-Yamuk yollar ve sarsıntılı hayatlar.-
—21 KASIM 2014 - / OSLO - NORVEÇ
Terden sırılsıklam bir halde uyandım. Nefesim kesilmiş saatlerdir oksijene aç biri gibi havayı soluyordum.
"Kader öc alman için fırsat verir." demişti. Rüyamda olmasına rağmen başıma bastırdığı eller çok gerçekçi gelmişti. Boğazım yanıyordu. Kalkıp aynaya baktığımda boğazımda herhangi bir kızarıklık yoktu.
Her şey rüyaydı. Her şey.
Kendime bakıp duruyordum. Gözlerimin derinine, yansımama.
"Sen ne zaman ve nasıl bu kadar delirebildin?" diye fısıldadım.
Aynaya başımı yaslarken derin bir nefes daha aldım. Terli alnım ayna üzerinde aşağı kayarken gülümsedim. Gülümsemem daha da büyüyünce kahkaha atmaya başladım. Halim gülünçtü. Bir o kadar da üzücü.
Sessizliği bozan kapıya döndüm.
"N'apıyorsun? Hadi kahvaltıya bekliyoruz." dedi annem.
"Geliyorum."
Dışarıdan kim bilir nasıl görünüyordum. Bakışları durumumu ortaya seriyordu. Çekinerek banyoya dönüp musluğu açıp akan suyu suratıma çarptım. Hala arkamda olduğunu bakışlarından hissediyordum. Bir kaç dakika daha suyu suratıma tutarken adımlarının sesinden gittiğini anladım. Musluğu kapayıp havlu ile yüzümü kuruladım. Çamaşır sepetinin kapağına oturup bir kaç dakika daha banyoyu izlemeye karar verdim. Düşünemiyordum. Hareket ederken düşünmemi engelleyen bir şey var gibiydi. Fayansların ve üzerilerindeki desenlerin kusursuz uyumunu izledim. Örüntüyü dakikalarca başa sarıp takip ettim. Ayağa kalktığımda kalın kazağımı üzerime geçirip kiloş eteğimi giydim. Moda katiliydim. Altımda duran yağmurluk botlar. Felaketti.
--
"Annen işe gitti tekrar. Ben de seni bekledim kahvaltı için."
"Anladım." dedim mırıldanırcasına.
Gözleriyle botlarımı süzdü. 'Ne var?' manasında kafamı salladım. Gülümseyerek "Ah, güzel seçim." dedi botları işaret ederek.
Bir kaç dakika daha sessiz kahvaltı ederken yine sessizliği bozan o oldu.
"Ben hastalığın hakkında bi-''
"Hastalığım hakkında senelerce şeyler duydum. Daha fazla irdelemek istemiyorum lütfen."
Anlayışla gülümseyip kafasını salladı.
"Peki, kendinden bahsetsene biraz. Biliyorum hastanede yapacağın pek bir şey yok yine de ilgi ve yönelimlerini sorayım ben."
Suratına boş boş bakarken içimdeki bıkkınlık zihnimin ucuna kadar gelip dolandı. Derin bir nefes aldım. O kadar zorlanıyordum ki birileriyle tanışmaya yeni birilerini tanımaya ya da kendimi tanıtmaya. Her yeni insan demek art arda atılmış düğümleri çözmek demekti. Aldığım nefesi geri verdim. Sadece yüzüne bakıyordum. Ona Andreas ve Marcus'dan bahsetmek isterdim. Bebeğini yeni kaybetmiş eski oda arkadaşımın her gördüğü hastada bebeğini ağlayarak aramasından bahsetmek istedim. Diğer odada her gece kapıyı açıp kapatarak açıp kapatarak sürekli 'Şeytan,Şeytan' diye bağıran 16 yaşındaki kızdan bahsetmek istedim.
"Ben, aslında pek bir şey yok." dedim.
"Yorgun olmalısın." dedi. Anlıyor gibiydi. Acaba o da mı daha önce klinikte yattı? Sormaya çekiniyordum.
"Tüm bu geçirdiklerin ve kaldığın yer seni yoruyor olmalı. Ebru'yu ikna etmeye çalışıyorum, seni klinikten alabilmesi için. Bizim sevgi ve desteğimiz klinikteki tedaviden daha etkili olacaktır."
Gülümsemesi samimiyet içeriyordu.
"Benim için bunu yapmanıza gerek yok."
Gerçekten gerek yoktu. Annemi ikna ettiği için burada kalmamın bir manası olmazdı. Beni sevmeyen biri ile aynı çatıda -hele ki o kişi annem ise- kalmak klinikten beterdi.
"Lütfen elimden geleni yapacağım sadece sen bu isteğimi reddetme."
Dosdoğru yüzüme bakarken cevap vermedim. Verecek bir cevabım mı yoktu ya da gerçekten bıkkınlığım yine zihnimde mi dolaşıyordu bilmiyordum. Çatalı tabağa bırakıp sandalyeyi geri çektim.
Bir anda sandalyenin bir şeye çarptığını hissettim.
"Marcus."
"Bebeğim." dedi ellerini havaya kaldırıp sallarken. Aramızda mesafeler varmışta kendini göstermeye çalışıyormuşçasına sallıyordu kendini.
"Özür dilerim seni görmedim." dediğimde kafama dank eder etmez arkamı döndüm. Üvey babam masanın karşısında kocaman gözlerle ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Açıklama yapacakken "Arkadaşın da mı burda?" dedi.
Beni küçük düşürmemek adına mı yapıyordu?
"Şey, o Marcus." dedim madem bataklığın içindeydim bari debelenmeyeyim.
"Merhabalar efendim. Ben Alya'nın klinikten arkadaşı Marcus." elini kaldırıp tokalaştı. Yanlış mu görüyorum, onlar tokalaşıyor mu?
"Ah, memnun oldum Marcus. Ben de Isak. Alya'nın annesi ile evliyim. Yani Alya'nın üvey-''
"A, tamam yeter!" diye bağırdığımda ikisi de dönüp bana baktı.
"Kesin şu saçmalığı. Görmediğin şeyleri görüyormuş gibi yapmak zorunda değilsin Isak. Bu beni daha az deli yapmaz." Kafamın içinde bir sürü ses dönüyordu. Aynı zamanda oda da dönüyordu. Marcus bana bakarken pis pis sırıtıyordu. Tüm bu sesler yoksa ona mu aitti.
"Kes artık Marcus kes!"
"Ne?" dedi gülümserken.
"Kafamın içinde dolanmayı kes." dediğimde başını yukarı kaldırıp konuştu. "Boşlukta dolanmayı seviyorum." dedi gülerek.
"Alya ben sadece arkadaşınla tanışmak istedim."
"Arkadaşım mı? Görünmez olan mı?"
"Görünmez mi? Ama Alya-''
"Tamam biz odaya çıkıyoruz." Marcus'un bileğinden yakalarken masadan ayrılıp merdivene koşarken onu da sürükledim. Birden hatırlayıp durdum. O zaten benimle hareket etmek zorundaydı, bileğini aniden bırakınca bileğimden yakaladı.
"Güzel kızım, bu kadar isyankar olmayı durdurmalısın çok çirkin oluyorsun."
Parmaklarını saçlarımın arasından geçirirken titriyordum. Rüyam zihnime hücum etmiş, her bir hücrem boğulduğum sahneyi gözümün önüne itiyordu.
"Hayaletinle üvey baban tanışsa ne hoş olurdu."
Kahkahası kulaklarımda değildi. Kafamın içinde.
"Sen, sen.."
Karşı koyamıyordum.
Zihninin içindeki ile karşı karşıyasın ama hep susuyorsun Alya. Biraz kendini dışa vur. Parmakları yavaşça kollarımda kayarken ellerimi bulunca durdu. Uzun olmasına rağmen bir çocuğun ellerini andıran tıknaz elleri ellerimi tuttu."Konuş, zihnini boşalt. Ben bu yüzden dışardayım Alya. Kendini tuttuğun için."
"Sen kimsin ya kimsin?" diye bağırırken onun hala gülen bir suratla karşımda durması ağlamamı tetikliyordu.
"Yıllar önce ki kurbanın. Pardon kazaydı. Yine de kazalar da kurbanlarla doludur."
"Yanlış bir şey söylememişimdir umarım." dediğinde daha sıkı sardığı ellerimin boğumları yanmaya başlamıştı.
"Marcus, ben seni tanımıyorum. Yemin ederim daha önce bu yüzü görmediğime yemin ederim. Ama hafızam, zihnim, tüm benliğim seni hep bana sunuyor. Geçmişimde senden bir parça bile yok yemin ederim."
"Biraz kurcalamana yardımcı olmak için geldim bebeğim."
Sol eli, elimi bırakıp parmaklarını yine kolumda kaydırırken tüylerimi ürpertti.
"B-bunu neden yapıyorsun?"
"Ee herkese nasip olmaz hayaleti ile öpüşmek." dedi gülerken.
Eliyle çenemi okşarken yavaşça sıktı.
O sadece hayaletti. Tanrı'm. O yok. Hiç yok. Ben izin vermediğim sürece var bile olamaz. Ama tam şu anda neden elinden kurtulamıyordum?
"Sana her şeyi tek tek hatırlatacağım."
Yüzüme yaklaşırken nefesini dudaklarıma üfledi. Kafayı yiyordum. Çıldırmamın en üst zirvesini yaşıyordum. Artık psikolojik durumuma cinsel sorunları da katmıştım.
Parmaklarını dudaklarımda gezdirirken "Seni istemiyorum. Zihnini istiyorum."
Dudaklarıma değen dudakları hissedince gözlerimi kapadım. Saliselik kapama sırasında dudaklar yok oldu. Onu yok etmiştim. Onu sildim. Tam da deliliğimin en yüksek boyutunu yaşayacakken buna engel olup onu yok ettim.
![](https://img.wattpad.com/cover/76333549-288-k15047.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanal Gerçeklik
Teen FictionHis, insan vücudunun fizyolojik gereksinimidir. Aksini iddia eden insan değildir. Hissizlik ise ölüme sürüklenme sürecidir. Aynı açlık gibi. Hayatınızdan birkaç his kaybederseniz o zaman eksiltili yanınız kendini size hissetirecektir. -- Norveç'te k...