13- "Zebani."

514 37 9
                                    

   Merhaba :) Daha fazla bekletmek istemediğim için telefondan yazmaya karar verdim. İnternet kafe olayı da bugün annemler yüzünden hayal oldu :S Umarım becerebilirim :) Yazım ve noktalama hataları için şimdiden özür dilerim. Şimdi haydee bölümee :D Telefondan yazdığım için şarkı koyamıyorum üzgünüm :(

     Ben annemlere ne diyeceğim konusunda iç sesimle boğuşurken, Aras'ın yarım açık gözleri bir kez daha kapandı. Bu sefer sahici bir uykuya mı daldı, yoksa yine ateşin etkisiyle sayıklamalı bir hale mi büründü, bilemiyordum. Bana sorulursa, benim tercihim gerçek bir uyku çekmesiydi. Çünkü şu an onun için yarasındaki iltihap ve ateşiyle savaşabilecek en iyi şey uykuydu. Tamam, belki bu sayıklama olayı gururumu okşuyordu ve Aras'ın benden nefret ettiği düşüncesinden biraz uzaklaştırıyordu ama gerçek olmadığını biliyordum. Sonuçta şu an Aras, bedenini ele geçirmeye çalışan mikroplarla savaşıyordu. Üstelik onu buraya getirdiğimizde havale derecesine yakın ateşi vardı. Ne söylediğini veya ne yaptığını hatta ne durumda olduğunu bile bilmiyordu. Ve emindim ki, yarın sabah hiçbir şey hatırlamayacaktı ve biz o ölüm kadar soğuk savaşa geri dönecektik.

    

    Şu an uyanık olmasa bile, hala sıkı sıkı tuttuğu elimi, tek hamlede bir insanı boğabilecek kadar güçlü kilit parmaklarından kurtarıp, odanın açık kahverengi ahşap kapısına yöneldim. Annemleri arayacaktım fakat bu konuşmanın Aras'ın yanında geçmesini istemiyordum. Ona takılan serumda mikroplarla savaşmasına yardım edecek bir ilaç vardı. Haliyle bu ilaç onu uyumaya sevk ediyordu. Ara ara sayıklamalarından hemen sonra gözlerinin kapanması bunun bir belirtisiydi. Gerçekten uyanması güçtü fakat onun yanında yinede konuşmak istemiyordum. Tedbirimi almam gerekiyordu, sonuçta olmaz diye bir şey yoktu. Eğer bilinci açık bir şekilde ben bu konuşmayı yaparken duyarsa bu artık soğuk bir savaş değil, cehennem ateşi kadar sıcak bir boğuşma olurdu. Zebani mi de tahmin edersiniz herhalde?

   

     Kapıyı yavaşça açıp artık yavaş yavaş gece olduğunu belirtmek için kısılan floresanlarla dolu, çoğunlukla boş koridora adamımı attım. Elimde sıkmaktan artık ekranında bir el izi olan telefonuma baktım. Yapmam gerekiyordu. Onlar eve dönüp bir şeylerin ters gittiğini anlamadan yapmam gerekiyordu. Fakat hala ne diyeceğim konusunda kararsızdım. Bir şekilde Aras ile konuşmam gerekiyordu ama onu uyandırma gibi bir şansım yoktu. Kendim bir şeyler bulmak zorundaydım. Ama her zaman olduğu gibi lanet olası aklım durmuştu. Telefonun yanındaki kilit tuşuna basarak ekranı aydınlattım. 21.17. Birazdan bizimkiler evde olacaktı. Büyük bir "z" tuşu çizerek tuş kilidini açtım ve rehber yerine numaraya girdim. Aklımda söyleyeceklerimi tartarken zaman kazanmak için numarayı tuşlamayı tercih etmiştim. Yanlış bir şey söyleme gibi bir hakkım yoktu. Fakat ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. Ve eğer şüphe uyandırıcı bir şeyler zırvalarsam bu babamı harakete geçirmeye yetecekti. Babam fazla şüpheciydi ve Sherlock Holmes'u aratmayacak bir dedektiflik zekasına sahipti. Parçaları bir puzzle gibi anında birleştirebilirdi. Ve küçücük bir şüphe kırıntısı bile onu Aras'ın üzerine düşmeye iterdi. Bu yüzden hiçbir şey söylememeye karar verdim. En azından Aras'a danışana kadar. Sadece üstünkörü bir şeyler anlatacaktım. Aras'ta şüphe bırakmayacak bir şeyler. Çünkü Aras'tan şüphelenip üstüne düşerlerse Aras'ta benim üstüme düşerdi. Aras'ın anlamaması gibi bir olasılık yoktu. Çocuk fazla akıllıydı. Ve bu aklı en küçük bir şüphe belirtisini anlamaya yeterdi.

   

    Numaranın son rakamını da girip arama tuşuna bastığımda loş koridorda bir ileri bir geri ilerliyordum. İkinci çalışta annem sanki bir şey olduğunu sezmiş gibi açmış ve endişeli bir tavırla, "Her şey yolunda mı Dicle?" demişti. Nefes verdim.

Beni Sevdiğin Sürece (Askıda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin