2.Bölüm - Yağmur

2K 169 38
                                    

Aslında susmadım. İçimden o anda söylemek istediğim o kadar çok şey geçiyordu ki hangi birini söyleyeceğimi bilemiyordum. Ağzımdan saçma sapan bir şeylerin çıkmasını istemediğimden dudağımı ısırıyordum.

''Size bir kitap hediye etmek isterim.'' hangi ara söylediğimi bilmiyorum ama bir anda fırlayıverdi dudaklarımdan. Tom o sırada incelemekte olduğu bir kitabı bırakarak bana doğru geldi. Ben hediye etmek istediğim kitabı zaten biliyordum. Kitabı bulunduğu raftan aldım. Tom'a uzattığımda gülümsemeye başladı. ''Muhteşem Gatsby'nin ilk baskılarında biri. Çok nadir bulunuyor. Bunun sizde olmasının anlamlı olabileceğini düşündüm.'' dediğimde gözleri parlıyordu. Kitabı iki bin dolara yakın bir fiyata satın almıştım ama ona öylece verirken bir an bile tereddüt etmiyordum.

''Eminim çok kıymetli bir kitaptır, izin verirsen satın almak isterim.'' 

''Hayır, çok değerli bir şey değil ama sevebileceğinizi düşündüm.''

Nasıl da yalan söylüyorum.

''Peki o zaman, ne diyeceğimi bilemiyorum. Gerçekten çok teşekkür ederim.''

Kitabı bir ambalaj kağıdına sardım önce. Sonra da karton bir poşete koydum. İçine de dükkanımın kartlarından birini attım. Belki tekrar uğramak ister diye. Neler geçiyorsa aklımdan.

İçeride bunlar olurken dışarıdaki kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Ocak ayında olduğumuzdan hava oldukça soğuktu ve insanlar da daha fazla beklemek istemiyorlardı sanırım. Ben camdan dışarıyı gözetlerken Tom'da yanımda durmuş gizlice dışarıya bakmaya çalışıyordu.

''Ben dışarıyı bir kontrol edeyim.'' dediğimde telefonu çaldı. Sanırım arayan asistanı ya da menajeri kimse oydu. Ona dükkanımı tarif ediyordu. Kalabalığın arasında onu gözden kaybettiğini ve kendini bir kitap dükkanına attığını anlattı. Telefonu daha kapatmamıştı ki camdan içeriyi tıkırdatan bir adam  gördüm. Tom içeri gelmesini söyleyince içeri geldi.

''Tom on dakikadır seni arıyorum, bir anda gözden kaybettim seni.'' 

Tom gülmeye başladı. Güldüğü zaman göz kenarları kırışıyordu ve bu yüzüne çok daha sevecen bir ifade katıyordu. Yavaşça bana doğru döndü ve ''Kalabalığın arasında seni göremeyince ben de buraya sığındım. Ve ah, çok kabayım ismini bile öğrenemedim.''

''Adım Eylül.''

''Eylül ne kadar değişik bir isim, buralı değilsin sanırım aksanın da değişik geldi bana.''

Gülümsedim. ''Evet buralı değilim, başka bir ülkeden geldim.''

Bu sırada Tom'un asistanı artık gitmeleri gerektiğini söylüyordu.

''Tamam Luke gidelim. Eylül beni gizlediğin için teşekkürler, sana minnetarım. Ama kitap için ayrıca teşekkürler çok kıymetli bir hediye oldu bu.''

Gözlerine doğrudan bakamadığımdan elim ayağıma dolanarak rica ederim gibi bir şeyler geveledim ağzımın içinde. Hoşça kal demek için elini uzattığında elimi sıkacağını zannettim ama elimi dudaklarına götürünce hafifçe titredim. Umarım bunu fark etmemiştir diye düşünüyordum içimden. Ama fark etmiş olacak ki gülümsüyordu bana.

İsminin Luke olduğunu öğrendiğim (menajeri asistanı koruması her neyse) adam da kibarca teşekkür etti ve dışarıda gözüken arabaya doğru ilerlediler. Ben de arkalarından dışarı çıktım. Tom arabaya binerken dönüp el salladı. El sallayıp gülümsedim. Ve gitti.

Gitti. Ve ben o arabanın arkasından baktım durdum. Arabanın sesi artık duyulmuyordu. Hava kararmıştı ve buz gibiydi. Yağmurun başladığını bile fark etmemişim. Yoldan geçen başka bir arabanın sesiyle kendime geldiğimde saçlarım sırılsıklam olmuştu. Titreyerek içeri geçtim. Ama titrememin asıl sebebinin soğuk olmadığını düşündüm kendi kendime.

İçeride henüz on beş yirmi dakika önce yaptığım işim yarım duruyordu. Yerleştirdiğim kitapların kolisi yarı açık kalmıştı. Sanki hiç bir şey olmamış gibi. Ama hatırlıyorum ki ben az önceki ben değildim. Aslında belki saçma bulacaksınız. Bir insan on dakikada birisine aşık olup böyle duygular besleyebilir mi? Üstelik karşısında ki ona özel hiç bir ilgi göstermemişken. Ama ben de yarattığı duygular bambaşkaydı o an. O an geri gelmesini istedim. Kapıdan tekrar içeri girmesini. Sıcacık mavi gözleriyle gülümsemesini. Dükkanımın kapısına gittim. Yağmur iyice artmıştı. Saçlarımdan sular süzülüyordu yüzüme. Kollarımla kendimi sardım, içim ürperiyordu ama ısınamıyordum sanki bir türlü.

Bir daha karşılaşma şansımız var mıydı? Hiç sanmıyorum. İçimde kapanmayacakmış gibi hissettiren bir yara açılmıştı sanki. Eğer sıradan biri olsaydı aynı şekilde etkilendiğim, tekrar arayacağını düşünüp mutlu bile olabilirdim ama bu durumda sadece canım yanıyordu.

Açık kitap kolisini kenara ittim. İçimden hiç bir şey yapmak gelmiyordu. Masamın başına oturdum. Çekmecemdeki kağıt havlularla saçlarımı ve yüzümü kuruladım. Bu sırada kapı açıldı. Mary elinde bir poşetle ve yağmura söylenerek içeri girdi. Hem kendine hem de bana tavuklu soğuk sandviçler getirmişti. O masayı boşaltıp sandviçleri peçeteye sararken ben de ikimize çay doldurdum. Mary'ye kupasını uzatırken tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu.

''İçeri girdiğimden beri tek kelime etmediğinin farkındasın değil mi?''

Yüzüne baktığımda soru sorar ifadesine verecek bir cevap bulamadım. Ağzımı açtığım anda fırlayan hıçkırığımı ve arkasından gelen gözyaşlarımı tutamıyordum. Mary bir şeyler mırıldanarak gelip bana sarıldı ama onu duyamıyordum bile o an. O beni sakinleştirmek için uğraşıyordu ben de hıçkırıklarımı bastırmaya. Uzun bir süre kendime gelemedim. Mary sessizce yanımda durup, elimi tuttu.

Konuşmaya başladığımda aileme mi bir şey olduğunu sordu ilk önce. Başımı salladım. ''Çok aptalım muhtemelen bana güleceksin.'' Ve anlattım. Mary sadece dinledi. Beni tanıyordu, daha önce hiç böyle bir şeyden bahsetmemiştim ona. Buraya geldiğimden beri hiç kimseyle çıkmamıştım. Mary'e ilk defa kalbimi bu kadar açmıştım ama benim on dakikada ilk gördüğü adama aşık olabilecek biri olmadığımı biliyordu tabi ki.

Ne kadar etkilendiğimi anlattım, beni anlıyor gibi görünüyordu ama belkide deli olduğumu düşünüyordu. Hele iki bin dolarlık kitabı hediye ettiğimi duyunca yerinden fırladı. Ama beni böyle görünce bir şey demedi.

''Telefonunu aldın mı? Ne bileyim herhangi bir adres, iletişim için herhangi bir şey istedi mi?''

Üzgün üzgün başımı sallarken, gözlerimin yine dolmak üzere olduğunu fark ettim. Hiç bir şey istememişti benden, niye isteyecekti ki zaten? Bir filmin içinde değildik sonuçta, ilk görüşte birbirimize aşık olup mutlu sonla bitecek bir filmde oynamıyorduk. Gerçek hayat böyleydi işte, yıldızlar parlar siz de sadece uzaktan onları izlersiniz. Bir an ulaştığınızı düşündüğünüzde aslında sadece onun ışığını görmüş olduğunuzu anlarsınız. Ama artık her şey için çok geçtir. Gözleriniz o ışıktan çoktan kamaşmıştır. O an sadece karnımda yeni açılmış bir yara gibi bunu hissediyordum. Mary'nin tesellileri pek işe yaramıyordu ama onu daha fazla üzmemek için iyi olduğumu söyledim. O da yan gözle beni süzerek benim yarım bıraktığım kitap kolisini dizmeye gitti.

Notting Hill (Tom Hiddleston FanFiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin