-Min Yoongi-
El ele tutuşarak restorana girdik. Loş ışık restorana ayrı bir zenginlik katıyordu. Bütün masalar süslenmişti. Her adımımda kalbimin biraz daha fazla adrenalin pompaladığını hissediyordum. Yinede elimden geldiğince sakin davrandım.
Garsonun gösterdiği masaya yan yana oturarak yerleştik. Karşı karşıya oturmamız gerekmez miydi?
Jeon o kadar sakindi ki sanki sadece yemek yemeye gelmişiz gibi davranıyordu. Rolüme bürünüp benimde öyle davranmam gerekirdi. Öyle yaptım ve dirseğimi masaya dayayıp elime yaslandım. Etrafıma canımın sıkıldığını belli edercesine baktım. Garson elindeki deri kaplı menüleri nazikce önümüze bıraktı. Parmağımın ucuyla menüyü ittim ve söylendim.
"Bir şey yemeyeceğim ama şarap alırım." Garson önce önümdeki menüye sonra anlamaz ifadeyle bana baktı. Jeon tam olarak anlayamadığım bir ifadeyle bakmaya başladı. Sonra önündeki menüyü açıp kısaca inceledi ve garsona;
"La Serena Brunello di Montalcino." dedi. Garson başını sallayıp menüleri alıp giderken bunun zaten bir şarap menüsü olduğunu görünce utancımdan yerin dibine girdim. Dudaklarımı kımıldatarak fısıldadım
"Özür dilerim." Jeon'un gözleri sanki uyarırcasına bana sabitlendi. Yaptığım yanlışı fark edip hemen suratımdaki ifadeyi sildim ve rolüme büründüm. Sandalyede geri yaslanıp bacak bacak üstüne attım.
Bu rol işi düşündüğümden daha zordu. Dakikalar içinde hata yapmıştım ama artık doğru düzgün üstesinden gelmeye kararlıydım. Kendini beğenmiş ama sevimli zengin bir züppe olabilirdim.
Garson oturduğumuz masaya elinde bir şişe şarap getirdi ve iki eliyle Jeon'un önüne koydu. Jeon gözüyle şişeyi inceledi ve kafasını onay verir gibi salladı. Garson şarabı açtı ve Jeon'un bardağına çok az doldurdu. Jeon önce bardağı biraz salladı ve sonra içindeki şarabı kokladı. Tekrar onay aldıktan sonra garson sonunda şaraplarımızı doldurdu. Kendini beğenmiş bir tavırla garsonun gözlerine bir saniye bile bakmadım. Yemek siparişi vermedi ve garson yanımızdan uzaklaştı.
Şarabından bir yudum aldı ve konuşmaya başladı.
"Bu şehirden hiç tat almıyorum." Şarabımdan bir yudum aldım ve yavaşca masaya geri bıraktım.
"Fransa veya New York'u tercih ederim." dedim ama bundan sonra ne diyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Yüzüme bile bakmadan cevap verdi.
"Ne istediğini sormadım." Beni kavgaya mı sürüklüyor? Sevimli olmam gerek. Kollarımı birbine bağlayıp başımı çevirdim.
"O zaman neden beni buraya getirdin? Sadece sohbet etmeye çalışıyorum."
"Yoongi kollarını o şekilde kavuşturup oturma, inatçı çocuklara benziyorsun." Yavaşca kollarımı kucağıma indirdim. Şimdi de azarlanmış küçük çocuklara beziyordum. Sırıttı. "Buraya gel." Sandalyemde kayarak ona yaklaştım. Parmaklarını ensemde gezdirip başımı kendine yaklaştırdı. Dudaklarını yanaklarımda gezdirince kalbim kararsızlıkla çarpmaya başladı. Birden elini bacaklarımın arasında hissettim. Kalbim neredeyse yerinden fırlayacaktı. Bacaklarımı açmalı mıydım? Ne yapmak istediğimi biliyordum ama ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Jeon kulağıma eğildi.
"Bu akşam sana bir süprizim var." Eli bacaklarımın arasındaki sertliğe biraz daha yaklaştı. Sessizce nefes alıp verdim. Ona belli etmemeye çalışıyordum ama bildiğinden emindim. Başımı geriye doğru yatırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
JEON ° YOONKOOK
Fiksi Penggemar-Küfür, smut ve rahatsız edici içerik içerebilir! "Ben sığınman değil kaçman gereken kişiydim. Şimdi diğerlerine seni kurtarmaları için yalvaracaksın. Tıpkı seni kurtarmam için yalvardığın gibi." * "Hangimiz bok çukurundayız şimdi?" Tek kaşını kaldı...