2. KARŞILAŞMA

25 1 0
                                    

Aynadaki yansımamı izlerken derin bir nefes aldım, ifadesiz yüzüm ve boş bakan gözlerim tam da istediğim gibiydi. Dolaptan seçtiğim siyah kıyafetlerle aynanın önünde dikiliyordum. Siyah bir pantolon ve siyah, dar bir kazak. Kazak ince ve yarım boğazlıydı. Parmaklarıma kadar uzanan kumaş hoşuma gitmişti, rahat hissediyordum. Deri ceketimi üzerime geçirip zarfı koyduğum çantayı omzuma attım. Odadan çıkıp merdivenleri inmeye başladığımda odaklanmıştım. Kapıdan çıkar çıkmaz taksiye binecek ve direkt olarak kağıttaki adrese gidecektim.

Saçlarımı arkaya doğru atıp kapının koluna asıldım. Dışarıya çıktığımda taksiye doğru yürümeye başlamıştım. Hava kararmaya başlamıştı. Taksinin arka koltuğuna yerleşirken adresi şoföre uzatmıştım bile. Çok geçmeden taksi hareket etmeye başladı ve ben gideceğim yeri düşünmeye başladım. Daha önce de yapmıştım, sadece zarfı teslim edecektim.

Gözlerim geçip gittiğimiz yolun etrafını saran ormana takıldı, birden sadece ormanda yürümek istediğimi fark ettim. Ağaçların arasında savrulup gitmeyi ve belki de gecenin en derin uykusunda sarhoş olup kendimi kaybetmeyi istiyordum. Yeniden daha farklı bir şekilde başlamak adına kendimi ortasına atığım bu hayatın nasıl ilerleyeceğini ve seçimlerimin bana vereceği hisleri merak ettim. Bir şey umut edeceksem eğer ve bu gerçekliğe kavuşacaksa umudum acıdan uzak bir hayatı yaşamayı başarabilmekti. Bugüne kadar acıdan uzak yaşamamıştım ve bunu yapıp yapamayacağımı bilmiyordum. Daha farklı nasıl yaşanır hiçbir fikrim yoktu. Başlarda acı katlanılmazdı ve acıya hayatıma her saniye biraz daha yayılmasıyla alışmıştım. Benimsemiştim ve acı her şeyim haline gelmişti. Acılarım için ayaktaydım, onlar için savaşıyordum ve gülümseyebiliyordum. Ruhumun hapsolduğu bu savaştan bir başka savaş için çıkmıştım. Bu yeni, bilmediğim bir savaş demekti ve ruhum bir savaşı daha kaldırabilecek miydi, merak ediyordum. Işıkların altında, kana bulanmış ruhumun karanlığıyla bunları düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Düşüncelerim sanki kalbimi sıkıyor, kalp atışlarımın ruhuma dokunmasına izin vermiyordu. Ruhum, bir tınıdan yoksun, bir okşayıştan... Uzun bir özlemin kıyılarına savrulmuş gibi hissediyordum. Ruhum, derin bir uykunun, ölüm ninnisinin peşinde yürürken mezarlığına dönüp arkasına bakamıyor ipleri karanlığa bağlanmış umudundan.
Şoförün sesiyle başımı yasladığım camdan kaldırdım.
"Geldik hanımefendi."
Ücreti ödeyip taksiden indiğimde önünde dikildiğim binayı inceledim. Sıradan şehir binalarından farksız, hatırı sayılır bir yükseklikteydi. Derin bir nefes alıp giriş kapısının önünde dikilen görevlilere doğru yürümeye başladım. Kuyrukta bekleyen insanlara göz ucuyla baktıktan sonra sarışın, açık kahve gözleri olan adamın önüne vardım. Bana baştan aşağı şöyle bir baktıktan sonra gözlerini gözlerime dikti. Sorgulayan bakışlarını gözlerime diktiğinde konuşmaya başlamıştım.
"Bir şey teslim etmem gerekiyor."
"Sen mi teslim edeceksin?" Bakışları küçümseyiciydi. Bakışlarına karşılık boş gözlerle ona bakmaya devam ettim.
"Evet." Ses tonum soru sorar gibi çıkmıştı. Kaşlarını kaldırdı ve eliyle peşinden gitmemi isteyen bir hareket yaptı. Gözlerimi devirdim.
Peşinden yürürken gözlerimi diktiğim sırtı gergin görünüyordu. Büyük bir kapının önünde geldiğimizde duraksadı.
"Yolu biliyor musun?" diye sorduğunda yüzünü bana dönmüştü.
"Hayır." Sesim sert ve keskin çıkmıştı.
Duraksadı, derin bir nefes aldı ve kapıyı geçmem için açtı. İçeri girdiğimde loş koridorda yürümeye başlamıştım. Her attığım adımda yükselen müzik sesi kaşlarımı çatmama neden olurken adımlarımı hızlandırdım. Hemen arkamda olduğunu hissedebiliyordum. Mekânın tamamına serpilmiş insanları gördüğümde duraksadım, tepelerinde dönüp duran ışıkların altında kendilerini savuruyorlardı. Güzel görünüyordu, çoğunun birbirini tanımadığı halde temas kurduğunu görmezden geldiğimde.
Kulağımın kökünde hissettiğim sert nefesle irkilirken kaşlarımı çatıp arkamı döndüm.
"İlk defa mı görüyorsun? Yürümeyi deneyecek misin?" Sert tavrı ve halinden memnun olmadığını gösteren bakışları gözlerime dikilmişti.
"Ne tarafa doğru?" Onu umursamamıştım.
Bakışlarıyla gösterdiği yöne doğru ilk adımımı attığımda midem kasılmaya başlamıştı. Ter ve alkol kokusu fazla yoğun ve rahatsız ediciydi. Hızlı adım atmaya çalışırken başarılı olduğumdan emin değildim. Her adımımda birine çarpıyor olabildiğince hızlı ilerlemeye çalışıyordum.
Üstüme doğru gelen bedenlerden biri bilincini kaybetmişçesine bana bakarak gülerken sırıtmama engel olamamıştım.
Öyle karışık ve hızlıydılar ki hiçbirinin hareketlerini takip edemiyordum. Tuhaftı, sanki içeriyi doldurup çalkalayan müzik onları etkisi altına almış bilinçlerinin en kayıp noktasına götürmüştü. Alkol bunu tek başına yapıyor olamazdı.
Et yığınından sıyrılıp kendimi köşeye attığımda benden hemen sonra onun geldiğini görmüştüm. Yüzüme bakmadan ilerledi ve duvarla bütün gibi duran bir kapıyı açtı. Tereddüt etmeden içeriye girerken derin bir nefes aldım. Yine, uzun koyu duvarların arasında loş bir ışığın altındaydım.
"Koridorun sonundan sağa dön, koridorun sonunda bir asansör göreceksin, dörde basman yeterli ve unutmadan koridordaki dolaplardan kendine uygun bir şey bulup giyin, sana tavsiyem o toy, bebek suratını kapatman. Dördüncü kat." Samimiyetsiz bir gülümsemeyle arkasını dönüp kapıdan geri çıktığında sırıtıyordum. Koridorda yürümeye başladığımda ayak seslerim kulaklarımı dolduruyordu. Neden yüzümü kapatmamı istediğini merak ediyordum, üstünde çok düşünmeden hızlı adımlarla asansörün olduğu yerde durdum. Duvarın içine gömülü dolapların kapaklarını açtığımda kaşlarım havalanmıştı. Tek renkti, her şey simsiyahtı. Askılıkta dolabın zeminine doğru uzanan kumaşı elime aldım. Pelerine benziyordu. Hızlı hareketlerle üstüme geçirirken saçlarımı içime atmıştım. Ellerimi ceplerine attığımda elime gelen deriyi merakla çıkardım. Bir maskeydi, yine siyah ve yüzümün yarısını kaplayacak cinstendi. Maskeyi takıp şapkayı kafama geçirdiğimde asansöre binmiştim. Aynadaki yansımam tuhaf hissetmeme neden olmuştu. Söylediği gibi dördüncü kata gitmek için düğmeye bastım. Tuhaf bir ses çıkardıktan sonra hareket etmeye başladığında korkuyla etrafta tutunacak bir şey aradım. Aynanın önündeki demire tutunurken şaşkındım. Yukarıya çıkacağımı düşünüyordum, biri beni yakamdan tutup kendine doğru sürükleyerek çekecek gibi hissedeceğimi düşünmemiştim. İçinde bulunduğum bu abartılı ortamdan iğrenmiştim, üstümdekileri çıkarıp atmak asansörü yukarıya fırlatmak gibi hayaller kurarken asansör durdu. Aynaya yaslanıp derin bir nefes alacakken geriye doğru düşmekten son anda kurtulmuş derinden gelen bir kahkahayla irkilmiştim. İçimden lanetler okumaya başlamıştım bile.
"Neye gülüyorsun? Bu saçma yerden daha mı komik görünüyorum?" Sesim sert ve soğuktu.
"Burası ciddi bir yer ve evet burada komik görünüyorsun." Az önce kahkaha atan kendisi değilmiş gibi sert bir ses tonuyla bana karşılık verirken kaşları çatılmıştı. Kumral saçları ve buğday bir teni vardı, gözleri farklı görünüyordu, açık kahve gözleri bu loş ışıkta bile belli oluyordu. Boyu oldukça uzun ve gövdesi fazla iriydi.
Gözlerimi devirip ağzımı yamulturken konuşmaya başlamıştım.
"Bir şey teslim etmem gerekiyor."
Bir şey söylemeden yürümeye başladığında peşine düşmüştüm. Koridorun sonunda bir kapıdan girdiğinde dişlerimi sıkıyordum. Açtığı kapıdan içeriye girdiğimde buradan yok olmak istiyordum. İki kas yığınının etrafına serilmiş insan istifi ve havadaki boğucu koku beni bu fikre itiyordu. Etrafı incelerken peşinden yürümeye devam ediyordum. Aralarında benim gibi kendini saklayan çok az insan vardı ve bir kısmı yarı çıplaktı. Yanından geçtiğimiz çiftin üzerine bakışlarım daldığında midem bulanmaya başlamıştı. Bacaklarıyla sardığı adamın yüzünün yarısı kadının saçlarıyla kapanmıştı ancak ağız ağıza olduklarını ve adamın ellerinin gezindiği yerleri gayet net bir şekilde görebiliyordum. Gözlerimi onlardan çekerek önümde yürüyen adamın sırtına diktim gözlerimi. Etrafa bakmak istemiyordum.
Demir merdivenlerden çıkıp karanlık denebilecek bir koridora vardığımızda karşımızdaki kapının önünde bir kişi daha bekliyordu.
"Teslimat var," deyip beni açığa kenara çekilip beni açığa çıkardığında yine alaycı bir gülümsemeyle karşı karşıya kalmıştım.
"Tanrı aşkına, ben de burası ne zaman renklenecek diyordum." Sesindeki sitem ve alayı umursamadım. Başımı yana yatırıp yüzüne bakmaya başladım. Ben de sırıtıyordum.
"Yüzüne de renk gelmesini ister misin?" dediğimde en az onun kadar alaycı ancak ciddi bir tavır sergilemiştim. Kıpırdamadı, kaşlarını iyice havalandırarak gülümsemeye devam etti.
"Lütfen, bunu o dudaklarınla yapacaksan lütfen beni bekletme," dediğinde bir diğeri boğazını temizleyip uzatmamasını belirten bir uyarı yapmıştı.
Bana göz kırparak kapıya iki defa vurdu ve ses gelmesini beklemeden kapıyı açtı.
"Teslimat var."
Az önce sergilediği ses tonu ciddileşmiş alaycı halinden eser kalmamıştı. Kapıyı iyice açıp girmemi söylediğinde yüzüne bakmadan içeriye girdim. Henüz iki adım atmıştım ki kapı arkamdan kapandı. Gözlerimi koyu kapının üstünden çekip odayı incelemeye başladım. Hemen karşımda bir masa ve sandalye ve bunların arkasında içeriyi gösteren siyah filmli bir cam vardı. Sandalyenin genişliği ve büyüklüğü dikkatimi çekmişti. Koltuk tarzında bir sandalyeydi ve cama doğru çevrilmişti. Kenardan sarkan eli görebiliyordum. Bir viski bardağını tutuyor ve yavaşça sallıyordu. Bir süre elinin hareketlerini izledim, bardak düşecek gibi görünüyordu. Parmakları uzun ve düzgündü. İçeri girdiğim an başlayan ürpertiyi yok saymaya çalıştım. Bedenime doğru yayılan dalga dalga bir sıcaklık vardı ve bu bende üstümdeki pelerini çıkartma istediği uyandırıyordu.
Büyülenmiş gibi onu izlemeyi bırakıp boğazımı temizledim, bana doğru dönmesini bekliyordum. Bekleyişimin boşuna olduğunu anladığımda boğazımı temizledim, yine değişen bir şey olmamıştı.
"Zarfı getirdim," derken sesim ifadesizdi.
"Masaya bırakıp çıkabilirsin."
Sesi benimkisi gibi ifadesiz değildi, soğuk, umursamaz ve önemsiz bir şey söylemiş gibiydi. Sesinin tonu bir süre duraklamama neden olurken yutkundum. Zarfı masanın üzerine bırakıp arkamı döndüğümde duraksamıştım, kaşlarım çatılırken ses tonundaki rahatlık beni rahatsız etmişti. Arkamı döndüm ve konuştum.
"Yüzünüzü görmem gerekmiyor mu?" Yüzünü görmeliydim.
Viski bardağıyla daireler çizen eli durdu.
"Gerekmiyor." Sesi keskin ve tok çıkmıştı. Ağzımı açıp konuşacağım sırada ne söylemem gerektiğini bilemediğim için sustum. Olduğum yerde birkaç saniye bekledikten sonra arkamı dönüp kapıya yöneldim. Dışarıya çıktığımda ağzımdan dökülen kelimelere engel olmamıştım.
"Züppe, tam bir kibir abidesi," dediğimde kapının önünde bekleyen adamların gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Gözlerimi ikisinin de gözlerinde hızlıca gezdirdikten sonra yürümeye başlamıştım. Her ikisinin de kaşları çatılmış, gözleri anlamayan ifadelere bürünmüşlerdi. Arkamdan seslendi. Merakımı gidermemiş olmasına sinirlenmiştim.
"Tek başına gitmek istemezsin, bekle."
Umursamadan yürümeye devam ederken peşimden geldiğini anlayabiliyordum. Buradan hemen çıkmak ve eve gitmek istiyordum. Sonunda koridoru aşıp demir merdivenlerden inmeye başladığımda hızlı hareket ediyordum. İnsanların arasına karıştığımda hızlı nefes alıp vermeye başlamıştım. Boğucu ve pis koku ciğerlerime dolmuştu.
Bir anda yakamdan tutulup ileriye doğru itildiğimde dengemi sağlayamadan yere düşmüştüm. Sol kolumun üstüne düştüğümde duyduğum acıyla dişlerimi sıkmış ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kafamı kaldırıp nerede olduğumu anladığımda kalbim gümbürdemeye başlamıştı. Kavganın tam ortasında saçma bir şekilde yerde uzanıyordum. Aceleyle ayağa kalkmaya çalışırken bana doğru gelen adamı fark etmek beni paniğe sokmuştu. Doğrulup gerilemeye başladığımda tanımadığım eller beni tekrar ona doğru itmiş kafamdaki şapkayı çekerek saçlarımın açığa çıkmasına neden olmuştu. Yüzümdeki maskenin derime yapışmaya başladığını hissediyor amaçsızca beni geri iten insanların arasından geçip kaçmaya çalışıyordum.
"Ben kavga etmeye gelmedim, lütfen," derken açıklamalarımın boşa savrulduğunu görebiliyor ve bunun içimdeki korkuyu körüklemesine izin veriyordum. Beni duymuyorlar ve sadece ellerini sallayarak bağırıyorlardı. Bedenimdeki ürperti tüm hücrelerimi ele geçirmişti.
"Her gecenin bir sürprizi olur, bu gecenin ki sensin."
Ne dediğini anlamayarak arkamı döndüğümde alnımdaki nefesini hissetmem bir olmuştu. Hızlı bir hareketle saçlarımı ense kökümden yakalayıp elini yüzümdeki maskeye uzattığında acıyla inledim. İçimden gelen dürtüyle elini itip bacağımı bacak arasına sertçe yerleştirdiğimde iki büklüm olmuş, Saçlarımı elinden kurtarmıştım.
"Seni sürtük," diye tısladığında yutkunmuştum. Gözlerim kalabalığa kaydığında beni buraya getiren adamı kısa bir an için görebilmiştim. Telaşla bana doğru geliyordu. Gözlerim tekrar yerdeki adama kaydığında ne yapacağımı bilmiyordum. Yavaşça ayağa kalmaya başladığını ve bana doğru sendelediğini gördüğümde düşünmeden kalabalığın içinden birini tutup sertçe yere doğru itmiştim. Açılan aradan insanları iterek hızlıca kaçmaya başladığımda kalp atışlarım tüm vücudumu sarmıştı. Yakamdan tutulup geri sürüklenmeye başlamıştım. İçimdeki korku büyüyüp düşünme hızımı artırmıştı. Boynuma bağladığım ipleri çözüp üstümdeki pelerinden kurtulduğumda vakit kaybetmeden kalabalığın içinde ne kadar hızlı koşabilirsem koşmaya başladım. İnsanların arasından zorlanarak geçerken kolumu saran parmakları hissettiğimde hızla sahibine döndüm. Dönerken elim hazırdaydı ve kim olduğuna bakmadan ona vurdum. Kim olduğunu fark ettiğimde gözlerim büyüdü. Dişlerini sıktı ve eliyle çenesini ovdu. Sabırla nefes aldı ve konuşmaya başladı. Öfkesi yüzüme sarılmıştı ve karşısında dik durmaya çalışıyordum.
"Sana beklemeni söyledim, başıma bela açtın," dediğinde şaşkınca ona bakıyordum. Bir anda yüksek bir ses kulaklarımı doldurmaya başladı. Herkes bir anda dağılmaya başladığında keskin bir şekilde nefesini dışarı bırakmıştı. Beni hızlıca sürüklemeye başladığında ne olduğunu anlayamıyordum. Herkes telaşla bu saçma yeri terk ediyordu. Nefeslerim düzensiz ancak son derece hızlıydı. Geldiğim asansörün önünde kimsenin olmaması kaşlarımın havalanmasına neden olmuştu. Düğmeye basıp kolumu tutmayı bıraktığında gözleri etrafı izliyordu.
"Neden burada kimse yok?" Sorumla birlikte bana dönen gözleri kızgındı. Sanki derinlerde yanan bir ateş vardı.
"Burası onların çıkışı değil."
"Burası ne böyle i-" lafımı kesip öfke dolu sesiyle konuşmaya başlamıştı. Daha doğru bir ifadeyle bana sabredemediğini belli edercesine kükrüyordu.
"Tanrı aşkına? Buraya daha önce gelmediysen bile gelmeden önce nasıl bir yer olduğunu öğrenmek aklına gelmedi mi? Nesin sen? Aptal mısın yoksa kötülük sana hiç uğramadı mı? Aklın yok mu senin? Burası bir bok çukuru, gördüğün üzere, her şey açık açık yapılır."
Kaşlarım havalanırken içimde oluşan tuhaf hisse engel olamadım. Kötü hissediyordum. Asansörün kapısı açıldığında beni sertçe içine itmişti.
"Git ve bir daha gelme."
Yüzü sinirle kasılmış, kaşları iyice çatılmıştı. Kapı kapanırken son kez gördüğüm koyu gözleri bana aptal dercesine bakıyordu.
Tuşa basıp demirden tutunmaya başladığımda gözlerim yanmaya başlamıştı. Derinliklerime kadar aptal ve işe yaramaz hissediyordum. Asansör sonunda durduğunda yüzümdeki maskeyi çıkarmış ayağımı koridora basmıştım. İyice kararan koridorun sonunda yanan sarı, cılız ışıklar titriyordu. Henüz birkaç adım atmıştım ki bileğimi saran parmaklarla olduğum yerde durdum. Bedenim buz kesilirken içimde keskin, sancılı bir yangın başlamıştı. Bileğimi saran parmakların sahibine doğru döndüğümde yutkundum. Anlına dökülen saçları gözlerine iyice gölge düşürmüştü ve titrek ışığın ulaşabildiği yüz hatları yüzünü tamamen görmeme engel oluyordu. Kalbimin ritmi artmaya başladığımda nefes alışverişlerim düzensizleşmişti. Bir adım daha atıp tamamen dibimde dikilmeye başladığında bileğimi bırakmamıştı. İçimden gelen titremeye engel olamazken vücudundan yayılan sıcaklığı hissetmek beni ürkütmüştü. Kokusu ciğerlerime dolduğunda nefesimi tutmuştum. Bileğimi, zayıf bir çabayla elinden kurtarmaya çalışsam da işe yaramamıştı. Diğer eli havalanıp yüzüme düşen saçlarıma uzandığında, deli gibi atan kalbim tüm bedenimi esir almaya başlamıştı. İçimde birbirine direnen iki his vardı. Korku ve cesaret. Bir yanım fazlasıyla korkuyorken diğer bir yanım ise fazlasıyla cesaretliydi. Yüzümdeki saçları sırtıma doğru atıp boynumu açığa çıkardığında vücudumda gezen ürpertinin ayak izlerini hissedebiliyordum. Göz kapaklarım kaç kere devrildi, bilmiyordum. Eli kolumdan aşağı süzülürken gözlerinden gözlerimi alamıyordum. Karanlıkta seçilmeyen gözleri bir çift kuyuyu andırıyordu. Düşecek gibi hissediyordum. Kulağıma doğru eğildiğinde boynumda hissettiğim nefesi ensemdeki tüylerin dikilmesine neden olmuş, tüm bedenimi saran bir sıcaklığa neden olmuştu. Yutkunmaya çalışırken kıpırdayamıyordum.
"Aden." Dudakları belli belirsiz tenime değdiğinde sesi bir kez daha ürpermeme neden olmuştu. Tok ve kalın sesi kulaklarımda yankılanmaya başlamış, hiç bilmediğim hisler tüm hücrelerimi ele geçirmişti. Öylece dikiliyor, gözüm ondan başka hiçbir şeyi göremiyor, zihnim onu takip etmekten başka bir işe yaramıyordu.
Bir anda tuttuğu elimi bırakıp görüş alanımdan çıktığında ne olduğunu bilmez halde dikilmeye devam ettim. Sonunda adımlarının çıkardığı sese doğru kafamı çevirdiğimde gittiğini idrak edebilmiştim. Hızlı ve uzun adımlar atarken hareket edip arkasından gitmeyi akıl edebilmiştim ancak şimdiden görüş alanımdan çıkmıştı. Kalabalık alana vardığımda umutsuzca gözlerim etrafı arıyordu. Ona dair hiçbir şey göremezken kalabalığın içine dalıp geçtiğim her yerde onu görmeye çalıştım. Gördüğümde tanıyamayacağımı düşünmeme rağmen gözlerim buradan çıkana dek onu arıyordu. Sonunda dışarıya çıkıp serin rüzgarla karşılaştığımda bir süre öylece dikildim. Elim nefesinin değdiği tenime giderken yutkundum. Bedenimden gitmek bilmeyen ve beni esir alan ürperti durulan dalgalar gibi sakin sakin vücuduma yayılmaya devam ediyordu. Yürümeye çalışırken derin bir nefes almaya çalıştım. Ne olduğunu baştan sona düşünmeyi başardığımda dişlerim birbirine kenetlenmiş kaşlarım çatılmıştı. Kollarımı kendime sarıp hızlı hızlı yürümeye başladığımda dudaklarından dökülen ismim hala kulaklarımda yankılanıyordu. Kendime kızmaya başlarken neden orada öylece durup buna izin verdiğime dair tek bir neden bulamıyordum.
"Aptal," derken dudağımın kenarı istemsizce kıvrılmıştı.
Yoldan geçen taksiyi durduğumda üşümeye başlamıştım. Yolcu koltuğuna yerleşip evin adresini söylediğimde telefonumu cebimden çıkarmıştım. Kenan amcayı aradığımda sertçe yutkundum. Çok geçmeden açtığında sesi kulaklarıma dolmuştu.
"Verdin mi?"
"Evet."
"İyisin değil mi?"
"İyiyim, bir şey sorabilir miyim?"
"Sor kızım."
"Buraya daha önce gelmiş miydin?"
"Evet, biraz tuhaf bir yer, bir şey mi oldu?"
"Hayır, tuhaftı sadece. Sorun yok, haber vermek için aramıştım şimdi kapatıyorum.
"İyi geceler kızım."
"İyi geceler."
Daha önce bu kadar tuhaf bir yere gelmemiştik. Orada olan hiçbir şeyi düşünmemeye çalışarak sert bir nefes çektim içime. Sesi aklımdan çıkmıyor sinirlerimin bozulmasına neden oluyordu. İçimi kemiren tuhaf bir his vardı. Dirseklerimi dizlerimin üstüne yaslayıp başımı ellerimin arasına aldığımda saçlarımı çekiştirmiştim. Gözlerimi kapattığımda bana doğru eğilen silueti zihnime düşmüştü. Aniden doğrularak camdan dışarıyı izlemeye başladığımda kulaklıklarımı kulağıma takmış müzik dinlemeye başlamıştım. Şehrin içinde süzülürken kıvrılan dudaklarımı henüz fark etmiştim. Kaşlarımı çatıp sırıtışımı yüzümden sildim, dışarıyı izlemeye devam ettim. Belki de bir daha aracı olmamalıydım, hayatımı en başından şekillendirmek istiyorsam eğer, geride bıraktığım hayatımdan izler taşımamalıydı. Her şeyi geride bırakıp kendime ve istediğim ya da isteyebileceğim şeyler üzerine odaklanmalıydım. Tek başıma yaşayacağım yeni evi, yeni okulumu, tanışacağım insanları ve yeniden yapabileceğim birçok şeyi düşünmeye çalıştım. Evimi istediğim gibi şekle sokabilirdim. İstediğim an kıvrılıp kitapların arasına dalacağım bir alan güzel olabilirdi. Az sayıda normal insanlarla tanışıp boşa zaman harcayabilirdim. Resim çizmeye, derslere ya da yeni bir şeyler öğrenmek için kafamı yorabilirdim. Sıradan bir hayat inşa edebilirdim. Gerçekten acılarımı geride tutabilir miydim? Tüm olanları görmezden gelip şiddetlerini azaltabilir miydim? Bilmiyordum. Deneyecektim, her zaman denemeye değerdi. Unutamayacağımı biliyordum ancak daha az hatırlamalıydım, bunun için farklı ve yeni şeylere ihtiyacım vardı.
Taksi sonunda durduğunda eve geldiğimizi anlamıştım. Eve doğru yürümeye başladığımda yorgun ve uykulu hissediyordum. Eve girdiğimde kimseyi görmeden odama gidebilmeyi umuyordum. Sessiz adımlarla odamın önüne vardığımda tuttuğumu bilmediğim nefesimi dışarı bıraktım. Zaferle gülümserken içeriye girip çantamı yere bıraktım ve uyuşukça kendimi yatağa bıraktım. Yumuşak yorgana sürtünerek gerilirken gözlerimi açmak istemiyordum. Zorlama bir çabayla doğrulup üzerimdekilerden kurtuldum ve yatağın üstüne bıraktığım pijamaları giyindim, deliksiz ve rahat bir uyku çekip yarınımı dolu ve güzel geçirmek istiyordum. Yavaş yavaş uykunun kollarına düşerken tedirgindim ancak yine de kendimi bıraktım.

*
Gözlerim yavaşça aralandı, puslu görüşümü düzeltmek için gözlerimi defalarca kırptım. Beyaz tavan netleştiğinde katı bedenimi geriyordum. Hızlıca hazırlanıp aşağı indiğimde Talha ile karşılaşmıştık. Birlikte dışarı çıktığımızda arabaya doğru ilerlerdi ve bana izlemeye başladı.

UÇSUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin