdi. "Günaydın." dedim sesimin ne kadar pürüzlü çıktığını önemsemeden. Gözlerim şişmişti ve uyku topuzumla ona öylece bakıyordum. Çıplak ayaklarının parke zeminde çıkardığı sesi dinledim bir süre. Yanıma tam olarak yaklaştığında yüzünün bir kısmının nemli olduğunu fark ettim. Ellerini belime dolayarak beni kendine çekti, "Günaydın Angel." Kollarımı boynuna dolayarak kıkırdadım. Bu sabah benim için çok hoştu. "Bana sarılman güzel hissettiriyor." kafasını boyun girişime gömdü ve derin bir nefes aldı. "Sabah uyandıktan sonra ki halin beni sana daha çok bağlıyor..." kahkaha attım, "Yapma ama, şu halime bir bak."
"Çok güzel görünüyorsunuz Bayan Armed." tekrar kıkırdadım. İltifatları çok yoğun hissettiriyordu. Kollarının arasından ayrıldım ve ona arkamı dönerek kupalara kahveleri doldurdum. "Kahve ister misin diye sormayacağım, elbette istediğini biliyorum." Mutfakta ki ufak masaya yerleştiğinde önüne kupayı bıraktım ve küçük mutfağımda saatler süren sohbetlere daldık.
Michael'a aşık değildim, ona karşı kendimi borçlu hissediyordum. Sanki ona iyi davranmak benim için bir borçtu. Ondan hoşlanıyordum ve kaybettiğim birini geri kazanmak çok güzel hissettiriyordu. Duş kabininden dışarı adımımı attım ve mor renkli bornozumu giydim. Küçük banyomun küçük aynasından kendimi incelemeye başladım. Saçlarım soluk ve bakımsızdı, göz altlarımda her şey yolundaydı-Michael'la arayı düzelttiğimden uyku uyuyabiliyordum artık-, biraz zayıflamıştım. Gözlerimin yorgun bakışları değişmiyordu. Banyonun kapısını hafifçe tıklatıldığında derin bir nefes aldım,
"Gir, Michael." ondan başkası olamazdı. "Hey..." gülümseyerek yansımama bakıyordu ve içeri girmeden kapıyı geriye ittirdi. "Sanırım saçlarını boyamalıyız?" tek kaşım hafifçe havaya kalkarken gülümsedim ve kafamı onay vererek salladım. "Pembe mi isters-""Hayır." lafını böldüğüm için bana irkilerek baktı ve yüzümdeki gülümsemeyi görünce tekrar gülümsedi, "Sen hangi rengi istersen, o olsun." Bu sefer tek kaşını kaldıran o olmuştu, "Yüce İsa, Ang? Bu değişimin sebebi nedir?" kıkırdadım ve flörtüz bir tavırla gülümsedim.
"Hiç, Michael." Kafasını hafif sola çevirdi ve pes ediyorum gülümsemesini takındı.
Banyodaki konuşmamız üzerinden henüz bir saat kadar geçmişken Michael, elinde bir kaç kutu boya ile geldi. Mutfakta ki küçük beyaz masa da oturuyordum ve elimde ki Tully's kahvesi bardağına odaklıydım. Kabarık soluk saçlarıma at kuyruğunu layık gördüğümden başım ara da ağrıyordu ama sorun değildi alışmalıydım çünkü saçlarıma tahammülüm kalmamıştı. "Angelina, seni sarışın olarak hayal ediyordum ve dedim ki, 'Evet Ang kesinlikle sarışın olmalı.'" kaşlarım çattım ve kafamı sallayarak gülümsedim.
"Sen kazandın Ahbap. Ne renk istersen demiştim." eski beyaz tişörtü üstüme öylece geçirmişken holde ki boy aynasının önünde öyle dikiliyordum. Boyaları karıştırıyordu ve saçlarını geriye savuruyordu. Bana kalırsa, uzun zaman önce evimde görmek istemeyeceğim bir görüntüydü ama şu an değişik duygular içinde ve hayretle bakıyordum ona. Yaptığım bir hatamı affetmiş ve beni çok kolay kabul etmişti?
"Michael," dedim duraksamadan eğer duraklasaydım soramazdım, kafasını yavaşça kaldırdı ve doğrudan gözlerimin içine baktı. Boyaları öldürücü bir yavaşlıkla karıştırmaya başlamıştı bile ve bu gergin havayı yaratmanın etkisinden nasıl kurtulacağımı şimdiden düşünmeye başlamıştım.
"Hm?" ellerimi birbirine kenetledim ve aynada kendime bakmaya devam ederken gerçektende umursamaz görünmeye çalıştığımı farkettim. Saçlarımı tokadan kurtardım, "Neden buradasın?" boyayı karıştıran eli durdu ve ben aynadan ona odaklandım. Bir kaç saniye için gözlerini kapadı ve geri açtığında pişmanlık duygusunun harelerinde yeşerdiğini gördüğüme yemin edebilirdim. "Ang..." tek kaşım yavaş haraketlerle havalandı ve aynada ki aksine döndüm. "Evet, Michael? Neden bana iyi davranıyorsun?"
"Aslında sana anlatmam gereken bir şey var." sonunda bomba patlıyordu. "Evlenmek için sana baskı yapmamın sebebi babamdı." anlamsız sözlerinin devamını beklerken yere oturarak bacaklarımı kendime çektim, "Babanın albüm şirketi bize albüm çıkaracaktı ama tek bir şartla," yanıma yaklaştı ve bir kaç cümle daha etti, "Gruptan biri kızıyla evlencekti. Geleceğimizin çok parlak olduğundan ve hep iyi para kazanacağımızdan bahsediyordu."
"Şirket biraz zayıflamıştı ve bizim iyi bir çıkış yapmamızı düşündüğü için bu yolu denedi ama ben sen gittikten sonra bu oyunu bozdum ve grubu dağıttım."
"Ang, Angie, Angel, Angelina...hayatımın bir bütünü sensin. Yumuşak tenin ve gül kokun."
••
Saçlarımı boyadıktan dört gün sonra Michael bana bir not bırakarak gitti. Sanırım her şey yoluna koyulmuştu ve ünlü bir grup olarak hayatlarına devam ediyorlardı. Kendi albüm şirketlerini kurmuşlardı, harika paralar kazandıklarına emindim.Üniversiteden mezun olduğum gün onu reklam panolarında görmüştüm. Beni terkettiği günden beri henüz iki yıl geçmişti. Onu aramaya cesaret ettiğim bir akşam numarasını değiştirdiğini öğrenmiştim ve Karen bana mesaj olarak oğlundan uzak durmam gerektiğini onun arkadaşlarıyla arasını tekrar bozmamdan korktuğunu ve benim anlayışlı biri olduğumu bildiğinden alınmayacağımdan bahsetmişti.
Haklıydı.
Alınmamıştım.
Annem ve babam hala benimle görüşmüyorlardı sanırım bu duruma alıştığımız için böyle devam edecekti.
Farkına vardığım tek şey ise hayatımın uzun ve yalnız olacağıydı.
Ve Michael Gordon Clifford tarafından terkedilişimdi.
S O N
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sexcuse me :: mc (bitti)
Fanfictionkalp kırılırdı ve sevişmek kalbini onarmadan tutkusunu kaybederdi. "Ang, Angie, Angel, Angelina...hayatımın bir bütünü sensin. Yumuşak tenin ve gül kokun."