Bedenini bar sandalyesine sabitledi. Kollarını tezgaha yasladı. Dar merdivenlerden inerek ulaştığı barın kapısı üç dakika aralıklarla gıcırdayarak açılıyordu. Dışarıda saat üçü çeyrek geçse bile içerisi derinlemesine karanlıktı. Birkaç santim aralıklarla monte edilmiş, tavandan sarkan ampullerin yaydığı belli belirsiz sarı ışık ortamı loş hale getiriyordu. Havada yayılan toz taneleri çıplak gözle rahatça seçilebiliyordu.
"Bira alabilir miyim ?" diye seslendi önünde bardakları temizleyen siyah uzun sakallı adama.
Adam elindeki bezi omuzuna attı, bileklerine kadar ulaşan dövmeleri sonucu teninin rengi seçilemez haldeydi. "Kaç yaşındasın sen kız çocuğu, on iki mi ?" diye cevapladı tok sesiyle.
"On dokuz." Derin bir nefes aldı. "Yakın zamanda verecek misin, yoluma mı gideyim ?"
Tezgahı temizlemeye kaldığı yerden devam eden adam ona bakmadan sağ elini kaldırarak 'görüşürüz' anlamında salladı. Neredeyse her parmağına bir yüzük takmıştı.
Oturduğu yerden kalkıp ceketini üzerine geçirdi genç kadın. Votka kokusunun hakim olduğu barın merdivenlerini tırmanıp gıcırdayan kapıyı açmasıyla güneş ışığı gözlerine hücum etti. Başı öne eğik, arnavut kaldırımlarında mekik dokumaya başladı. Sokak köşelerinde, kahvelerin önünde tavla oynayan yaşlı adamların, sırtlarını boyası atmış binalara yaslamış tinercilerin ve elleri açık pusuda bekleyen dilencilerin önünden geçti.
Ah be diye geçirdi içinden. Orhan Veli'nin her bir ezgisine aşık olduğu İstanbul, bir ben duyamadım seni. Kafasını kaldırdı, Kule'nin dibine kadar gelmişti. Sandalyelerini sıralamış kafeye oturmaya kadar kıldı.
Cebinden ikiye katlanmış boş bir kağıt çıkardı. Kaleminin kapağını ağzıyla açtı, mürekkebi kağıda yaklaştırdı, dakikalarca temas ettiremeden bekledi. Zihninde dans eden kelimeler kalemin ucuna yaklaşana kadar tüm bütünlüğünü kaybediveriyordu.
Soğuk çayını yudumladı, kalemin kapağını kapattı. Etrafı gözlemlemeye başladı. Sağ çaprazında birkaç kişilik arkadaş grubu oturuyor, içlerinden birkaçı sigara dumanlarını havaya üflüyordu. Sol tarafında üç orta yaşlı kadın - ikisi büyük kahverengi güneş gözlüğü takıyordu- çaylarını derin bir sohbet eşliğinde yudumluyordu.
Cebinden bir onluk çıkarıp masaya bıraktı, ayaklandı. Yürümeye devam etti, üç dört adım attı ki dibinden yürüdüğü binadan gelen sesle duraksadı. Piyano ezgisine aşinaydı, ismi neredeyse dilinin ucundaydı ama bir türlü ismini söyleyemiyordu. Gözlerini kapattı, anımsamaya çalıştı, başaramadı. Başını kaldırdı. Galata Performans Sanatları Merkezi
Kapıyı itti, düşünmeden ilerledi. Boş, aydınlık hole ulaştı, ilerledikçe ses artıyordu. Perdeyi aşıp geniş salona ulaştı. Bir önceki geceden kalma dekorların olduğu sahneye odaklandı. Basamakları birer birer aşıp ilerledi. Sahnenin kenarında, eski bir duvar piyanosunda parmaklarıyla adeta vals yapan kadına odaklandı.
Sahnenin önünden dördüncü sıradaki koltuğa oturdu. Cebindeki kağıdı çıkardı. Kalem kağıt ile buluştuğunda genç kadının bileğine ağrı saplansa da durmak bilmedi.
Melodi kesildi.
"Gösteri saat sekizde."
Kalemini kapattı. "Şiirime başlık bulmam gerekiyor."
"Efendim ?" diye seslendi kadın. "Burada olmamalısın." Sahneden seslenirken tüm salonda yankılandı.
Genç kadın yerinden kalktı. En ön sıraya ilerleyip oturdu. "Parçanın adını bir türlü anımsayamıyorum." dedi. "Şiirime başlık bulmam gerekiyor o manadaydı."
"Mavi kuş ile küçük kız"
Gözlerini kamaştırdı. "Biliyordum." dedi.
"Seçmeler için mi buradasın ?"
"Tam olarak ne seçildiğine göre değişir." dedi. Sahneden anlamsız bir bakış ile dönüt aldığında devam etti. "Yok ya, şairim ben."
"Hiçbir şairin kendine öyle dediğini zannetmiyorum." Çarpık bir gülümseme ile. "Hem yirmi yaş kadar genç değil misin bunun için."
"Bugün herkes yaşıma takmış durumda." Göz devirdi. "Onu geçtim, Turgut Uyar ilk şiirini ilkokulda yazmış." devam etti. "Ve on yediyim evet yakaladın beni."
Güldü. "İki ismin de var mı bari ?" yerinden kalkıp sahnenin ucuna ilerledi, ayaklarını boşluğa sarkıtıp oturdu. "Şair olmanın ilk kuralı falandır bu herhalde."
"Tüh ya." dedi. "Turgut Uyar örneğini boşa harcadım, burada kullanabilirdim onu." devam etti. "Ve evet, Sanrı Ece Kocatürk."
"Sanrı.." dudaklarını birleştirdi. "İlginçmiş."
Güldü. "Tabii." gözlerini kıstı. "Ben çıplak olduğuma göre burası senin de soyunmak gereken kısım."
Kız kaşlarını birleştirdi. "Ha.." dedi. "Yaren." duraksadı. "Yaren Aydın."
" Hiç şair olma ihtimalin yok desene."
"Biraz."
Sanrı ayaklandı. "Girmemem gereken her yere girmeye bayılıyorum." dedi. "Çok güzel bir parçaydı, teşekkür ederim. Büyük bir ilham kaynağı oldu benim için."
"Sanat sanat içindir." diye yanıtladı. "Boş vaktin olursa gösteriye gelebilirsin, her pazartesi saat sekizde."
"Tam olarak ne gösteriyorsunuz ?" dedi. "Yani tiyatro gibi bir şey mi ?"
"Müzikal." dedi Yaren. "Gibi bir şeyler. Şiiri duymak isterim ama."
"Teşekkür ederim, tamamlanması gereken birkaç nokta var." dedi. "Teşekkür ederim." diye yineledi. Arkasını dönüp geldiği noktadan çıkışa ilerledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Galatada (girlxgirl)
General Fiction-2017 - Yeni edindiği, siyah deri kapaklı defterin ilk sayfasını usulca açtı. Hayatının o gününe kadar bilincinin yönlendirdiği kurşun kalemi bu defa yüreği esir aldı.Kıvrak hareketleri ile sayfada dans etmeye başladı. Orta parmağı kale...