3. Bölüm

73 3 0
                                    

Her sabah aynı terane, aynı monotonluk... Hergün bir öncesinin kopyası... Şehir hayatında ayakta kalma çabası devreye girdiği zaman günlerin birbiri ardına kopyalanması kaçınılmaz oluyor. Sabahları Aslı hanımı okula göndermek için döktüğüm diller, evden çıkartana kadar yırttığım ses telleri de dahil, günlerim aynı tek düzende ve sakince geçiyor. Aynı tarafa gitmemize rağmen hanım kızımızının beni ekmesini belirtmeme gerek yok tabii. Kendisine benzeyen diğer zillilerle, sanki hiç görüşmüyorlarmış gibi dizilip gidiyorlar. Ben de yılların tozlu esnafı havasında tutuyorum yolumu.
Yanımda her zaman iki tip elbise taşırım. Öğretmenliğimin şanına yaraşır etekler ve bluzlerle çıkarım yola. Havam 1960'ların rüzgarını taşır üzerimde. Yüksek bel etek ve flardan asla vezgeçmem. Hafif feminen esintiler eşliğinde derse yetişirim. 6'da biten derslerden sonra haftada 2 gün 2 saat savunma dersleri alırım. E malum İstanbul sokakları her zaman çiçek uzatmaz size. Bir yerde kendinizi güvende hissetmek zorundasınız. Başınız sıkıştığında da hep çevrenizde birilerini bulamazsınız. 8 dolaylarında ise üzerimi değiştirir, ikinci vardiyama katılırım. Nerede sabahki Defne, nerede akşamki?
Aynı sabahlardan birine daha gözlerimi açarak başladım güne. Gözümü genelde Binnaz hanıma açarım. Isırır falan ama sağolsun dibimden de ayrılmaz. Günün ilk öpücüğü ve miyavı ona geledursun, zoraki kaldırdığım vücudu attım direkt banyoya. Sabah banyosu kadar güzel bir şey var mı ki acaba? Bütün yorgunluğu alıp götürüyor adeta. Miss..
Bir yandan sıcak suyun verdiği rahatlamayı kucaklarken bir yandan da efsane sesimle çığırırım banyo duvarlarına karşı.
"Abla, Allah'ın adını verdim, ne olur sus" diyen Aslı'nın sesiyle irkilirken küvetin kapısını araladım.
- Ooo, prenses uyanmış. Hayırdır kız, daha saatin gelmedi senin, nasıl oldu da ayaklandın.
- Dışardan kendi sesini duysan sen de ayaklanırsın ama içerden duyuyorsun işte.
Yüzünü yıkayıp gözden kaybolmasının ardından ben de banyo ferahlığını terk ettim. Hızlı hazırlanır, hızlı toparlarım. Elim çabuktur, titiz davranırım, uyuşukluğa gelemem. Ve tüm bu saydıklarım kız kardeşimde mevcut.
Ben saçlarımı tarayıp üzerimi giyindiğimde o uyuşuk kızın çabucak hazırlandığını gördüm, yaşadığım şaşkınlığın ardından anlık bir şüphe kabardı içimde. Sessizce hazırlandı ve beni beklemeye başladı. Yaptığım küçük makyaj dokunuşlarınından sonra ben de kapıya yanaştım. Elimdeki dosyalar biraz fazlaca büyüktü. Nasıl tutsam daha rahat giyerim ayakkabıyı diye kafamda tartmaya başladım.
-Ver ben tutayım da giyin.
-!!!
-Nee??
Sadece birkaç saniye kafamızın üstünde oluşan soru ve ünlem işaretleri eşliğinde ona baktım.
-Kafan mı güzel kız? Yoksa öleceğim de haberim mi yok?
-Ay ne alakası var. Hadi geç kalıcaz, kızlar bekliyordur beni.
Bir sıkıntısı vardı elbette ama kurcalamak için daha erken deyip düştük yola. Aslıcan, zillinin önde gideni, süslü kokana ve aşk böceği gibi görünebilirdi ama delikanlı kızdı. Kendini ezdirmeyen, gururunu harcatmayan deli bir yanı da vardı. Yeri geldiğinde kafa tutar, kendini korurdu. Aşk delisi olup gururunu yerlere atan insanlardan olmaması gözümü arkada bırakmıyordu. Kime çekmişti acaba?
Sabahları yataktaki guluyabani hali hariç, uzun güzel saçları vardı. İri yeşil gözleri ve sürmeli gibi kirpikleri kim bilir kaç erkeğin kalbini yakıyordu. Kestirdiği uzun kahküllerinin arasından görünen bakışları ve cilvesiyle kaç kalp tekletiyordu Allah bilir. Benim aksime o fazla göz alıcıydı. Dudaklar konusunda yaşırabilirdik ama gözlerde asla.
Ben ise daha sıradan, yolda yürürken bir daha bakabileceğiniz sınıfa girmeyen standart bir kadınım. Kalabalıkların arasından sıyrılabilecek potansiyelim çok yok ama kendimi yere gömmeye de gerek yok. Göğüslerimin altına ladar inen dalgalı saçlarım mevcut. Ela gözlerim, minik sayılabilecek bir burnum ve dolgunluk kıvamına bir tık daha yaklaşan dudaklarım var. Suratın şuralarına da biraz mutlu çil ekleyelim. Bob amcamızı da yadetmiş olduk.
-Abla.
-Efendim kuzum.
-Bana kuzum demen, kızların çok hoşuna gidiyor nedense. Hatta senin kuzum deyişin çok şekermiş, dedi gülümseyerek.
Onu boşta kalan kolumun altına alıp sarmalarken saçlarının tepesinden öptüm.
-Annem de bize kuzum derdi ya, ondan diyorum sürekli. Ondan bir parça işte.
-Biliyorum.
-Ne sıkıntın var senin, anlatmayacak mısın?
-Çok önemli bir şey değil aslında. Sadece annemi rüyamda gördüm, onun etkisi işte. Çok gerçekti, elimle tutacak kadar gerçekti. Sanki rüyamda değil de gerçekten yanımdaydı. Özletti, hep özlüyorum tabii ama bu daha bir dokundu.
Ne kadar teselli edebilirdim ki. Bazen ben de görürdüm rüyamda ama hep kaçırırdım. Tam sarılacakken kaybolurdu ya da bir şekilde uzaklaşır ve ardından bana el sallardı. Her seferinde de kardeşin sana emanet der öyle giderdi. Özellikle de içim çok sıkıldığı zamanlarda, hayata isyan edeceğim noktaya geldiğim zamanda görürdüm, o da beni uyarırdı.
-Üzülme en azından azıcık da olsa hasret gidermiş oldun. Gülümse kuzucuğum.
-Okula gidince unuturum zaten, dedi ve yanağımdan öperek birkaç metre ötedeki arkadaşlarının yanına koştu.
Günaydın Defne abla, hoşçakal Defne abla kıkırtıları arasında bana el sallayıp yollandılar. Belediyenin oraya vardığımda köşedeki büfeden meyvesuyu almak için çantamı karıştırmaya başladım. Koltukaltımdaki dosyalarla ezziyete dönen duruma afilli bir küfür sallarken, çıkarttığım bozuk paraları uzattım.
-Günaydın Hüseyin abi.
-Günaydın yeğenim, nasılsın? Yine toplamışsın ıvırtı zıvırtıları.
-Ekmek parası işte abi ne yapacaksın.
-Ben bir taneye dayanamıyorum, sen bilmem kaç tanesine nasıl dayanıyorsun kızım ya. Karı dırdırı çekilir mi?
Karı dırdırı kulağa hoş gelmese de Hüseyin abiye hak vermiyor değilim hani. Bazen olmayacak boyutlara erişiyor olabilir. Karısı Gülizar ablanın maşallahı var. Allah her şeyden kısmış çenesine öbeklemiş sanki.
Son anda baktığım saatin geçmeye yüz tuttuğunu gören ben verdiğim selamın ardından hızlı adınlarla tuttum halk eğitimin yolunu. Adımlarım hızla akarken bir yandan da aldığımı çantaya sıkıştırıyordum ki, omzuma çarpan sert bir cisimle neye uğradığımı şaşırıp kendimi yerde buldum.
Omzumun acısına mı yanayım, etrafa saçılan dosyalara, temiz kağıtlara mı yanayım bilemedim. Etrafımda attığım 180 derecelik turun ardından üzerine düştüğüm kalçamın acısı da eklenince bingo çanları çalındı kulağıma. Ben acı içinde inlerken bana çarpanın bir erkek olduğunu ve onunda önümde çökmüş dağılan kağıtları topladığını yakaladım. Profilden görebildiğim kişi bana yardım ederken ben de diğer saçılanları topladım ve ikimiz aynı anda birbirimize döndük.
Şimdi burada hiç erkek yüzü görmemiş, mağaradan yeni çıkmış imajı yaratmak istemem ama "bu nedir yaaa"... Aval aval bakınırken geçen birkaç saniyede karşımdaki adamın "hiç mi erkek görmedin abaza" diyen imalı bakışını ben mi hayal ediyorum acaba?
-Kusura bakmayın, acelem vardı, sizi göremedim. Eşyalarınız burada, dedi ve arkasını dönüp gitti. Tok sesi kulağımda yankılanırken arkasından bakakaldım.
"Vay anasını, analar neler doğuruyor" derken gözlüğümün gözümde olduğunu kontrol ettim. Yanlış mı gördüm ben yoksa derecem mi ilerledi birden. O ne endam o ne heybet yiğidim. Nereden düştün buralara?
Hissiyatla çektiğim derin nefesin ardından hülyalardan arınarak geri döndüm ve yoluma devam ettim. Kendi kendime konuşmakta üstüme olmadığından, anın kritiğini yine kendim yaptım.
-O neydi be. Nenelerin göz nuru çeyizi gibi maşallah. Dokunmaya kıyamaz, sandıktan çıkartamazsın. Kim kaybetmiş bunu, soralım da alalım. Şimdi bütün gün gözümde canlanır bu koskoca mazi. Geç kalma sebebi resmen. Sapık gibi peşine mi düşsem.
Bu salak ve bir o kadar da boş düşünceler eşliğinde kendimi binaya attım ve kulağımda tepişen altın kızların dedikoduları arasında her şeyi unuttum. Hüseyin abinin dert yandığı dırdırlardan sonra ne çocuk kaldı ne de mazi.

Kızılcık ŞerbetiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin