Küçük Mezarlıklar

18 5 0
                                    

#ölmüş çiçeklerin son çığlıklarını duydum#

20 KASIM 2014 - ULLEVAAL HASTANESİ / OSLO - NORVEÇ
"Buyurun?" dedi sarışın hemşire.
"Acaba, ben 'koridordaki telefonu kullanabilir miyim?'diye soracaktım, ailemle görüşmek için."
"İsmin neydi?"
"Marcus.." soyadını söyleyecekken hemşire konuştu "Hah işte. Hmm, evet kullanabilirsin." dedi telefonu göstererek gülümsedi. Eline kartı verip hemşire odasına geri döndü. Koridordaki telefonlar öyle kulübe telefonları gibi değildi. Yine kart ile kullanılıyordu evet ama onlar küçük bir kulübe içinde değil yüksek raflar üzerinde duruyorlardı. Marcus gülümserken ne zaman yanıma geldiğini fark etmemiştim, gözlerim telefona takılı kalmıştı.
"Hadi, gelsene" dediğinde telefona doğru ilerledik. Elinde tuttuğu karta baktım çok gerçekçiydi.
Telefona kartı yerleştirdi ve birkaç tuşa bastıktan sonra bana bakarken beklemeye başladı. Ben de onu inceliyordum. Dalgalı saçları onu hiç hasta gibi göstermiyordu, gayet düzenli ve temizdi. Yeşil gözlerindeki bakışları adeta 'ben her şeyin farkında biriyim' der gibi bakıyordu. Deli gibi değil. Onun buraya ait olmasının tek mantığı benim zihnimde oluşmuş olmasıydı. Çünkü, dışarıdan bakıldığı sürece onun buraya ait olmadığını anlayabilirdiniz.
"Anne.." konuşmaya başladığı sırada beynimden geçenler dur durak bilmiyordu. Annesi de mi vardı?
Yirmi dakika kadar süren konuşmasını bitirmeye çalışıyordu. Sıkılmış gibi telefon kablosunh parmağına dolayıp çözüyordu. Aniden bana döndü dümdüz bakıyordu, ben de ona öyle bakıyordum.
"Alya" ses çıkan tarafa döndüğümde Andreas'ı gördüm.
"Hey" deyip sol elimi havaya kaldırdım. Çok saçma bir selam şekli olmuştu. O da kaşlarını kaldırıp "Hey" diye aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdi. Odama gelişinden beri ilk kez karşılaşmıştık. Mesafeli gibi görünüyordu.
"Ee nasılsın?" dedim ayakta dikilirken Marcus'un sesinin kesildiğini hissettim. Büyük ihtimalle bizi izliyordu. Onları tanıştırma vakti gelmişti.
"İyiyim. Sen ve senin arkadaşın nasıl?" dediğinde " Ben de iyiyim. Aslında bunh Marcus'a sorsak iyi ol-'' arkamı dönerken sözüm yarıda kaldı. Marcus yoktu. Telefon açık bir şekilde durmuş meşgul melodisi ötüyordu. Kart ise hala üzerindeydi. Şaşkınlığımın etkisiyle hareket edemiyordum.
"Bir şey mi oldu?" dedi Andreas.
"Sanırım." diye fısıldarken ellerim titreye titreye karta gitmişti. Ahizeyi telefonun üzerine kapayıp Andreas'a döndüm.
"Gidiyorum." dedim odama hızlı adımlarla ilerlerken.
"Nereye?" peşime takılıp benimle gelmişti. Ayaklarını adımlarıma uydurmaya çalışırken az kalsın takılıp düşüyordu. Arkamı dönüp kolundan yakaladım.
"İyi misin?"
"İyiyim de nereye gidiyorsun? Tedavinin bittiğini sanmıyorum."
"Bitmedi zaten. Annem izin almış doktordan.Eve dönüyorum bir iki günlüğüne." dediğimde suratında kocaman bir sırıtma oluştu.
"Çok sevindim. Sen de çok sevinmişsindir. Eminim çok iyi gelecek. Her şey ama her şey bu hastane koridorlarından daha sağlıklı." dedi sonlara doğru titreyen sesiyle.
"Pek sevinmedim."
Odamın önüne geldiğimizde buraya gelmesinin yasak olduğunu düşünüp duruyordum.
"Aslında bunu burada konuşmasak daha iyi. Hemşireler sana kızabilir. Bu koridor kadınlar için." dedim tabelayı göstererek o da biliyordu ama pek umursamıyordu.
"Seni ortak salonda bekleyeceğim?"
"Tamam. Sen git geliyorum."
Koridorda salona doğru ilerlediğini görüp emin olunca odama girdim. Kapıyı kapar kapamaz sırtımı yasladım. Ayaklarım artık beni taşımıyor gibi yere çömeldim. Deliriyordum. Her geçen gün daha fazla.
Marcus orada değil miydi? Ya hemşire? Ona kartı vermemiş miydi? Nasıl oluyordu? Bir anda ortadan kayboldu ama telefon açıktı ve kart üzerindeydi. Az önceki tüm o şeyleri ben mi yapmıştım yani. İnanamayarak ellerime baktım. Etrafta kimsenin fark edemediği sadece benimle konuşan bir çocuktan başka daha korkunç olan şey ise az önce benim yaptıklarımdı. Bacaklarım hala titrerken Andreas'ın yanında soğukkanlılığımı koruduğum için sevinmiştim. Kapının önünde çömelmiş halde bekledim. Birkaç dakika, birkaç dakika ve birkaç dakika daha bekledim. Yerden kalkarken zamanın ne kadar geçtiğini düşünemedim. Andreas acaba hala bekliyor muydu? Kapıyı açıp odamdan çıktım. Herkes odalarına dağılıyor gibiydi. Ortak salona ulaştığımda büyük koltuklardan birinde Andreas'ın uyukladığını fark ettim. Sarı saçlarının bir kaç tutamı yavaş yavaş aldığı nefesi ile yukarıya üfleyip ağzına iniyordu. Burdan bakınca şirin ve komik görünüyordu. Onu öyle beklettiğim için pişmanlık duymadım. Çünkü bekleyip bekleyip gider diye düşündüm o ise burada oturmuş. Benim gibi bir delinin sözüne kanmamalıydı.
"Hey" deyip işaret parmağımın ucuyla omzundan dürtükledim. Acımış olmalı ki suratını buruşturarak koltukta doğruldu. Gözlerini açtığında beni görünce kendini toparladı.
"Bir an gelmeyeceksin sandım." dedi esnerken. Eh, doğru düşünmüşsün gelmeyecektim.
"Gelmeyecektim de canım sıkıldı diye geldim."
"Ne demek gelmeyecektim ama bana bekle dedin?"
"Her denileni yapar mısın?" dediğimde cümlelerimde hafif acımasızlık sezdim.
"Peki bir dahakine yapmam." dedi küçük bir çocuk edasıyla. Suratı gerçekten şirin görünüyordu. Şirin şeyler herkesi etkiler miydi bilmem ama beni pek etkilemediği kesindi. Şirinlik bana saf ölümü hatırlatıyordu. Ne zaman şirin bir şey görsem onu öldürebileceğim gücü kendimde buluyordum. Bu hisler psikopatça gelebilirdi kulağa ama küçük bir tavşan ya da fare bana gücümü hatırlatırdı. Hayatının ellerinin benim ellerimde olduğunu düşündürürdü. Birinin canına hükmetme isteği elimde olmadan gelişen bir histi. Tüm bu hisler bir kenara bu klinik gerçekten işe yaramıyordu. Düşündüklerimden, hissetiklerimden hiçbir şey eksiltememişlerdi.
"Annem beni kliniğe yatırdığından beri ilk kez görmeye geliyor." dediğimde ona baktım. Ne düşündüğünü suratından anlayamıyordum.
"Altı senedir buradayım."
"Ne?" diye bağırdı salonda. "Altı sene sonra ilk kez mi?" diye sorarken inanamıyor gibi bakıyordu. "Ama neden?"
"Baştan anlatmak isterdim ama kısa kesecem." sesimdeki duygusuzluk içimde bulunan birkaç şeyi hareketlendirmişti. Anılarımı, annemin hayatımı karartan o günkü bana karşı davranışları. Pişman mıydı acaba?
"Ben 8 yaşımdayken bir olay geçirmişim ama hatırlamıyorum. Psikiyatrist klinikte yatmamı önermiş fakat babam istememiş. 2 sene ardından annem ise tam tersini düşündüğünü göstererek beni kliniğe yatırdı."
"Baban nasıl ikna oldu?"
"Olmadı. O ay babam trafik kazasında öldü." sesimdeki pürüz kendini hissettirince Andreas'ın gözleri yaşlanmış gibi parlıyordu.
"Babam ölünce annem hıncını benden çıkardı. Olan her şey ile beni suçladı. Altı yıldır ne ile suçladığından bihaberim. Babamın mezarını sadece o gün gördüm. Aslında Norveç'e döneceğimizi bile düşünmemiştim."
"Mezarı burada mı?" diye sorunca kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Türkiye'de. İstanbul'da. Belki annem ziyaretine gidiyordur. Onlar birbirini çok severlerdi." elimde olmayarak sesimle paralel ellerim de titriyordu.
"Bu konuyu kapatalım istersen." dedi gözlerini salonun en büyük penceresine dikerken.
İçimden annemi suçlamak ona isyan etmek bile geçmiyordu. Koca bir boşluk beni hiçliğe sürüklüyordu. Ne hissettiğimi ben bile kestiremiyordum.
"Bazen düşünüyorum Andreas. Ben bir anne olsam çocuğumu altı yıl benden ayrı bırakıp gider miydim diye. Ama içimde cevap bulamıyorum bu soruya. Sanırım bunu bende yapabilecek bir kapasite var. O yüzden annemi suçlamıyorum. Benimde içimde acımasız bir yönüm var. Belki de annem bundan korktuğu için beni terk etti."
"Bunlar sadece senin düşüncelerin."
Beni teselli etmeye çalışmak istediği belliydi. Bunu yapamazdı. Benim için çok geç olduğunu biliyordu.
"Neden odanda uyumuyorsun uykun varsa?" diye sordum.
"Canım istemiyor." Dudaklarını ısırırken yine bana döndü. "Bir şey sorsam kızar mısın?"
"Soracağın şeye bağlı." dedim. Aslında kızacağımı düşünmüyordum. Beni kızdıran bir şey soracak gibi durmuyordu.
"Marcus ile ilgili." dediğinde suratımda yine dehşet içeren o ifade oluşmuş olmalıydı. Çünkü bakışlarını suratıma sabitledi.
"Yani o, o gerçekten-''
"Gerçekten ne?" diye bağırdım. Kekelemesi canımı sıkmıştı.
"İşte o gerçekten var mı? Var olduğunu mu düşünüyorsun?"
Sanki bir an farklı bir boyuttan gelmiş yaratık üzerinden sohbet ediyormuşuz hissine kapılmıştım.
"Onu görmedin mi?" dedim sakince.
"Odana girdiğimde hiçkimse yoktu. Ben o gün için özür dilerim. Bir an korktum. Yani-'' ne diyeceğini bilemiyor gibi elini ensesine götürdü. Bir şizofreni ile ilk kez karşılaşmıyor olabilirdi ama bir şizofreniyi sanrı görürken görmek ilk kez karşı karşıya kaldığı bir durum gibi duruyordu.
"Onu hep görmüyorum. Her an yanımda değil. Ve ben bilemiyorum. Onun gerçek olmasını isterdim. Nedenini bilmiyorum sadece bana samimi hissettiriyor belki de kendi zihnimin unsuru olduğundan öyle hissediyorum." hissettiklerim dile dökülünce ne kadar aciz ve zavallı olduğumu hissettim. Elini omzuma koydu.
"Senin için endişeleniyorum Alya. Tedaviyi kabul etmelisin. Bunu böyle ne kadar ilerletebilirsin?"
Ne kabul etmesinden bahsediyordu? Kabul etmeseydim burda mı olurdum? Hoş, annem kabul edip etmediğimi pek önemsememişti aslında.
"Ordan bakınca kabul edilmiş gibi görünmüyor mu?" dedim hastaneyi ellerimle göstererek.
"Demek istediğim o değil." Parmağını şakağıma dokundurup devam etti. "Tam burada tedaviyi kabul etmelisin. İzin vermelisin. Sen doktorlardan zihnini, düşüncelerini korursan ulaşmalarına izin vermezsen tedaviyi güçleştirirsin." dedi.
"Bunu ben de biliyorum ama bazı şeylerin bana saklı kalması gerekiyor. Hem bir çoğunu hatırlamıyorum bile. En büyüğü de buraya gelmeme etken olan olayı hatırlamıyorum."
"Sen de TSSB mi oluşmuş acaba?" dediğinde boş boş suratına baktım.
"Yani Travma Sonrası Stres Bozukluğu. Seni üzen çok kötü bir olay mı yaşadın bazı şeyleri hatırlamana engel olacak?"
Nina.
"Olabilir." dediğimde saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Bak yine saklıyorsun."
"Saklamıyorum." diyr tepki gösterdim geri çekilip.
"Eh, o zaman başını eğip gözlerini kaçırmazdın." dediğinde ona daha çok sinirlendim. Onu ne ilgilendirirdi?
"Çok fazla şey öğrendin bence bu kadarlık yeter. Gidip dinlenmem lazım. Yarın büyük gün." dedim sesim heyecandan uzak.
"Peki."dedi ve ben ayağa kalkınca oturduğum yere bacaklarına uzatıp ellerini boynunun arkasına attı.
"Burda mı yatacaksın?" koltuğu işaret ederek.
"Belki." dediğinde göz kapaklarını kapatmıştı bile. Sessiz adımlarla salondan çıktım. Kadınların odasının bulunduğu koridorun girişinde Marcus'u  görmemle içimi yine bir tedirginlik kaplamıştı. Ne zaman annemi düşünsem burda oluyordu. Gerçekten TSSB ile alakalı bir şey miydi?
"Telefonu kapatamadım aceleden ya." dedi başını kaşırken.
"B-ben kapadım yerine."
Aslında sen orda bile değildin.
"Eşyalarım hazır ve iznimde. Yarın seninleyim tüm gün. Ama sonraki gün kalamayabilirim. Annem beni görmek istiyor."
"Annen seni buraya görmeye gelmiyor mu zaten?" diye sordum korkarak.
"Şey, hayır. Aslında en son 16 yıl önce gördü beni."
Söyledikleri ile aldığım nefesim beni boğuyor gibi hissetmiştim. Nasıl yani annesi onu doğduğundan beri mi görmemişti? Bir an kahkahası kulaklarıma ulaşınca gözlerim şaşkınlıktan kocaman olmuş halde ona döndüm.
"Şaka yapıyorum Alya. Neden böyle aşırı tepkiler veriyorsun?" derken ellerimi tuttu. Şuan bağırıp Andreas'ı çağırmak istiyordum. Onu gerçekten görüp göremediğini tekrar sorgulatmak istiyordum. Dışarıdan nasıl görünüyor olabilirdim? Boşluğa ellerini uzatmış bir aptal gibi mi?
"Şuan yüz ifaden o kadar korkunç ki Alya. Gelmeme sevinmedin mi?"
Sanki var olmadığını dile getirsem bir anda yok olup fantastik temalı filmlerdeki gibi küle dönüşecek diye endişeleniyordum.
"Sevindim. Yanımda olduğun için teşekkür ederim."
Daha da yaklaşıp kollarını uzattı. Hayır, lütfen, lütfen. Tanrım, bana sarılacaktı!
Sarıldı. Öylece duruyordum. O beni kollarının içine hapsetmişken ellerim iki yanda açık ölü bir bedene aitmiş gibi sallanıyordu.
"Sen de sarılsana." diye fısıldadı. Kollarımı uzatmak istesem de beynim emir vermiyordu. Delirdiğimi hatırlatan hafızam beni daha çok tedirgin ediyordu. Olmayan birine sarılabilir miydim?
"Hadi" dedi tekrar. Kollarımı öne uzattım parmak ucumda yükselerek boynuna sardım. İçimi dolduran huzurla daha çok yaklaştım. Uzun zamandır birinin şefkatini hissetmiyordum. Beyaz ve soğuk duvarlae ile çevrili odamda geceleri sığındığım tek şey yastığım ve battaniyemdi. Bu his o kadar farklıydıki benden ayrılmak istediğinde ben hala sarılıyordum.
"Alya." onu duymazlıktan geldim.
"Alya." dedi yine yavaşça.
"Efendim."
"Hemşire geliyor. Beni burda görürse kızabilir."
"Peki." dedim ondan ayrılıp.
"Yarın büyük gün." gülümseyerek ortak salona ilerledi. O gittikten 3 dakika sonra ayaklarım hareketlendi. Ortak salondaydı ve dışarı çıkmamıştı. Eğer onu orada tekrar görürsem gerçek olma olasılığı artardı. Ya gerçekse ya o gün Andreas onu göremeyecek yerde duruyor olmuşsa. Yorgunluktan acıyan bacaklarımla ilerlerken floresanın ışığı ile dolan odaya yetişmiştim. Eğer onu göremeseydim gerçek değildi. Çünkü, bu odaya girmişti ve çıkmamıştı. Başka çıkış yolu yoktu. Tek çıkış yolu zihnimin yarattığı çıkış yoluydu. Uzun saydam camdan içeriye bakarken mavi gözlerin beni izlediğini hissettim.

3 TEMMUZ 2008 / Perşembe 13:45 /OSLO-NORVEÇ

Sanal GerçeklikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin