11.Bölüm - İtiraf

1.3K 97 25
                                    

O an tek düşündüğüm bir an önce bir taksiye atlayıp oradan uzaklaşmaktı. Uzaklaşmak, her şeyi unutmak, Tom'la hiç tanışmamış gibi her şeye bir sünger çekmek istiyordum. Kafamdan geçirdiğim tek şey şuydu; üzerimdeki her şeyi paketleyip geri gönderecektim. Kitap dükkanımı bir süreliğine Mary'e emanet edip kendi ülkeme gidip ailemin yanında biraz vakit geçirecektim. Buralardan uzaklaşmak bana iyi gelecekti, biliyordum. Tek istediğim buydu.

Tom beni yoruyordu. Benim için fazlaydı o. Etrafında dolaşan insan olamayacak kadar güzel kadınlarla yarışmak istemiyordum. Her an beni bırakıp başka birisiyle mi birlikte olacak diye düşünmek istemiyordum. Evet kendimi son derece güvensiz hissetmeme sebep oluyordu. Ben böyle değildim. Ben zayıf değildim. Kendime gelmeliydim bir an önce. Ben kendi ülkemden kalkıp buralara gelecek, yeni ve bilmediği bir hayata başlayabilecek cesarete sahip bir kızdım. Cesur zannederdim kendimi. Ve şu an kendi zayıflığım beni bildiğim her şeyden daha fazla üzüyordu. 

Gözlerimden süzülen ılık gözyaşlarımı ellerimle silip kararlı bir şekilde bir taksi bulabilecek miyim diye bakınıyordum. Bir görevli görüp taksi istediğimi söyledim. Gittiğimi kimse fark etmeden taksi gelseydi bari. Dışarısı serinlemişti ve ben titriyordum. Titrememin sebebinin soğuk olmadığını biliyordum. Aklımdan çıkmayan o sahne beni yaralıyordu. Taksi niye gelmiyordu bir türlü? Görevliye acele etmesini söyledim. Adam kafasını sallayıp benden uzaklaştı. 

Titrememe engel olamıyordum. Boğazımda bastırdığım bir hıçkırık vardı. En ufacık bir hareketle çıkacaktı yerinden sanki. Ama buna müsade edemezdim. Kendimi burada koyveremezdim. Eve kadar sabredip pijamalarımı giyip yatağımda sabaha kadar ağlayabilirdim. Ama burada olmazdı. Ağlamayacaktım. 

Arkamdan birisi gelip kolumu tuttuğunda sanki aradan bir saat geçmiş gibi gelmişti bana. Ama daha henüz çıkmıştım buraya. Dönüp Tom'la yüz yüze geldim. Tam anlamıyla yüz yüze gelmiştim. İki eliyle yüzümü tutmuştu. Hiç bir şey söylemedi bana. Sadece gözlerime bakıyordu. Gülümsemiyordu. Sadece bana bakıyordu. Bakışları karanlıktı. O an kapıda birbirimizin gözlerine bakarken kendimi gördüm Tom'da. Sanki ağlayacakmış gibi bakıyordu bana. O bana öyle bakarken ben kendimi suçlu hissetmeye başladım. Bunun saçmalığına gülmek istiyordum ve suçlu hissediyordum. 

''Bana bak Eylül. Gözlerime dikkatli bak. Oradaki gerçeği göremiyor musun? ''

Ne gerçeğinden bahsediyordu bilmiyorum. Tek bildiğim gerçek ona umutsuzca aşık olduğumdu. Evet umutsuzca.

''Bana göremediğini söyleme. Biliyorum görüyorsun. Sadece itiraf edemiyorsun kendine. Ama dene bir. Bana söyle.''

Beni hala sıkı sıkı tutuyordu. Son dönemeçte gibi hissediyordum o an kendimi. Ya kaçıp gidecektim oradan ya da kalıp tüm kırıklıklarıma ve hüsranlarıma razı bir şekilde onunla olmayı seçecektim. Kendime olan öz güven eksikliğim o kadar had safhadaydı ki onun yanında aslında görmem gereken gerçeği göremiyordum bir türlü. 

''Sen söyleyemiyor musun? Bırak ben söyleyeyim o halde.''

Elleri hala yüzümü tutuyordu. Biraz canım acımaya başlamıştı. Ama bu şekilde beni gözlerine bakmaya zorluyordu. Hipnotize olmuş gibi karanlıkta lacivert gibi parlayan mavi gözlerine bakmaktan başka çarem yoktu.

''Ne söylememi istiyorsun?'' dedim sonunda. Boğazım kupkuruydu. Sesim istediğim gibi çıkmamıştı.

Taksi nihayet gelmişti. Kornaya basıyordu sürekli. Tom ters ters taksiye bakmaya başladı. Sonra beni bir saniyeliğine bırakıp taksiyi yollamaya gitti. Arkasından bakarken yanaklarımda hala ellerinin baskısını hissediyordum. Titremem bir türlü geçmemişti. Yanıma geldiğinde titrememi o da fark etmiş olacak ki beni kollarıyla sardı. Bu sarılma çok farklıydı. Hissedebiliyordum. Kucaklamasındaki şefkati ve sıcaklığı anlayabiliyordum. Farklıydı daha önce böyle hissetmemiştim. 

Notting Hill (Tom Hiddleston FanFiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin