12.Bölüm - Son (Final Bölümü - 1)

1.3K 102 13
                                    

O gecenin üstünden oldukça zaman geçti. Şu an ne durumda olduğumuzu anlatmadan önce bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Hikayemi anlatmaya başladığımda bunun bir peri masalı olmadığını söylemiştim. En azından bana anlatılan peri masalları böyle değildi. 

O geceyi Tom ile birlikte geçirdim. Ve ondan sonraki günlerimi de. Neredeyse birlikte yaşar hale gelmiştik. Dükkanımı o kadar ihmal ediyordum ki sonunda Mary'nin isyanlarına kulaklarımı tıkamaktan vazgeçip ona yardım edecek başka birini daha bulmuştum. Tom'u bırakıp gitmek istemiyordum. O da beni bırakmak istemiyordu zaten. 

Zamanımızın çoğunu Tom'un evinde geçirsekde birlikte dışarıda olmaktan da çok hoşlanıyorduk. Beraber müzikallere, tiyatroya ve dansa gitmeye bayılıyorduk. Tom'un yakın arkadaşlarıyla toplanıyorduk sık sık. 

Bir daha Kat'in konusu açılmamıştı aramızda. Bir ara açacaktım. Biliyordum, merak ediyordum. Beni huzursuz ediyordu. Tom'a inanıyordum ama hislerime de güveniyordum. Jessica'nın anlattıkları da aklımdan çıkmıyordu. Ama o cesareti bir türlü toplayamıyordum kendimde. Aramızdaki büyünün bozulacağından o kadar korkuyordum ki...

Tom beni şımartabileceği kadar şımartıyordu. Görmek için deliler gibi can attığım bir müzikale biletleri aylar öncesinden tükenmesine rağmen yer bulabilmişti. Bana alabileceği aptal bir yüzükten milyonlarca kat daha kıymetliydi benim için. Çünkü bulabilmek için çok uğraşmıştı.

Eğer dışarı çıkmayıp evde kalacaksak  beraber yemek pişiriyorduk ki en sevdiğim zamanlardı bunlar. Onu bütün dikkatini toplamış bir şekilde soğan doğrarken seyretmeye bayılıyordum. Kaşlarını çatıp uzun parmaklarıyla bıçağı tutuşunu ve ellerine küçücük gelen soğanı bir türlü doğru pozisyonda tutamayışını saatlerce seyredebilirdim. Ama ne zaman onu seyre dalsam başını kaldırıp beni yakalıyordu ve berrak mavi gözleriyle ve muhteşem gülümsemesiyle bana gülümsüyordu. 

Birlikte gerçekten iyi vakit geçiriyorduk. Londra'dan uzaklaşmak istediğimizde bir haftalık bir Fransa tatili yapmaya karar verdik. Provence'da Tom'un bir arkadaşının evinde kaldık. Yemyeşil zeytin ağaçları ve mis gibi kokan lavanta tarlalarının hemen yanıbaşında muhteşem bir çiftlik eviydi burası. Kesme taşlardan yapılma oldukça büyük bir avlusu ve hemen avlunun ortasında şırıl şırıl akan taştan büyük bir süs havuzu vardı. Havuzun kenarına kurulan geniş sofralarda geç saatlere kadar süren muhteşem yemekler yiyor ve tatlı Fransız şaraplarını tadıyorduk. Masamız boş olmuyordu elbet. Tom'un her yerde olduğu gibi burada da bir çok arkadaşı vardı. Sabahlara kadar süren sohbetlerimize eşlik ediyorlardı onlar da. 

Bir hafta için gelmiştik aslında ama yaklaşık on gündür buradaydık ve ayrılmaya da pek niyetimiz yoktu. En sevdiğim şeylerden biri de lavanta tarlalarında güneşin batışını izlemekti. Tom ile birlikte piknik yapıyorduk bu tarlalarda. Yanımıza hazırladığımız bir sepet yiyeceğimiz ve bir termos çayımızla bütün öğleden sonrayı birlikte sessizlik ve huzur içinde geçirmeye bayılıyorduk. Tom dizlerime uzanıp uyuklarken ben de kitabımı okuyordum. Bir elim onun saçlarındayken bulduğum huzuru kelimelerle anlatmam mümkün değil. Zaman zaman anın tam da orada donup kalmasını istiyordum. Ama her şey gibi bu da çabucak geçip gidiyordu. 

Planladığımızdan tam bir hafta daha fazla kalmıştık ki Luke Tom'u arayarak acil olarak Londra'ya dönmemiz gerektiğini söyledi. Daha önceden kararlaştırılmış bir reklam çekimi vardı. Aslında iptal edilmişti ama son anda tekrardan çekilmeye karar verildiğinden son dakikada haber veriliyordu. Toparlanıp ertesi sabah Londra'ya dönmek zorunda kalmıştık. Zorunda kalmıştık çünkü eğer bu telefon gelmese yazı orada geçirebilirdik rahatlıkla. 

Tom'un reklam çekimi şehir dışındaydı ve ben de dükkanla biraz olsun ilgilenebilmek için o süreyi evimde geçirmeye karar vermiştim. Aslında bana ihtiyaçları yoktu. Mary her şeyi son derece iyi idare ediyordu. Yanına aldığı genç çocuk da ona oldukça yardımcı oluyormuş gibi görünüyordu. Kısacası bana gerçekten ihtiyaçları yoktu. 

Evimde olmak bana iyi gelmemişti ve Tom'u şimdiden özlemiştim. Telefonda konuşuyorduk sürekli ama birlikte o kadar çok vakit geçirmiştik ki birdenbire yalnız kalınca boşluğa düşmüştüm resmen. Telefonda geçtiğimiz iki haftanın ne kadar güzel olduğundan bahsederken sesim titriyordu. Elimden geldiği kadar belli etmemeye çalışıyordum ama belli oluyordu büyük ihtimalle. 

Ertesi gün Jessica'nın telefonuyla biraz olsun kendime gelmiştim. Londra'ya gelmişti ve öğleden sonra bir çay içmek için benimle buluşmak istiyordu. O gece kaçar gibi çıktıktan sonra bir daha onunla karşılaşmamıştık. Ve neden beni görmek istediğini merak ediyordum doğrusu.

Londra'nın merkezinde çok şık bir kafede beni bekliyordu Jessica. Saçlarının kızıl rengini iyice ortaya çıkaran mavi bir elbise giymişti. Ne kadar sade olmaya çalışsa da tam bir film yıldızı gibiydi. Bulunduğu yere ışık saçıyordu. Tom'da da vardı bu ışık. Demek ki boşuna bu kadar ünlü olmuyordu insanlar.  

Masamıza gelen garsona çay ve limonlu kek sipariş edip yolladık. Jessica biraz huzursuz görünüyordu. Beni neden görmek istediğini deli gibi merak ediyordum ama konuyu onun açmasını bekledim. Kat ile ilgili olmasından ölesiye korkuyordum. Unutmak için çabaladığım bir konuydu ama zihnimin bana çektirmek istediği bir işkence gibi her an aklımdaydı. 

''Eylül seninle konuşmak istediğim bir konu var ama nasıl başlayacağımı bilemiyorum.''

Bunu söylemesi bile sırtımdan soğuk ürpertiler inmesine sebep olmuştu. Ve dahası vardı, biliyordum...

''O akşamdan sonra Tom ile konuşup aranızdakileri çözmeniz çok iyi olmuş. Seni ne kadar sevdiğini biliyorum. Onu affetmene sevindim.''

Ne diyeceğimi bilemedim. Bir şey söylemeyip onun konuşmasını bekledim.

''Fazla uzatmak istemiyorum. Bu Kat meselesi aranızı bozmamalı. Bırak Tom gerekeni yapsın. Özrünü dilesin. Çok yumuşak davranma. Erkekler...''

Konuşma fazlasıyla gereksiz yere uzuyordu ben de kesmek istedim.

''Jessica bana ne anlatacaktın?''

Jessica benden bir şeyler saklıyordu. Ya da ben son derece şüpheci davranıyordum. 

''Sorun Kat. Doğum günüme gelmişti biliyorsun. Sonra beni tekrar aradı. Sonra tekrar ve tekrar. Açıkçası beni rahatsız etmeye başladı. Tom'u görmek için buraya geleceğinden bahsetti. Tom'u aradım ama şehir dışında olduğunu söyledi. Sonra seni görmeye karar verdim. Bu kız normal değil Eylül, dikkatli olmalısınız. ''

Ne diyeceğimi şaşırmıştım. Beklediğim bu değildi. Tom'la birlikte gördüğünü söylese bu kadar şaşırmazdım herhalde. 

''Seninle ilgili hoş olmayan şeyler söyledi. Çok dengesiz konuşuyor. Geçen haftayı Tom ile birlikte Fransa'da geçirdiğinden bahsetti. Ama Tom ile konuştuğumda seninle birlikte Fransa'da olduğunu öğrendim. Eylül beni korkuttu bu kadın. Dikkatli olmalısın. ''

Açıkçası ben de tüylerim ürpererek dinliyordum Jessica'yı. Fransa'yı nerden biliyordu ki? Mary, Luke ve Tom'un ailesi hariç kimsenin haberi yoktu. Bizi takip ediyor olabileceği düşüncesi beni ölesiye korkutmuştu o an. Jessica'ya belli etmemeye çalışıyordum ama o da ne kadar etkilendiğimi anlamıştı. 

''Tom'la konuş. Bir an önce yanına gelsin. Bir müddet buralardan uzaklaşın. Los Angeles'a gelin mesela. Sizi seve seve ağırlarım. Sadece dikkatli olun Eylül. ''

Deli gibi korkardım böyle şeylerden ama o kadının Tom'a zarar verebilme düşüncesine katlanamıyordum bile. Derdi benimleydi büyük ihtimalle ve derdi neyse çözecektik. Bir şekilde karşılaşacaktık.

Çayımı bitirip Jessica'dan izin istedim. Günün en kalabalık saatleriydi ama kendimi son derece huzursuz hissetmiştim. Buraya gelene kadar farkında bile olmadığım bir şey öğrenmiştim ve bu beni korkutmuştu. Çok fazla yürümeden bir taksiye atladım. Kendimi güvende hissedemiyordum. Böyle hissetmekte çok haklı olduğumu sonradan öğrenecektim. Kafenin tam karşı sokağında beni izleyen siyah kuzgun saçlı kadını görememiştim bile. 

Notting Hill (Tom Hiddleston FanFiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin