Dağların kalbinde bir büyücü yaşar. Ömrünü öğrenmekle geçirmiş bir büyücü.
Methiel'in ailesi Batı İnsan Krallığında yaşardı. Bir çocukları olacağını fark ettikleri an yaşamları mutluluk ve heyecanla dolmuştu. Bebeklerinin doğacağı günü sabırsızlıkla bekliyor ve günleri sayıyorlardı.
Beklenen gün geldi ve üzerinden aylar geçti. Doğum sancıları beklenenden çok sonra başladı. Tiyenal'e gelmeyi reddeden bebek, annesine günlerce doğum sancısı yaşattı. Bebeği için vazgeçmeden Doğa'nın kollarına sarılan anne acılara göğüs gerdi. Yirmi üç gün süren doğum sancılarının ardından bebeğinin ilk nefes alışına şahit oldu. O an tüm yorgunluğunu unutmuştu, onun için bebeğinin güzelliği tüm mutluluklardan öte ve değerliydi fakat bedeni devam edemeyecek kadar bitkin düşmüştü. Kısa fakat ömürleri kaplayan bu sevinci yaşatan Doğa'ya minnet içinde, sarıldığı kolları bırakarak Tiyenal'e gözlerini kapadı.
Methiel'in babası eşinin vefatından oğlunu suçlamadan beş yıl geçirdi. Beş yıl boyunca oğluna babalık yapma fırsatı bulamadı çünkü küçük Methiel'in buna ihtiyacı yoktu: Hayvanların memelerinden damlayan süt nemli havaya karışıp Methiel'i besliyordu. Güneş, bebeğin yaşadığı küçük pencereli karanlık odaya girmek ve bebeği olgunlaştırmak için pencerelere ihtiyaç duymuyordu. Bir yaşına bastığında Methiel'in en sevdiği oyun, havanın nemini şekillendirerek odasında gökkuşağı oluşturmak ve altından geçen rengârenk minik yıldız kuşlarının şarkılarını dinlemekti.
Beş yaşına geldiğinde farklılıkları tüm şehir tarafından bilinen bir çocuktu. Şehrin ileri gelen büyücülerini hayrete düşüren yetenekler sergiliyordu: Rüzgâr estirebiliyor, havanın nemini içebiliyor, konuşurken çevresini ısıtıyor ve kalplere korku salabiliyordu. Büyücüleri dehşete düşüren şey Methiel'in tüm bunları kendinden bir parçaymış gibi rahatlıkla yapıyor olmasıydı. Büyücüler bildiklerini öğretmeye çalıştılar ama Methiel öğretilenleri kavramıyordu. Bazen günlerce eve kapanıp sonra kimden veya nereden geldiği belli olmayan bilgilerle ortaya çıkıyordu. Garipti ki bildiklerini göstermesine rağmen diğer büyücüler de Methiel'in anlattıklarını kavrayamıyordu.
Kendi çağından olan çocuklarla iletişim kuramaması normaldi, fakat iletişim başarısını gösterdiği bir çağdan insan da yoktu. İnsanlar ona karşı korkuyla karışık bir çekinme duygusu içindeydi. Şehirde içi daralıyor ve çok istemesine rağmen kimseyle paylaşım sağlayamıyordu. Bu yıl babasını kaybetmesi, onun gözlerine bakabilen tek bir insan kalmadığı anlamına geliyordu.
Şehrin ileri gelen altı büyücüsünden oluşan Divan'ın Baş Büyücüsü Tundriel, ona karşı ustalık rolünü çoktan bırakmıştı. Methiel'e karşı hayranlıkla beraber hep saygılı ve şefkatli davranmıştı. Onun bir canavar değil sadece yetenekli bir insan olduğunu kabul eden tek kişi Tundriel gibiydi. Aslında diğer büyücüler de bu yeteneğin farkındaydı ancak kıskançlıkları, insanlara Methiel'i bir hilkat garibesi gibi anlatmalarına sebep olmuştu.
Methiel on üç yaşına geldiğinde ondan ayrılmayan bu yalnızlığa artık dayanamıyordu. İnsanlar çocuklarını ondan uzak tutuyor, Methiel'e bir kelime etmeyi bile esirgeyerek onun gittiği yerlerden çocuklarını uzaklaştırıyorlardı. Methiel yalnızdı, diğer insanların hayatlarında pay edinmek istiyordu. Kendini bu isteğine en yakın hissettiği anlar, şehrin ışıkları sönüp insanların uykuya çekildiği zamanlardı. Gece yarısı hemen yatağa girerdi. Çünkü diğer insanlar da yataklarına girmiş olmalıydı ve onlarla aynı şeyi yaptığını düşünürdü. Zaman ilerleyip insanlar uyuduktan sonra şehrin sokaklarında sessizce dolaşırdı.
"Diğerleri gibi olmak isterdim." diye düşündüğü günlerinden ve gecelerinden kaçmak için kendini eve hapsetti.
Methiel on altı yaşındaydı ve üç yıldır evden çıkmamıştı. Kirli penceresinden Güneş girmeyen soğuk odasında, göğsüne kadar çektiği dizlerini kucaklamış oturuyordu. Etrafı rengârenk ve ölmüş minik yıldız kuşlarıyla çevrelenmişti. Srophia'ya dargındı; Srophia kederini kabul ediyor ama yalnızlığına ve diğer insanların korkularına karışmıyordu. Yılların Methiel'e getirdiği; Güneş'in soluk, Shuva'nın soğuk, Doğa'nın bitkin ve Srophia'nın sinir bozucu seviyede adil oluşuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dağların Prensi
FantasyAstina dudaklarını kımıldatmadan Emyr'le konuşuyordu: "Fısıltılarını dinle Emyr. Onlara kulak verirsen duyarsın ki senin şarkını söylüyorlar. Boz sessizliği çünkü şarkın, gizli kalmaması gerektiği kadar görkemli. Yapraklar esen rüzgârda şarkına riti...