*Gördün mü bak düşen yıldızları? Her biri yaralıyor hayatımızı.*
-- hatırlatma--
''Bu Nina'nın en sevdiği oyundu'' düşündü Alya. Sinirlerinin iyice köpürdüğünü hissetmeye başlamıştı. Marcus'un aşırı neşeli şarkı söyleyen sesi kulaklarını tırmalıyordu. Kulaklarını kapattıkça Marcus'un sesi yükseliyordu. Parmaklarına düşen ıslaklığı hissettiğinde ellerini kulaklarından çekip ellerine baktı. Kar yağıyordu. Başını bulutlara çevirdi. Kar yağarken çocuklar heyecanla bağırmaya başlamışlardı.
Alya gözlerini Marcus'a dikmişti.
''Parmakların dansı, gökyüzünü kaplayan bulutlar, şimdi dans ederken parmaklarım, yağarken yağmurlar ve karlar, seçeceğim şanslı kişi başla şarkıya, sende katıl oyuna'' deyip kendi etrafında dönüyordu Marcus. Dilini dışarı çıkarıp kar tanelerini yakalamaya çalışırken Alya ayağa kalktı. Düşecek gibi oldu birden yere baktı onu düşürmeye çalışan şeyin taş olduğunu düşündü.
Marcus o an Alya'ı fark etti. Alya yerden büyük taşı alırken Marcus yanına geldi. ''Sende katıl oyuna, bu parmakların dansı.'' derken gülümseyip elini uzattı Marcus. Kulaklarındaki uğultu ile görüş alanı bulanıklaştı Alya'nın sinirlerini geren gülümsemeye dayanamadı ve elindeki taşın uçtuğunu hissetti.
Yağan beyaz kar örtüsü üzerine serildi Marcus. Başından akan kanlar parlak kar üzerinde toprağa sızmaya başladı. Alya görüş alanını netleştirdiğinde Marcus'a baktı. Nina'nın soğuk cansız bedenini hatırladı.
''Ben yapmadım.'' diye bağırmaya başladı. Bahçedeki çocuklar olayın şokuyla donup kalmışları. Kimileri bağırıyor kimileri Marcus'un başına toplanmıştı.
Alya titremeye başlamıştı. Bunu kesinlikle soğuktan olmadığını düşündü. 'Taş yaptı' diye düşündü gözyaşları akarken. Kalbi deli gibi atıyordu. Nefes alışları düzensizleşti. Başının döndüğünü fark etti. Kalbi midesinde atıyor ve kusacak gibi hissediyordu. Ayakları geri geri adım atarken ayaklarının hızlandığını fark etti. Okulun giriş kapısının tersi yönünde koşmaya başladı.
Nereye gittiğini bilmeden.
--
20 KASIM 2014 - ULLEVAAL HASTANESİ / OSLO - NORVEÇ
Andreas resmi verdiği günden beri yanıma yaklaşmamıştı. Çok değil aradan bir gün geçmişti zaten. Kafamı penceremden uzattım. Kar yağıyordu. Birden başım dönmeye başladı ve ellerim titriyordu. Buna anlam veremedim. Uyandığımdan beri tek yaptığım şey yatağımda uzanmaktı. Tansiyonum düşmüş olmalıydı. Elimi hemşire çağırma butonuna uzatıyordum ki masadaki eşyalarımı devirdim. Ne oluyordu böyle?
Başıma bir şey saplanıyor gibi keskin bir acı girdi. Elimi başıma götürüp gözlerimi kapattım. Birden bulanık görüntüler görmeye başladım. Gözlerimi geri açıp başımı sağa sola salladım.
''Nerde bu lanet insanlar?''
Kimse sesleri duymamış mıydı?
Bir acı daha saplanmıştı. Gözlerimi kapattığım an ile açmam bir olmuştu.
Bu gördüğüm... Anlamlandıramıyordum. Yerde kanlar içinde yatan küçük bir çocuk görmüştüm. Bu da nesiydi?
Dehşet verici yanı ise yüzünün tanıdık gelmesiydi. Bir acı daha saplanınca gözlerimi açık tutmaya çalıştım.
''Ahh!'' diye bağırdım var gücümle. Biraz daha güçlü bağırabilsem acıyı içimden atabileceğimi düşünüyordum.
Yatağımda bir ağırlık hissedince başımı o yöne çevirdim. Marcus.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanal Gerçeklik
Teen FictionHis, insan vücudunun fizyolojik gereksinimidir. Aksini iddia eden insan değildir. Hissizlik ise ölüme sürüklenme sürecidir. Aynı açlık gibi. Hayatınızdan birkaç his kaybederseniz o zaman eksiltili yanınız kendini size hissetirecektir. -- Norveç'te k...